Aylardan haziran. Takvimler yaz mevsimini gördü bile. Tatil zamanı geldi artık. Ülkemize, şehrimize misafirler daha fazla gelmeye başlayacak. Ya da biz başka diyarlara misafir olacağız. Zihnimizi dinlendirmek için başka ufuklara yelken açacağız. “Tebdil-i mekânda ferahlık var” diye boşuna dememiştir herhalde büyüklerimiz…
Misafirin bir başka adına ise “turist” denir. Turist sadece bedenini dinlendirmek için tatile çıkmaz. Hayatına yeni değerler kazanmak için de seyahat edebilir. Bu değerleri bazen milyonlarca insanın gittiği tarihi mekânlarda bulur. Bazen mekân bahanedir amacımız yeni insanlar yeni yaşamlar tanımaktır…
Tarihi mekânlar da geçmişimizdeki insanları tanımamıza yardımcı olur aslında. Günümüz insanının yaşamını az biraz tahmin edebiliriz ama geçmiş yaşamları anlamamız için tarihi mekânlar ve eserler bize en büyük yardımcılardır. Geçmişimizdeki büyüklerin, duygularını ve yaşamlarındaki zorlukları nasıl aştıklarını öğrenmek bizlere de ders olur.
Geçmişin ve günümüzün şartları tabi ki aynı değildir ama geçmişten alacağımız ve günümüze uyarlayacağımız dersler vardır elbet. Değişen yüzlerce şey olmasına rağmen insani duygularımız asla değişmez… Kendisi için, mağaraya resim çizildiğini gören insanın hisseleri nasıl ise bizimde telefonumuza gelen mesajlar ile tattığımız duygular aynıdır…
Müzelerde gördüğümüz eserler maddi açıdan bakarsak değersizdir veya kullanış açısından hiçbir işe ise yaramaz. Peki, insanlar niye müzelere gider? Çünkü bizi insan olduğumuzu hatırlatan duygular yüzünden. Örnekler ile anlatmak gerekirse şehrimizdeki deprem müzesine gitmemesi insana ilk bakışta kaybedeceği bir şey yokmuş gibi gözükür hatta o günleri yaşamış ise yaralara tuz basmamak daha evladır. Lakin insan yine gidecektir ve gitmelidir. Çünkü o günleri yaşamış ise aldığı dersleri tazelemek için yaşamamış ise başka insanların acıları ile üzülmek o dertleri paylaşmak ve kendisine dersler çıkarması için…
Sakarya’dan ayrılıp yurtdışına Fransa’ya gidelim. Ünlü Eiffel Kulesini yılda altı milyona yakın ziyaretçi gelirmiş. Kulenin ilgi çekmesinin tek nedeni şehrin manzarasını izlemek isteyen insanlar değildir bence. Eiffel Kulesinin değeri tarihi değeridir. Günümüz teknolojisinde, Eiffel Kulesi’nin yerine daha yüksek ve ihtişamlı yapıt inşa edilemez mi? Peki, bu durum tarihi değerleri ve insani duyguları kaybetmemize neden olmaz mı?
Vefat etmiş bir büyüğünüzün tek kalmış ve siyah beyaz olan fotoğrafını, günümüzün en teknolojik makineleri ile çekilmiş daha genç birisinin fotoğrafı ile değiştirmeniz ne kadar mantıksız ve vefasız bir düşünce gibi geliyorsa yukarıdaki paragrafta öyledir benim gönlümde…
Çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir sorusu çok çetindir. Çok okuyan ile mukayese edilmek güzel bir duygu olsa gerek. İnsan okudukları ile kendini geliştirebiliyorsa ve yaşamında uygulayabilirse okuduğu kitaplar anlamlıdır. Tıpkı çok gezen insanın gördüğü yerlerin değerlerini de kendi hayatına harmanlanmasının şart olduğu gibi. Yüce Peygamberimize (s.a.v.) ilk gelen vahiy “oku” kelimesidir. Kuran- Kerim’in âlimlerinden Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin sözü “gel ne olursan ol yine gel” sözünü yadsımamak ve İslam’ın bir şartının da hac ziyareti olduğunu unutmamak gerekir. Yani okumamız gerekir ama okuduğumuz olgunun değerini görerek ve kavrayarak artırabiliriz…
Uzaktan gelen birisi olduğunda “yediğin, içtiğin senin olsun bana gördüklerini anlat” cümlesinden asıl değerleri anlamamız mümkün. Turist bir gün normal yaşamına dönecektir ve mühim olan yaşadığı ve yaşattığı değerlerdir. Peki, hepimiz “turist” değil miyiz ve bu fani dünyadan göçüp normal hayatımıza gitmeyecek miyiz? Mühim olan dünya gezisinden yaşamımıza değer katmak değil mi o zaman? Allah’a (c.c.) emanet olun…