Bu bir sınırdı. O sınır aşıldı.
Aylar önce tepkisiz bir toplum olduğumuzu, bunun birtakım sonuçlarının olacağını söylemiştim. O gün kimse böyle bir kitlesel hareket tahayyül etmemişti. Ne dediğimi dahi anlamamıştınız.
O günlerde üzerinde durduğum temel konu, onlarca şehit verilmesine rağmen sürekli sağduyu çağrısının yapılması, herhangi bir tepki verilmemesinin öğütlenmesi üzerineydi. Oysa tepkinin aşırı olmaması, tepkinin düzeyli olmasının öğütlenmesi gerektiğini söylemiştim.
Halbuki onlarca insanın katledilmesi, cenazede atılan birkaç nara ile ancak karşılık buluyordu. (Bu dediğim yanlış anlaşılmasın. Çünkü kimlik üzerinden hiçbir zaman konuşmadım.)
Bir gün gazetedeki yazılarıma son vermeyi çok ciddi düşünmüştüm. Çünkü aylarca yazı yazıyor olmama rağmen elle tutulur bir geri dönüş hiç almamıştım. Bazen okuyanı aptal yerine koyduğum yazılar oldu. Buna rağmen en ufak bir tepki ile karşılaşmadım.
Son zamanlarda sosyal medyada birçok ufak yazı paylaşıyorum. Çoğu da insanları tepki vermeye tahrik eden şeyler. Bazen bilerek ve sınırı aşarak saldırmalarına rağmen en ufak bir tepki almıyorum. Geçen gün bu yazılanlardan birine bir tepki vermeyi düşünmüş arkadaş, ama her nedense tepki vermemiş.
Bunlar benim tepkisizlik konusunda ciddi gördüğüm çalışmalarım. Bunun yanında ülkede meydana gelen çok büyük olaylarda bile tepki ile karşılaşamıyorum. Herkes sadece kendisini ait hissettiği mefhumların etkisinde birkaç duygusal söz ediyor, o kadar.
Bildiğiniz gibi FB-GS derbisi çok büyük bir olayı kapatan çok büyük(!) bir olaydı. Derbi sonrası FB’den nefret ettiğimi yazdım sosyal medyada. Çoğu arkadaşım yaptığımın nedenini anlamamıştı. Ancak ben en azından bir nefrete karşılık verebileceklerini düşünmüştüm. Ufacık bir tepki kırıntısına ihtiyaç duyuyordum.
Devlet eliyle bu tepkisizlik hali sürekli körüklendi. Reyhanlı saldırısı sonrası en azından biraz tepki ile karşılaşırım diye ummuştum. Ama gerek Reyhanlı saldırısının arkadasın da -kim olursa olsun- yabancı güçlerin olması, Reyhanlı’nın gerçek ülke merkezlerinden yüzlerce kilometre ötede olması tepkinin yeteri kadar verilememesine sebep oldu diye düşünüyorum. Ama asıl tepkisizlik nedeni devletin uyguladığı yayın yasağıydı.
Sosyal medyanın bir gerçekliği kalmadı. En gerçek haber bile sosyal medyada olduğu sürece bir anlam ifade edemiyor ne yazık ki. Bu nedenle sosyal medyadaki her Reyhanlı haberine bu bakış açısıyla yaklaştık, inanmadık ve sonuçta tepkisizlik biraz daha şişirdi bizi.
Devletin ayrıca, sistematik olarak her tepki gösterilmesi gereken olay sonrasında yapay gündemler oluşturması bu şişkinliği daha da artırdı.
Bilgi olmadan tepki de verilmez. Bilgi demokratik toplumlarda medya sayesinde ulaşılan bir kavram. Yoksa hangi devlet yaptığı icraatları halk ile paylaşır ki. Oysa öyle bir medya ne yazık ki artık hiç yok. Yıllardır bir kesim Aydın Doğan’ın ülkenin en büyük düşmanı olduğu empoze etti. Ben de uzun zaman buna inandım. Ama anladım ki bana bilgi verdiği sürece kime hizmet ettiğinin bir gram değeri yok. Çünkü asıl güç bilgidir. Beni bilgiden mahrum kılmadığı sürece herkes dostumdur artık.
Uzun zamandır bu tepkisizliğin bir neticesi olarak bir kitlesel hareket bekliyor ve bunu dillendiriyordum. Bu kadar tepkisizliğin bir patlaması olacaktı. Ülke gündemini hep bu yönde takip etmeme rağmen, Gezi Parkı olayları sonrasında bu patlamanın olmasına şaşırdım. Bunda elbette Başbakan’ın tavrının doğrudan etkisi var.
Olayların oluşumda hiçbir provakatif eylem söz konusu değildi. Her şey doğaçlama gelişti. Yukarıda anlattığım psikolojik sıkışmanın bir neticesiydi. Ama bu günden sonra orası hem muhalefetin oy kapma yarışına, hem radikallerin kendilerine yer elde etmeye çalışmalarına, hem de hükümetin oy kaybetmeme yarışına sahne olacak. Cuma gecesi sonrası artık orada bir özgürlük mücadelesi değil, asıl büyük rantların savaşına sahne olacak olmaya başladı.
Devlet artık huzurla yatabilir, uyuyabilir. Halkın arasına bir koca ayrılık tohumu daha ekti. Kürtü-Türkü, Sünnisi-Alevisi, Fenerlisi-Galatasaraylısı…
Burada yapacağınız en büyük yanlış, düşündüklerinizi yansıtmamak olur. Sırf düşmanımın düşmanı benim dostumdur mantığıyla hareket ederek sahte kimlikler oluşturmayın.
‘Ülkücüler namaz kılarken devrimciler onlar için nöbet tutuyorsa…’ gibi cümlelere ya da Kadıköy’deki boğanın üzerinde FB-GS-BJK taraftarlarını yan yana gördüğünüz fotoğrafların hoşluğu yanılgısına kapılmayın. Yaptığınız sadece yeni bir büyük ayrımcılığa odun atmak olur. Yaptığınızı şimdi değil ama sonra görürsünüz. Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye gibi. Bu son cümleyi anlamanızı beklemiyorum. Aslında hiçbir cümlemi anlamanızı beklemiyorum.