Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) hal-i pür melali çoğu insana dert olmuştur her zaman…

Partinin gidişatından CHP’li olsun olmasın herkes ruhunun derinliklerinde bir elem duyar ve bir endişe taşır…

Gerçekten böylesine enteresan bir konumu vardır CHP’nin halkın gözünde…

Tabii ki en büyük endişeyi partililer taşır; özellikle de genç partililer…

Yaşları 25 ile 35 arasında değişen birçok isim bugünlerde yaptığı toplantılarla bu makûs talihi tersine çevirmeye gayret ediyor…

Aralarında Erol Yetiş, Levent Reşat Erdoğan, Altuğ Balcıoğlu, Yalçın Ekşioğlu, Muharrem Efe, Hüseyin Kurt, Uğur Özçakır, Okan Karaağaç ve Uğur Acicba gibi geçmişte il ve ilçe yönetimlerinde de görev almış isimlerin bulunduğu bu grup son olarak Erol Yetiş’in evinde bir toplantı gerçekleştirdi…

Her seçimin ardından yaşanan hüsranın nedenleri ve başarıya giden yolda yapılması gerekenler masaya yatırılıyor bu toplantılarda…

Herkes kendi fikirlerini söylüyor ve ilginçtir ki görüşlerin tamamında birleşiliyor…

Örneğin örgüt yöneticilerinin belli bir kaliteye ve bazı kriterlere sahip olması gerektiğini düşünüyor genç partililer…

Örgüt yöneticiliğinin adaylıklar için basamak yapılmamasını istiyorlar…

Milletvekilliği, belediye başkanlığı ve belediye meclis üyesi adaylıklarının tüm üyelerin katılımı ve yargı denetiminde ön seçimle belirlenmesi gerektiğini düşünüyorlar…

Üye yapısının tekrar gözden geçirilmesi, aktif ve gündem belirleyen politikalar üretilmesi, çok daha fazla sahaya inilmesi, basının etkin kullanılması ve de en önemlisi yaşanan başarısızlıkların bir bedelinin olması yönünde görüş birliğine varıyorlar…

Buna benzer birçok tespit yapılıyor bu toplantılarda ki CHP önümüzdeki genel seçimlerden de hayal kırıklığı ile ayrılmasın…

Herhangi bir yere aday olmayı düşünmeyen ve birçoğunu benim de yakinen tanıdığım bu genç arkadaşların tespit ve önerileri kesinlikle dikkate alınmalı diye düşünüyorum…

CHP’nin kurtuluşu her şeyden önce bir ilke ortaya koymaya çalışan, şikâyet etmek yerine oturup tartışan böylesi gençlere sahip çıkılmasından geçiyor…

CHP’lilikten beslenip de partinin hiçbir yükünü omuzlamayan ve sadece seçimden seçime ortalıkta görünüp zor zamanda taşın altına elini koymaktan kaçınan bazı “ağabeylerin” tahakkümünden kurtulmalı artık bu parti…

 

Yeni Türkiye

ve yeni Engin

Bilen bilir, bendeniz de bir zamanlar CHP’nin neden iktidar olamadığına kafa yoran bir insandım…

Sürekli iktidarı eleştirir lakin CHP’ye toz kondurmazdım…

Çünkü CHP her şeyden önce Atatürk’ün partisiydi…

Bu ülkenin en önemli meselesi olan laiklik konusuna en çok CHP sahip çıkıyordu…

Atatürk ve laiklik, laiklik ve Atatürk, Atatürk ilke ve inkılapları ile laiklik, laiklik ile Atatürk’ün göstermiş olduğu muasır medeniyetler seviyesi…

Bu ve bunun benzeri kavramlarla geçti ömrümüz…

Gelinen noktada değişen çok da fazla bir şey olmadığını görüyoruz, son derece hazin bir şekilde…

Sürekli eleştiren ve hiçbir öneri getirmeyen, Atatürk’ün arkasına saklanıp laiklik ve cumhuriyetçilikten gayrı bir kelam etmeyen partidir CHP…

Geçmiş tecrübelerden de istifade ederek bu gerçeğin değişmeyeceğini anlamış bulundum artık…

Türkiye’de bir şeylerin değiştiğini, özellikle sol ve sosyal demokrat geçinenlerin yapması gerekenleri AK Parti’nin yaptığını müşahede ettim…

CHP’nin Sol’la ve sosyal demokrasiyle en ufak bir bağının olmadığını fark ettim…

Böylece Yeni Türkiye içinde bir de Yeni Engin meydana çıktı…

Kimisi memnun oldu bu durumdan, kimisi darıldı, kimisi kızdı…

Kim ne düşünürse düşünsün; AK Parti birçok eksiğine ve yanlışına rağmen alternatifsiz bir partidir…

Ve bu durumun en büyük müsebbibi kusura bakmayın ama CHP’dir…

 

Emin Çölaşan’ın telefonu

Hazır söz Yeni Türkiye’den açılmışken Eski Türkiye’yle ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum sizlerle…

27 Nisan e-muhtırasının verildiği günlerdi…

Askerin bu etkin çıkışının ardından zehir zemberek bir yazı kaleme aldım…

Öyle bir yazı ki değme ulusalcılara taş çıkarır, Yılmaz Özdil’e bile rahmet okutur…

Bu yazımı o zaman Hürriyet gazetesinde köşe yazan Emin Çölaşan’a da yolladım…

Ertesi gün telefonum çaldı…

312 kodunu görünce Ankara’dan arandığımı anladım ama karşıma hiç beklemediğim bir isim çıktı…

“Engin Arapoğlu ile mi görüşüyorum” diyen sese, “Evet buyurun” diye yanıt verdim…

“Engin merhaba… Ben Emin Çölaşan” demez mi…

Haliyle heyecanlandım ve kekelemeye başladım…

“Heyecanlanma heyecanlanma… Yazını okudum… Müthiş bir yazı… Senin gibi genç ve cesur kalemler olduğu müddetçe bu ülkenin sırtı yere gelmez” dedi bana…

Tarifsiz bir mutluluk kapladı içimi…

Teşekkür üstüne teşekkür edip bir süre daha övgülerini dinledim Çölaşan’ın…

Hey gidi günler hey…

Herhalde Emin Çölaşan şimdiki halimi ve yazılarımı görse kalp krizi geçirir…

 

Ön seçim birçok

meseleyi halleder

Gazetemizin pazar günkü manşetinde Milletvekili Engin Özkoç ve İl eski Başkanı Ecevit Keleş, milletvekili adaylarının ön seçimle belirlenmesi gerektiğini söylemiş…

Çok da doğru söylemişler…

Sadece CHP’de değil bütün partilerde yöntem ön seçim olmalıdır…

Her ne kadar kararı Genel Merkez verecek olsa da partide önemli bir tabana sahip bu iki ismin taleplerinde ısrarcı olmaları halinde “ön seçim” mutlaka yapılır…

Ve de “ön seçim” partideki huzursuzluğun, homurdanmanın ve hizbin de belini kırar…

Kimse çıkıp da “Falanca niye aday gösterilmedi… Filanca niye ilk sırada yer almadı” gibisinden çıkışlar yapamaz…

Seçim zamanı çalışmayan partililerin bir bahanesi kalmaz…

Birlik ve beraberlik sağlanır, CHP de alacağı oyun maksimumunu alır…

Peki, buna rağmen el altından kuyu kazmalar devam etmez mi…

Üzülerek ve içim acıyarak cevap veriyorum ki eder…

Ne demiş akrep, üzerinde dereyi aştığı kaplumbağayı soktuktan sonra:

“Ne yapayım, huyum kurusun!”