Tevazuu birikimiyle, cesareti zerafetiyle yarışıp da kendi kendisinin kıymetlerini aşıp geçebilen, her meselede kendi zirvelerinin yokuşlarını sökmeyi gerektiren bir koşuyu durmaksızın sürdüren çok az fani gelir dünyaya. Selahaddin Şimşek, onlardandı.
Gençliğim beni yanıltıyor olamaz. Tarzını, tavrını, müktesebatını erdem kıstaslarının mihengine vurduğumda, özlemekte haksız olmadığımı, bin kerre, yüzbin kerre hasreti hak ettiğini bir kere daha anlıyorum.
Merhum Ünal Ozan, yeni belediye binasının giriş katında, başkanlığa çıkan merdivenlerin başına astırmıştı bir posterini. Siyah beyaz bir resim. Ahmak bir elin zalim çekiciyle vurduğu, beceriksizce yamulttuğu, sert bir yere denk gelmiş bir çivi var resimde. Eğilmiş. Fakat gölgesi dimdik duruyor. “Eğilenler oldukça dik duranlar olacaktır! Ş.” Nerede asılı acaba şimdi o poster? Kim bilir? Arkadaşları her yerde iktidardadır oysa.
Bir defasında asma altındaki kahvehaneye mühim kimseler geldi. Devleti idare etmişler, kerleri ve ferleri olmuştu. Bir müddet ayrı kalmışlardı iktidardan. Yeniden gelmek istiyorlarmış. Ak Parti falan kurulmamıştı daha. Önce Selahaddin Ağabey tanıştırıldı. “Tanımaz mıyız” dediler. Elhak hürmette kusur etmediler. Rahmetli hastaydı, yakında ölecekmiş, konduramıyoruz, tek gözü sargılı, görmüyor, tümör bası yaparmış meğer, ağrısı çok. Devletliler de takdim edildiler, falanca şudur, filanca budur. “Tanımıyorum” dedi Selahaddin Ağabey. “Ama Selahaddin, hani bilmem ne partisinin, bilmem ne makamının…” diyecek oldular. “Tanımıyorum dedim ya, milletvekillerini tanımak zorunda mıyım? Mesele nedir?” dedi. Dediler ki “Yani bir parti kurmak lazım. İslami olmalı ama İslami olduğu belli olmamalı. Yani iktidara gelinceye kadar. Sonra açıklarız niyetimizi. Yeteri kadar güçleninceye kadar, fırsatını buluncaya kadar saklarız asıl kimliğimizi…” Aynen böyle dediler. Rahmetli o kadar kızdı ki. “Pekala” dedi. “İslam geldiğinde ne yapacağını daha gelmeden evvel söylemeden hiçbir yere gelmez.” Bekletmeden de ilave etti: “Sizin gibilerle de hiçbir zaman gelmez.”
Rahmetli Selahaddin Şimşek, alnını secdeye koyan adamdı. Alnının arkasındaki cevherin kıvrımlarında da tertemiz kalbinin neşideleri yankılanıyordu. O, alnının içini de, arkasını da… Gönlünü de secdeye koyan adamdı. Dik duran adamdı. Çok az şey öğrenebildik, çok az şey alabildik. Hem vakit yetmedi, hem kalitemiz, havsalamız hem de yüreğimiz. “İnsanlar O’na benzesinler diye yaratılmıştır. Göklere giden yolu bulmak isteyenler Allah’ın elçisinin yerdeki ayak izini takip etsin!” diyordu.
Neydi o iz? “Yiğitlik, kahramanlık, pehlivanlık, hasmını yenmekte değil, öfkesini yenmektedir” buyurdu Hz. Muhammed. Resul-i Ekrem, harpte, düşman karşısında cesur fakat Müslümanlar arasında mütevazı olmayı önerdi, örnekledi ve öğütledi. Mekke’yi fethinde, evet bir elinde putları devirdiği asa vardı ama diğer kolunda torunu Ali’yi taşıyordu. Küçük bir çocuğu eyleyen bir dede fethetti Mekke’yi… “Rahmetenlilalemin”di. Sadece arkadaşlarına değil bütün aleme rahmet olarak gönderilmişti. “Ey iman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz!” ayetini de ilk evvel rahmet peygamberi duymuştu.
Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah Humus şehrini alınca “Ey Rumlar! Dışarıdan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan aldığımız gibi, sizden de senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz.” dedi. Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip teslim ettiler. Heraklius’un Antakya’ya hücumu haberi gelince Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah bu defa şunu ilan etti: “Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım emir üzerine Heraklius ile gaza etmeye gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Beyt-ül-mal’e gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.”
Dindar bir nesil yetişmesini kim istemez? Peki kimler yetiştirecek bu dindar nesli? Kimler örnek olacak?
Selahaddin Şimşek’in arkadaşlarını arıyoruz!