Yarın sabah… Seher yıldızı gibi… “Tarık” gibi doğmanı dilerim. “O, ışığıyla karanlıkları delen bir yıldızdır.”
“Tarık” mısın, “Sinan” mı? Karar veremedik. “Tarık” (Bin Ziyad) İspanya kıyılarına çıkar çıkmaz “gemilerini yakmış” bir adam. Ufku geniş, kararlı, tutkulu ve muzaffer… Endülüs’ü ona borçluyuz. Acaba kumandan mı olacaksın yoksa bir sanatkar mı? Bilemiyoruz. Süleymaniye’nin kubbesine kaç meydan muharebesi sığar, kaç ülke, kaç hazine? Sinan da (Koca Mimar) çalışkan, bilgili, sabırlı, inanmış ve duygulu… İstanbul’u “Fatih” fethetti ama Sinan “İstanbul” yaptı. İster “Tarık” ol ister “Sinan”… “Kitab”ı olan, “Kitab”a hürmeti olan, “Kitab”la ünsiyeti olan bir “adam” olduktan sonra daha da “büyük” olmana gerek yok.
“Tarık” ya da “Sinan”… Önce “Ali”sin sen.
Kusura bakma sana kim olduğumuzu söylemedim. Ben Cihat. Cihat Zafer. Sesimi duydun çok. Bizi gördüğüne de inanıyorum ama göbek bağının çok gelişmiş bir tür bilgi, ses ve görüntü kablosu olduğunu, benim ve annenin gördüğü, duyduğu her şeyi sana aktardığını bilim adamları hala ispat edemediği için üzgünüm. Annen mi? Onu benden daha iyi tanıyorsun. Hala bir aradasınız, en azından yarın sabaha kadar. Adı Aysun. Biraz da bunun için “Tarık” mı olmalı adın? Annen “Ay” sen “Yıldız”… Annen, güçlü, onurlu, temiz ve tutumludur. Ne kadar “güzel” olduğunu yarın sabah kendi gözlerinle göreceksin.
Kırk yıl yaşadım, sen gelinceye kadar. İyi kötü bilirim, eğriyi doğruyu. Tazeyi, bayatı... Aydınlığı, karanlığı... Dostluğu ve düşmanlığı… Az çok bilirim kazanmayı ve kaybetmeyi... Seni ilk gördüğümde ne hissedeceğimi ise inan bilmiyorum. Sana “baba”lık yapabilecek kadar “olgun” değilim. Biraz “çocuk bir baba”n olacak anlayacağın. Belki de birlikte büyüyeceğiz.
Doğuyorsun demek, ne güzel. Gel çocuğum, gel ve yaşa sen de. Soğuk sular iç. Sıcak ekmekler ye. Okumayı öğren. Yazmayı. Yağmurda huzurla yürü. Karda neşeyle düşün. Güneşin atında sükunetle dur. Kuşlar uçacak, balıklar yüzecek, rüzgarlar esecek. Geceyi ve gündüzü göreceksin. Yıldızları. Çiçekleri. Ağaçları. Bulutları. Ha, o mu? O bir uçurtma. İnadına yaptığımız şeylerden biri. Özgürlük için! Safçasına! Saflık mı? Kitaplar okuyacaksın ya, işte o kitaplar bitince anlayacaksın “saflık” ne demek. Annene dokuz ay boyunca yedirdiğin şeyin adı da dondurma. Bol bol yemeni tavsiye ederim. Özellikle pantolonunun paçaları kısayken. Pantolon paçası uzayınca erkeklerin hayattan aldıkları lezzet azalıyor maalesef. (Babalık duygusu hariç! Belki de artık çocuk gibi dondurma yiyemeyen erkeklerin çocuklarına dondurma yedirerek hayata tutunmalarıdır babalık!) Mesela benim arkadaşlarımdan bisiklete binen hiç kalmadı. Doğru dürüst “yürümeyi” bile unuttu çoğu. “Yürütmeyi” öğrendiler ama. Boş ver. Şimdiden kirletmeyeyim gönlünü. Ömrün bu kirlilikle “baş etmeye çalışarak” geçecek zaten bu “mübarek” memlekette! Adalete, emeğe, bilime, özgürlüğe, eşitliğe sahip çık. Yaşanabilir bir ülke olacaksa “bu ülke”, sen ve arkadaşların yapacaksınız bunu. Oyuncakların olacak elbet, bisikletin de. Arabalara çok özenme. Arka koltuklarında (Özellikle siyah renkli olanların özellikle sağ arka koltuklarında) dondurma yiyebilmen biraz zor. En azından bisikletteki kadar zevkli değil. Masalları, hikayeleri, şiirleri seveceksin. Yaşamayı seveceksin. Umarım ve dilerim dünyayı çok sevmezsin. Şöyle demeliyim aslında. O kadar çok seveceksin ki dünyayı… Katılmayı kainatın ahengine, rengine, sırrına… Dünyanın değerine iyilikler, güzellikler katmayı… Metelik bile vermeyeceksin, pabuç bırakmayacaksın “dünya”ya. Daha ötesine erecek, yetecek aklın, fikrin, yüreğin. Bir “Allah”ı olmanı, “Allah’la” olmanı, “Allah’a” yakın olmanı dilerim.
Benim güzel oğlum, iki “şey”i nasıl karşıladığın kaliteni ve kalibreni belirleyecek. Aşk ve ölüm. İkisinin arasındaki “meşgale”ye “hayat” diyoruz. Aşk çocuğusun, aşk adamı olman gerek. Ölüm mü? Uzun, çok uzun yıllar sonra bu satırları okursan bana hak vereceksin ki, çocuğunu kucağına aldıktan sonra pek de önemi kalmıyor ölümün, eğer bir de “sonsuzluğun çocuğu” olabildinse. Elbette senin de çocuklarını annelerinin kucağında görmeni çok isterim. Hatta onların çocuklarını da.
Yazdıklarım yüzünden hayat hakkında yanlış düşüncelere kapılmanı istemem. Kendi hayatını yaşa, içinden geldiği gibi, doya doya… Güçlü ve güven duyulan bir baba olmayı kim istemez? Eğlenceli bir baba olmayı? Fakat erkek olduğu için baba olmuyor ki insan. Çocuklardır erkekleri “adam” eden, “baba” yapan. Yani biraz da sana bağlı benim iyi bir baba olmam. Ne yapmam gerektiği konusunda yardımcı olursan sevinirim.
Doğuyorsun demek, ne güzel! “Ali Tarık” mısın, “Ali Sinan” mısın daha karar veremedik ama “Ali”sin sen. Önce “Ali”sin. “Ali” gibi cesur, alim, cömert, aşık… “Ali” gibi “Hak’tan bize Sultan-ı müeyyed” olan “Ahmed-i Mahmud-u Muhammed”e “dost” olarak gelip geçmelisin bu meydandan… Üçler, yediler, kırklar, evliyalar feyzi bereketiyle “ali makam”lara ereceksin ama önce annen ve benim için çok ama çok “Ali” olduğunu bilmelisin.