Mayıs’ın 10 ile 16’sını kapsayan günler Engelliler Haftası olarak bilinmekte ve yaşanmaktadır. Eli kalem tutan engelli birey olarak bu haftayı es geçmek yakışık almazdı. Bu imkânımı tüm engelli kardeşlerimin adına kullanmam bir vazifedir. Elimizden ne geliyorsa yapmalıyız ki beklentilerimizi isteyecek yüzümüz olsun…

İtiraf ediyorum böyle bir vazifem olsun istemezdim. Kalem tutmanın ve engelli insanların bir nevi sesi olmanın ağırlığı olmasa yani bireysel bir davam olsa asla mevzu bahis etmezdim bu konuyu. Ama engelli bireyler mücadele ettikleri ve başardıkları her branşın platformunda engelliliği ve haklarını her şartta hatırlatmaya mecbur. Çünkü bizi bizden başkası anlamıyor.

Bu konu hakkında yazmak istemememin veya isteksiz oluşumun sebebi klişeleşmiş cümlelerin ötesine gidememek ve duygu sömürüsü yapılıyor gibi gözükmek. Önyargılı mıyım bilmem ama ilk paragrafta ki engelliler haftasından sonra gözleri başka tarafa kayan insanları hissetmek…

Bu önyargın kuvvetli nedenleri var. Değişen veya değişmeye çalışan insanların sayısın cüzi oluşu misal. Benim kanaatimce hiçbir işe yaramayan seçim araçları gibi gürültü yaparak kimseyi rahatsız etmek istemem ama mantık aynı bir insan kazanabilirsek kârdır…

Bizler adına geliştirilmesi gereken binlerce proje, yapılması gereken yüzlerce icraat var ki… Sokağa çıkıldığındaki her alanda yüzümüze çarpan sorunlar. İş olanakları, Camilerde bizler için özel mekân olmaması, kaldırımların sağlıklı insanlar için bile kullanışsız olması… Saymaya devam edersek iki makale boyutunda ve sadece kısa başlıklarıyla yetirebiliriz.

Benim bu saydıklarımın çoğunluğunu halk inşa edemez. Sadece inşa edileni korumakla sorumludur. Büyük koltuklarda oturan büyüklerimizin bizleri görmesi ve vazifelerini yapmaları ülkemdeki tüm sağlıklı düşünen insanlar gibi şevkle ama maalesef umutsuzca bekliyorum…

Bizde halkı kazanmaya yönlenelim.  Belki yine kaldırımda düzgün bir şekilde ilerleyemeyeceğiz ama manevi olarak destek görmenin huzuru olacak içimizde. Belki sesimiz daha gür çıkacak ve büyüklerimiz daha iyi duyabilecek, tepkisiz kalmayacaktır kim bilir?

Değiştirmeye bakış açımızdan başlayalım öncelikle. Tesadüfi bir şekilde açtığım internet sitesiwww.engelliler.biz’de Bülent Küçükaslan’ın 2012 yılında yayınlanmış bir yazısı toplum olarak düşüncelerimizin ne kadar sığ olduğu gün yüzüne vuruyordu. Sohbetin konusu biz olduğumuzda “herkes engelli adayıdır” cümlesi ve tezi üzerinden haklarımız korunmaya çalışılıyor ve bu durumun yanlışlığı açıklanıyordu..

Bu tezin neresi yanlış diyebilirsiniz. Açıklayalım. Aslında insanın bencil bir yapıya sahip olduğunu kanıtlar bu cümle. Kendisini bizim yerimize koymadan haklı bir hak arayışına ortak olamamak yanlış. Çok güzel bir örnek ile açıklanmıştı. Bir gün kadın olabilirim diye kadın haklarını savunmak kadar saçma bu cümle…

Belki biraz kolaya kaçmak olacak ama makalenin en can alıcı paragrafını sizle paylaşmak istiyorum. “Benim bedenimden kime ne? Tekerlekli sandalye kullanıyor olmamın beni talihsiz bir adam yaptığını nereden çıkartıyorsunuz? Görmüyor ya da işitmiyor olmamın yaşamdan aldığım tadı azalttığını nereden biliyorsunuz? Bir bacağımın diz altından ampute (kesik) olmasının baş edilmesi güç bir hâl olduğunu size kim söyledi? Bu bedene hapsolduğumu mu sanıyorsunuz? Sevgilim olamaz mı, sevemez miyim, bir bedeni canım çekemez mi sizce? Sahi, bunların peşinden koşmaktan sizin kadar tat almadığımı düşünecek kadar ahmak mısınız? Kendinizi mükemmel mi sanıyorsunuz? Farklı bedenlere, hâllere, kimliklere dair ne biliyorsunuz? Bedenimle sorunum olduğunu mu sanıyorsunuz? Sağlamlığınızı önemsediğimi, size öykündüğümü de nereden çıkartıyorsunuz? Benim gibi olmanın korkulacak bir şey olduğu düşüncesi, beni tanımayan sizlerin kafasındaki yanlış bir kurgu olmasın sakın? Hey! Tüm sakatlığımla/endamımla karşınızdayım, bana bakın... Sorumsuzluk: “Trajik yaşamlar”
Bakın, ve sağlamcı ahmaklıkla yaratılan bu dünyada bana yaşamı dar ettiğiniz için kendinizi sorgulayın! Her, ama her yer merdivenlerle, erişilmez binalarla, uygunsuz toplu taşıma araçlarıyla dolu olduğu için; kapıdan çıkıp berbere, kasaba, eczaneye, sinemaya, tiyatroya, konsere, müzeye, sanat izlemeye, kahveye, bara, parka, camiye, tuvalete, arkadaşıma vs. gidemediğim, istediğim durakta metrobüsten inemediğim için kötü hissedin. Umursamaz ve tektipleştirici eğitim sisteminin, dışlayıcı istihdam politikalarının, birbirimizden uzak kalmamıza neden olan popüler kültür bombardımanlarının ve içine hapsedildiğimiz sistemin parçası olduğumuz için hep beraber üzülelim. Çocuklarımıza bedenin farklı hallerini, farklı gerçeklikleri, farklı yaşamları, farklı ihtiyaçları öğretmediğimiz için, saygı duymayı ve dayanışmayı anlatmadığımız için utanalım. Yani, sorumluluğu üzerimize alalım. “

Söylenecek çok fazla söz bırakmıyor Bülent Küçükaslan. Bir doğruya sadece doğru olduğu için doğru diyebilmeli aynı şekilde haksızlığa haksız olduğu için karşı çıkabilmeliyiz. Bizi dünyayı ele geçirmeye çalışan ve sonra gazi olan kişi misali hem korkunç hem de acınası görmeyin… Allah’a(c.c.) emanet olun…

e-mail : [email protected]