Altı çizili kitap cümlesi ya da okulda ezberlemeye çalıştığımız şiir dizesi kadar akılda kalıyor hayat. Hatırlayamadığımız ama mırıldandığımız şarkılar gibi canlı tutmaya çalışıyoruz anıları. Ne kadar başarılı oluyoruz orası tam bir muamma…

Hani diyoruz ya;acı tatlı yaşıyoruz diye, damağımızda hep tatlının tadı kalsın istiyoruz ama… Açık büfeden tabağımıza sadece tatlı almışçasına yaşamıyoruz ki oysa.

Açık büfe deyince aklıma geldi. Pazartesi ve Perşembe günleri manası derin müthiş cümleler yazan Gökhan Özcan’ın son yazısındaki bir diyalog gelsin izninizle. “Sofradan doymadan kalkmak gerek” dedi biri. “Biz zaten hiç doymuyoruz ki!” dedi diğeri.

Çok bilinmeyenli bir denklem gibi zor kişiliklere sahibiz. Çelişkili davranıyoruz kendimize ve insanlara. Zor kişiliklere sahibiz dedik fakat kolayca çözülüyoruz kalem ucunun sertliğindeki darbelere…

Kalıcı olmalı dokunduğumuz, gördüğümüz her şey bizim nezdimizde. Fotoğrafını çekmeliyiz veya videoya almalıyız. Ama bunları yapan aletlerin maksimum beş yıl ömrü olduğunu unutuyoruz…

Okul zamanımda haylazlıklarımı torunlarıma anlatmak için yapıyorum derdim ileri ki günleri düşünmeden; insanları kendime benzetiyorum şimdi, tat almadan vazifeymiş gibi kaydediyorlar hayatı, ölümü unutarak…

Bir hapşırık ile mikroplardan kurtulduk diye  “çok yaşa” temennisi duyursak günümüzde aldığımız her nefeste çok çabuk ölmemizi isteyecek varlıklar mevcut yaşamda…

Şairler şiirler biriktiriyor. Müsvedde müsvedde üstüne atıyor. Tekrar tekrar yazıyor.  Sonra tek bir şiir oluyor. Peki, şiir, okuyanları tek bir yürek yapabiliyor mu? İnsan biriktirebiliyor mu?

Biriktirmemin manası tasarruf ise değerlidir. Hayat geçip giderken günleri çuvala dolduramayacağımıza göre, dünya dönmesini engelleyen el freni olmadığına göre,sen yaşa be kardeşim…

Filmlerde, dizilerde klişeleşmiş bir sahne vardır. Ailenin büyük çaplı paraya ihtiyacı varken evin küçük çocuğu kumbarasını getirir.  Elbette derman olmaz ama bir olmanın değeri anlaşılır. Hiçbir para kumbaranın içindekinden değerli değildir…

Çok büyük çukur olsaydık, bu yağmurlar bizi göl rütbesine getirir miydi? Yoksa sel olup akar mıydı şehir merkezine? Kurur muydu toprağımız? Bir yeşillik olsun çıkmaz mıydı üstümüzde? Cevabı bilinmez soruların, yaşayacağız ki göreceğiz…

Allah’a(c.c.) emanet olun…

e-mail : [email protected]