Eski Reji Sokağı’nın sonunda Çark Caddesi’ne komşu Başak Camii, Başak Pınar Blokları ve DSİ’nin bulunduğu alan, ilimizin sandalye imalatçılarının yer aldığı, mini bir sanayi semtiydi 1950-60’lı yıllarda…

Orada sadece sandalyeci ustası ya da çırağı yetişmedi…

Pek çok futbolcu ve ses sanatçısı da çıktı o renkli semtten…

Mikail Temizel, Başoğlu kardeşler, Mekki Başak, Tabak Ziya, Avukat Mecdi Okuyan gibi Sakarya futbolunun unutulmaz sporcuları yanında Şerafettin Hergünvar ve Sakarya Musiki Cemiyeti eski ses ve saz sanatçıları, hep bu semtin yetiştirdiği değerler olarak bilinirdi…

Onlardan birisi de, katıldığı toplantılarda ve sohbetlerde eksikliğini hissettiği ve oluşturduğu küçüklük kompleksinden sıyrılıp, “ne kadar izim, loji, mistizm” varsa okuyup farklı bir iklime kavuşan; çocukluk günlerinin geçtiği köyde okul bulunmayıp Adapazarı’na taşınan bir ailenin ferdi olan Ekrem Çepni idi…

“Paletimde renk sustu, fırçamda şekil” diye başladığı şiirine çok sayıda şiir ekleyen Ekrem Çepni’yi böyle bir yola sevk eden -kendi ifadesine göre- “Tahsil fukaralığı” olamazdı sadece…

Ona ayrıca ilham veren bir periydi geç bulup tez kaybettiği, tek aşkı Yıldız Hanım

Böyle mektep-medrese görmeden kendini yetiştiren ve bir akademisyen kadar donanımlı olabilen kişi sayısı azdır…

Adapazarı Belediye Başkan Vekili Erol Aydın’ın dayısı olan Çepni ile yollarımızın kesişmesi, yarım asır öncesine dayanır…

Bizim Bahçe’de yer verdiğimiz, müşterek dostları hatırlatan bir yazımız mutlu etmiş onu…

Bu nedenle akrostiş bir şiir yazmış, ismimin ve soyadımın baş harflerini yukardan aşağı sıralayarak...

Sonra da bir mektup, hislerini dile getiren…

Önce şiirini, sonra yazdıklarını okuyalım…

HIZLI TREN

Zaman hızlı bir tren, bilmiyor hiç dur durak,

Eski dostların çoğu taşındı bu dünyadan.

Karanlık bir çöktü mü çıkış yok aydınlığa.

İşte bütün mesele bu, olmak ya da olmamak…

 

Ağladık sızladık aşklar yaşadık dolu dolu

Yolun sonu gelmeyecek sandık hiçbir zaman.

Dram ekspresi karışken sonsuzluğa,

Iskalayarak geçtik hayatın çok şeyini…

Nereye gittiğimizi sorgulamadan…

Tren geldi biniverdik vagona

Ecel yolcuğu imiş meğer başlayan,

Pikniğe değil, hiçliğe gittiğimizi geç anladık

Ermek üzere iken son durağa…

NOT: Hayırlı yolculuklar Zeki kardeşim…

 

Bu da mektubu…

“Eski dostum Zeki Aydıntepe,

Ben eskiden canlı müzik yapılan mekanlara gittiğimde, ses sanatçısı hanımlar masama gelerek sorarlardı bana, hangi şarkıyı seslendireyim diye… Daima ‘kayboldular birer birer eski dostlar, eski dostlar’ diye başlayan şarkıyı isterdim.

Vefasızlığı tescillenmiş dostlara, sitem etmeye çalışırdım aklımca oralarda…

Ne var ki gazetende benimle ilgili yazdığın yazıyı okuyunca, bütün eski dostların vefasız olmadığını sayende yeniden öğrendim…

Mevzubahis yazında benim tahsil fukaralığımdan söz etmişsin… Doğrudur.

Benim çocukluğumun geçtiği köyde okul yoktu…

O yüzden ben okumasını elime geçen her şeyi okuyarak, yazmasını da defter bulamadığım zamanlarda tırnaklarıma yazarak öğrendim.

Ne var ki tahsil fukaralığım bende yarattığı küçüklük komplekslerim çok şey öğrenmeye zorladı beni.

Bütün lojileri, izimleri, hatta mistizmi, narsizmi öğrendim de senin de gördüğün gibi imla kurallarına riayet edebilmeyi bir türlü beceremedim.

Yazdıklarımı benim yazdığım gibi değil, okunması gerektiği gibi okumaya çalış lütfen…

Bahse konu yazında rahmetli eşim Yıldız Korkmaz’dan da  (Çepni) söz etmişsin.

Onunla ilgili yazmak istediğim çok şey var ama okuma sabrını zorlamak istemem…

Hani herkesin bildiği bir söz var onu yazmakla yetineyim…

‘Evleneceğiniz insan geldiği zaman, bir boşluğu dolduran değil gittiği zaman boşluğu doldurulamayacak biri olsun’ derler.

O benim için öyle idi, 25 yıl oldu bıraktığı boşluk hala duruyor…

Love Store (Aşk Hikayesi) filmini seyretmiş olanlar bilir, bizim hikayemiz aynen o filmdeki hikaye gibiydi…

Şimdi de meselenin en mühim kısmına gelelim…

Söz konusu yazında eski futbol günlerimizden bahisle, pek çok arkadaşın ismini yazarak sıralamışsın…

Daha doğrusu, kalanlara gidenleri harmanlamışsın…

Yazdığın yazıyı okuduktan dört gün sonra Şevket Ağabeyi  (Başak) gördüm rüyamda…

Bu dünyadan o dünyaya gönderdiğimiz arkadaşlarla bir takım kurmuş orada…

Adını da ‘Cennetspor’ koymuşlar…

Yakında cennet cehennem arası maçları varmış, ben de takımda santrafor oynuyormuşum…

Senin takımdaki yerini sordum, dedi ki ‘O bir müddet daha yedek kulübesinde bekleyecek.’

Haberin olsun… Hayat dediğimiz şey bir defalıktır… Yalnızca bir defalık…Geldi mi kaçınılmaz son, ne nakarat var şarkılarda olduğu gibi ne de reenkarnasyon…

Yaşarken dostluklarımızın kıymetini iyi bilelim Zeki kardeşim…

Samimi selamlarımla… Ekrem Çepni

NOT: Öte dünyaya gittiğimin ertesi günü, gazeteni cennette okuyacağım. Eğer benimle ilgili bir yazı yazmamışsan, bizim takımda sana yer yok…

O durumda bizde değil, karşı takımda oynarsın…”

İstedim ki aynı takımda yer alayım, şiirini ve mektubunu Bizim Bahçe’de çiçeklerle süsleyerek…

Sevgili Çepni der ki “Bu insanlara acıyorum… Herkesin mutlaka ama mutlaka öleceği bir dünyada neden birbirlerini öldürmek için sabırsızlanır insanlar, anlamak mümkün değil!”

Keşke herkes, kan gövdeyi götürdüğü bu acımasız alemde Aşık Çepni gibi düşünebilse, hassas olsa…

İşte o zaman daha güzel ve daha anlamlı bir dünyada yaşamanın dayanılmaz mutluluğu içinde olur herkes…