Kendime verdiğim sözü tehlikeye atacağım… “Hangi söz” derseniz eğer, gazetemizde çıkan ilk yazımda verdiğim söz… “Size, ne kirlenmiş siyaset dünyasından bahsedeceğim ne de fanatizmin alıp başını gittiği spordan” dedim ya işte “o söz”…
Aklınıza bu hafta ki derbi gelmesin… Ben spordan bahsetmeyeceğim… Bir tek siyaset kaldı elimizde derseniz eğer o kirli evin içine girmek istemiyorum lâkin haylaz bir çocuk edasıyla ziline basıp kaçmaya çalışacağım… İnşallah kapı açılmadan ve çirkin yüzlü yaratıklar yüzünü göstermeden o tehlikeli sokaktan uzaklaşabilirim…
Siyaset adamlarını ayrı bir tarafa koyarsak halkın büyük çoğunluğunun dertlerinin “memleket” olduğunu düşünüyorum… Bu ülke nasıl daha iyi yerlere gelir diye en temiz halleriyle görüş bildirirler. Ya da temiz olduklarına ben inanmak istiyorum… Siyasetçiler öyle değildir lakin… Siyaset; misyon, vizyon ve komisyon için yapılır… Bu yolun içine girildi mi ne kadar temiz olursa olsun insanlar maalesef istenmese de vizyon ve komisyondan da paylarını alırlar…
Temiz olduğuna inandığım ve tek dertleri ecdadları gibi “vatan” ve “bayrak” olan kişilerin hangi tarafta olduklarının bence pek bir önemi yok. Elbette bu ülkenin menfaati için karşıt fikirde olduğum insanlar olacak ama yineliyorum davaları “vatan” ve “bayrak” ise ortak payda bulunur…
Herkes olan bitenden şikâyetçi… Çıkan çıkmayan kararlar… Söylenen, söylenmeyen sözler… Her yaşanılan saniye bizi üzecek sebep ile doğuyor… Hayatın her alanında olduğu gibi siyasette de bittabi… Peki, can alıcı bir soru soruyorum, elinizdeki maddi olanakları hiç düşünmeyecek kadar zengin olsanız bu şikâyet ettiğiniz memleketten ayrılır mıydınız?
Düşünmeden verilen cevaplar “evet” olur kişisel kanaatime göre. Hiçbir imkân bu ülkede doğmuş, büyümüş, ekmeğini yemiş, suyunu içmiş kişiye yine bu ülke kadar huzur veremez… Daha huzurlu olmak için gittiği yerden en fazla üç-beş sene sonra dönmek isteyeceğine eminim… Kürkçü dükkânı örneğinde olduğu gibi… Aksi durumda hangi bülbül dile gelip “ah vatanım” der hem de “altın kafeste”…
Vizontele filminde belediye başkanı rolündeki Altan Erkekli’nin şu repliği hafızamda yer etti. “Burayı seversen orası dünyanın en güzel yeridir ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir”… Ne kadar eksiklik aksaklık olmasına rağmen insanca yaşayabilmek sevmekten geçer. Bu sevgi belki de mecburidir ama ortada sevgi varsa gerçek “yaşam” da vardır…
Gurbette yaşamış insanlara bakıyorum, özellikte orada doğmuş olan kişiler için gönlümde burukluk var. Hep bir arada kalmışlık sezinliyorum… Ne bizden ne de onlardan olabilmişler… Anne babaların asıl memleketlerinden daha iyi olanaklar bulma umuduyla göç etmeleri evlatları çok zor durumlara düşürmüştür…
Son verilen örnekte olduğu gibi ne kadar şikâyet edersek edelim yaşadığımız diyardan daha iyi yer bulamayız. Her ülke vatandaşı için geçerlidir bu durum… Belki de gidecek yerimiz olmadığındandır bu kavgamız… Bazı insanların menfaati değildir… Keşke sebep bu olsa… Ben yazdım ama kendim bile inanmadım esasen… Size Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiiriyle veda ediyorum. Allah’a (c.c.) emanet olun…
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

e-mail : [email protected]