Geçenlerde bir dava da şahit olarak dinlenmek üzere “Adliyeye” gitmiştim.

            Bize sıra gelene kadar, yaklaşık yarım saat mahkeme koridorunda oturup bekemeye başladım. Bir diğer şahit ve avukatımız da yanımızda idi.

            Mübaşirler, salonun değişik kısımlarında ki mahkeme kapılarından, var sesleri ile bağırarak, sırası gelen, yani duruşması başlayan, davaya konu avukatları çağırıyor, avukatlar da koşuşturma içinde yetişmeye çalışıyor, bir kısmı cübbesini bile yolda giyiyor, hem yürüyor hem de cübbeyi sırtına yerleştiriyorlardı.

            Bu usul ve uygulama çok garibime gitti.

            21.Asırda, Milenyum da,teknolojinin başdöndürücü hızla gelişip yaygınlaştığı bir çağ da, bizim mahkemelerimiz de, hala bağırıp çağırma yöntemi kullanılıyor, avukatlar doğal çağırma metodu, yani ses ile davet ediliyorlardı.

            Adliye teşkilatına, çalışma şartlarına ve sistemine vakıf olmadığım kesin.

            Daha teknik bir sistemin olup olamayacağını da bilmiyorum

            Bildiğim bir şey var ki, o da, bu sistemin biraz ilkel olması veya bana öyle gelmesiydi.

            Kafamızın şişmesi şöyle dursun, bu şekil bana tuhaf geldi.

            Mahkemelerin yüzü zaten soğuk.Orada bulunan insanlar da sıkıntılı ve dertli. Bu atmosfer içinde bir de bu bağırıp çağırmalar, işin tuzu biberi oluyor gibi geldi bana.

            Biraz irkildim, ürktüm. Sesden yoruldum diyebilirim.

            Biri ordan, biri burdan bağırıyor, avukat çağırıyor.

            Koridorlar da, bağırmalar yankılanıyor.

            İnsan kendini seyyar satıcı pazarlarında gibi hissediyor. Ya da işportacılar arasında.

            Avukatlarımızın kariyer ve karizmasına da uygun bulmadım bu metodu.

            Bu işin başka bir yolu, yöntemi olmalı.

            Her şeyin otomatikleştiği, merkezileştiği, elektıronikleştiği bir çağda, insan sesi ile iletişim kurma, muhaberatın ses ile hem de yüksek ses ile sağlanması çok garibime gitti.

            Bizim avukat ağabeyimizle de bunu orada müzakere ettim. Bu şeklin hoş olmadığını söyledim. “Böyle mi olmalı, başka bir yol bulunamaz mı, bulunamadı mı” dedim.

            Denendiğini, ama olmadığını söyledi. Haklı olduğumu, ama başka bir çare bulunamadığını belirtti. Gerekçelerini anlatmaya çalıştı. Değişmesi gerektiğini, kendilerinin de mevcut durumdan memnun olmadıklarını, ama, yerine ikame edilebilecek, işleyebilecek ve işletilebilecek bir formül bulunamadığından bahsetti.Bazı illerde denendiğini de söyledi.

          Ben yine ısrarla, bir çaresi olmalı, bulunmalı dedim. Gerekçesi ne olursa olsun bu yöntem, yöntem değil bana göre.

          Bir kere çok gürültülü. Yani kafa yorucu.

          Biraz da moral bozucu. Dertli ve sıtıresli insanların olduğu bir yer. Onların yanında sert bağırma ve çağırmalar, olumlu katkı sağlamıyor onlara. Bağırmaların her taraftan yükselmesi, birbirine karışması, işi iyice sevimsizleştiriyor.

          Bir nebze de kaba kaçıyor.

          Bilmiyorum, belki de bana öyle geldi.Sık bulunduğumuz yerler değil.Mahkemeler cezaevi değil.Yargılama bitene kadar masumiyet pırensibinin geçerli olduğu yerler.Onun için, buralarda her şey güzel olmalı.Uhuletli ve sukünetli olmalı.Allah  kimsyi mahkemelere düşürmesin, ama eksikliğini de vermesin. ADALET HER ŞEYİN BAŞI. OLMAZSA OLMAZIMIZ. Bir devletin en mühim kurumu.Kurumlar arasında ilk sırada.Öyle olmalı. Mahkemelerimizden hiçbir şey esirgenmemeli. Tüm talepleri eksiksiz karşılanmalı. Adalet tam, tastamam gerçekleşmeli.

         Oralarda devamlı bulunanlar belki de alışmıştır bu duruma. Zor gelmiyor, rahatsız olmuyorlardır.

         Ama, ince, zarif ve sevimli bir yöntem değil. Başta Adalet Bakanlığımız olmak üzere, ilgili ve bağlı kurumlar bunun üzerinde çalışmalı. Mutlaka bir çare bulmalı.Dünyaya bakmalı. Her ülke de böyle mi acaba?

         En azından, biraz daha iyisi olmalı. Ama mutlaka üzerinde çalışılmalı.