Kursakta kalan yumruyu, gece kaçan uykuyu veya zihinde dolaşan bin bir soruyu susturmanın yolları vardır. İnsanın yaşayışına göre değişir. Yeteneğine göre değişir… Ama elbet yollara düşer derdi olan…
Sabretme gücü ve yetenekleri kısıtlıysa zararlı maddelere bağlanılır. Belki zihni boşaltma isteğindendir. Rahatlamanın “en ucuz” yoludur lakin… Bir sigara dumanı ciğerlere, bir bardak alkol kana karışır ve kısa da olsa zihne unutturur her şeyi…
Mühim olan unutmak mı peki? Zaten hiçbir şey bir anda ve uzun süreli unutturmayacağı için önemini kaybediyor değil mi? Tükenmişlik anında son çare gerekiyor ama… Tükenmez kalem yazmayınca son bir “nefes” vermemizdeki umut misali…
Ferhat Göçer şarkısında “balkona çık bağır bağırabildiğin kadar” diyor ama “bağırmak” ne kadar fayda sağlar ki? Belli bir rahatlamanın sağlanacağı doğrudur ama içimizden çıkarılan derdin kekremsiliği kalır hep. Zehirleri kusmanın acısıdır işte o kekremsilik…
Gücü bir şarkıdan alabilmek de pekâlâ mümkündür. Zaten dertliyken bütün dinledikleriniz size yazılmış gibi hissedersiniz. Vazgeçilemez ama. Önceleri hatırlatıyor diye kızılır belki ama sözler mırıldanılmaya başlanır yavaş yavaş. Eğer tam manasıyla içinizi sardıysa, sesli söyler, günlerce dinler ve dile pelesenk eyleriz…
Unutmaktan daha çok paylaşmak gerekir. Canlı bir kişi olmasa da şarkılarla paylaşmak hoştur çoğu zaman. Paylaşmanın güzel bir yöntemi daha vardır. Yazmak… Eğer kısıtlı yeteneğiniz var ise günlük tutmak değerlidir. Ama kalem tutma yeteneğiniz biraz fazla ise şiirler, hikâyeler, düz yazılar ard arda gelir…
Ama hiçbir şair veya yazar dertten kurtulmak için dökmez kelimelerini. Zaten kurtulamaz da. Belki de bu yüzden “şair veya yazar” deyince aklımıza “sigara/pipo ve fularlı” insanlar için. Oysa şair dertlerini unutursa yazabileceği hiçbir şey kalmaz…
Sadece dertlerini yazarlar kalem tutanlar… Dert kelimesini sadece aşkla sınırlandırmak yanlıştır. Belki en çok acıyan kalp sızısıdır ama kâğıda hükmedebilen kişiler çoğu şeyden şikâyetçidir… Bu da biraz ayırır diğer insanlardan… Yazabilmenin ayrıcalığı mı dersiniz inceliği mi yoksa lüksü mü orayı bilemem…
Paylaşmak dedik ya ne şarkının ne de yazmanın yerini tutabileceği bir değer vardır. “Anlatmak”. Kime, neye kızıyorsak hemen oracıkta anlatmalı. Veya ne mutlu ediyorsa bizi… Bir espriyi/fıkrayı duyunca başkasına söyleme ihtiyacını duymak bunu ispatlıyor…
İnsanlığımızın gerekliliğidir konuşmak. Anlatmak. Yüksek sesle değil, naif bir şekilde. İçini dökmenin iyileştirici bir özelliği vardır. Dinleyenden bir vaat beklemeden anlatılmalı, “para karşılığı bağışlandığınızı” söylememeli… Sadece bir yaranın iyileşmesine tanık olmalı…
Yazmak, şarkılarla veya konuşarak paylaşmalı insan. Lakin sosyal medyada tıklama ruhsuzluğuyla değil insan samimiyetiyle ve sıcaklığıyla. Değerlerimizi ve huzuru koruyarak tabii… Bunun için de muhatap alınan kişinin önemi de büyüktür ama o başka bir derin mevzu şimdi hiç girmeyelim…
Size Sezen Aksu’nun yazdığı, sırasıyla Levent Yüksel, Kubat ve Gökhan Türkmen’in yorumladığı “Yas” şarkısının güftesini paylaşarak veda etmek istiyorum… Ama bence açıp bir kere dinleyin derim. (Benim tercihim Levent Yüksel’in yorumu) Allah’a (c.c.) emanet olun…
Hatıralar başucumda nöbet tutar gece gündüz bekler beni
Düşlerim var benim hayallerim var
Fikrim derya deniz fikrim geri getirir seni
Ne eserim ne yağarım dururum mateme dilsiz dağ gibi
Dualarım var duvarlarım var
Yazarım söylerim yana yana ismini
Yarıda kaldı şarkılar aman
Bu yaraya deva değil zaman
Ateş düştüğü yeri yakar
Bu düzeni bozuk dünya yalan
Ötme bülbül ötme can ayazda kışta
Sen gülü terk etme şarkılar şiirler yasta
e-mail : [email protected]