Ağaçla imtihan cennette başladı ve sonucu dünya düştük. Allah Resulü ağacın değerini birçok hadisle teşvik etmiştir ve harem sınırlarının içinde ağaç kesimini ve av yapmayı yasaklamıştır.
Allah Resulünün bir savaş esnasında mecburen kestirdiği birkaç ağaç için ortaya atılan iftiralar ve davranışlar ayetin konusu olmuştur.
Günümüzde ise üç çeşit ağaç vardır.
Birincisi Allahın kulları için yarattığı ve faydalanmaları için sunduğu ağaç ve çeşitleridir. Ziraat ve ekin ile ilgili teşvik ve düsturlar kullukta şuur ve şükür’ümüzü artırmaya vesile olmaktadır.
İkincisi ise ağaçları önemsemeyen, ziraata ve ekine zarar ve ifsad eden bir bakış ve davranış ortaya koyanlardır. Ağaç ve ekinlerin faydasının farkında olmayanlar.
Üçüncüsü ise ağacı ilahlaştırırcasına, ağaç için her şeyi yıkıp yakan ve ağacı tapınak haline getirircesine toplumun ve hayatın ifsadına varan davranışlar ortaya koyanlardır. “Her şey ağaç için” düsturuyla toplumda fitne ateşini yakanlardır.
Müslüman ise “vasat ümmet” olma özelliğiyle denge ve itidali koruyan ve uygulayan insandır. Ağacı insan hayatı ve toplum huzuruyla bir tutma adına, topluma kıvılcım olan insan asla değildir. İfrat ve tefritten kaçınandır.

ORUC ŞEHVETİN TESETTÜRÜDÜR
Üzülerek ifade etmeliyim ki şöyle bir soruyla muhatap oldum.
--Bey fendi, ben akşamdan oruca niyet etmedim ve sabah kalkınca da güneş doğduktan sonra kahvaltımı yaptım. Ben daha sonra kaza mı, kefaretle mi sorumluyum. Açık ifadesiyle bir gün mü oruç tutacam ya da iki ay mı oruç tutacağım?
Bu sorunun soruş biçimi de içinde üzüntü ve pişmanlık hali göstermeyen bir durumdaydı. Doğrusu yüzümüz kızarmalıyken, suçun mahcubiyeti olmadan sorulması da ayrıca bir hüzün oluşturdu bende.
Bu yazı da fıkıh tartışması yapacak konumda ve ehliyette değilim. Fakat bir insanın keyfi olarak oruç tutmaması büyük bir günah oluşturmaktadır. Bu günün sonucunda “kaza” gerekmesi kayıtlarda yazılıdır. Fakat bu bizi aldatmamalıdır.
Oruç da asıl olan “İstenilen zaman da oruç tutmasıdır” Ayette de “Kim ramazana şahit olursa oruç tutsun” ayeti açık seçiktir. Ramazan orucu istediğin ayda oruç tutmak değildir. Kişi hem oruçlu olacak hem de ramazan denilen ayda tutacaktır.
Gelelim diğer soruya;
-Deniz kıyafetiyle oruç tutmam, orucuma zarar verir mi?
Bu soru da, tesettürün olmadığı bedenle orucun tutulması ya da bozulması meselesi merak edilmektedir.
Orucun, şehvetin kapılarına kilit vurduğunu hepimiz bilmeliyiz. Hatta evlenme imkânı olmayan gençlerin “oruç” tutması emredilmiştir. Mademki oruç, şehvetin midesine ve eşiyle olan ilgisine yasak getirmektedir.
Tesettür denen örtüden ilgisiz bir giyim içinde, oruç tutmayı yasaklayan bir konum yoktur. Gelgelelim bu konu, sanki hakla batılın bir birbirine karışması ortaya çıkmaktadır.
Açıklık tek taraflı bir günah değildir. Açılmaması gereken insanlara karşı, ölçünün kaybedilmesi sonucun da günah diğer insanları da etkilemektedir.
Oruçluya; ağzına günah şeylere kapat denirken, bedenini açmasına hoş görü göstermesine lakayt olunmamalıdır.
Modernizmin abuk sabuk soruları maalesef bizi gelecek nesillere güldürmek değil, mahcup etmektedir.
Sonuç oruç şehvetin tesettürü olduğuna göre, açık saçık yaşamak veya bakınmak orucun manasını anlamamaktır.
---------------------------------------------------------------
HOCAM LÜTFEN NAMAZI HIZLI KILDIRMA
Namazın hızı var mıdır varsa nedir sorusu, doğru olmamakla beraber yaşanan gerçektir. Bunun için bu meseleyi tekrar ele almak gerekir. Bu hususu hocalarımız bilir fakat belki birkaç genç veya tecrübesi az kişinin fiili herkesi yaralamaktadır.
Hocam bilir ki cemaatin en çok olduğu mevsim ramazandır. Cemaat sıkılmasın diye namazı hızlandıramayız.
Namaz da iki husus vardır.
1-Tadili erkân denen, rükû ve secde hareketlerinin sağlıklı yapılması gerekir. Yani fiziki disipline uymak gerekir.
2-Namaz da okunan kıraat ki Kur’an okuyuşudur. Bunun hızının da “hadr” denen tecvid disiplini içinde olması gerekir. Bu ilme/disipline göre medlerin uzunluğu ki meddi muttasılları iki, munfasılları bir, lazımları üç elif olarak uzatmalıdır. Ayrıca iklab, idğam, ihva, kalkale gibi diğer hususlarında dikkate alınması gerekir.
Hocalarımız güzel okumak ve kıldırmakla beraber usul hatası yapanları da en güzel İslam usulüyle ikaz ve uyarıya tabi tutmalıdır.
Namazın hatırı, benim hatırım dan daha büyüktür.
--------------------------------------------------------------------------
ALVARLI EFE`DEN BEYİTLER
Lutfî miskinlere merhamet eyle
Hizmet eyle cândan hürmetle söyle
Amandır incitme neylersen eyle
Uyûbun muhâsib müsetter eyler"
(Allah ayıplarını örter)
Adalet, merhamet, insaf gerektirir ehl-i imane
Mürüvvet et kıyas-i nefs ile zulmetme insane"
--------------------------------------------------------------------
AKİF’DEN NÜKTE
Akif, Ziraat Mektebi’nde görevlidir. Bir gün, Sirkeci’den bindiği trende kendi aralarında konuşan gençlere kulak verir. “Bu sabah sen kaç trenini aldın?” “Sekiz trenini aldım, ya sen?”
-“Ben de dokuz trenini aldım.” “Trene binmek” yerine Türkçe’ye aykırı “tren almak” deyimini kullanılmasına üzülen Akif, gençlere müdahale eder: “Çocuklar! O treni hükümetimiz bile alamadı, siz nasıl aldınız.”
********
M. Akif, bir keresinde Ankara’ya çağrılır. O kadar ülke meselesi dururken kalpak meselesi kendisine sorulur. Bu duruma canı sıkılan Akif, o günleri bir cümleyle şöyle ifade eder: “Ben bu adamların başımın içine bakacaklarını sanmıştım, ama onlar dışına baktılar.”
----------------------------------------------------------------------
TERAVİH NAFİLEDİR
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i:

– Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”
--------------------------------------------------------------------------
ÖZEL HAYATIN MAHREMİYETİ
Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre, Resûl-i Ekrem bir gün evindeyken bir adam gelip gizlice evin içini gözetledi. Bunu fark eden Hz. Peygamber son derece hiddetlendi. Öyle ki, saçlarını taramakta kullandığı elindeki demir mil ile adamın üzerine yürümüş, adam da dönüp kaçmıştı. (Buhârî, Diyât, 23, no: 6900)
Bir hadisinde “Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helâl değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir...” (T357 Tirmizî, Salât, 148, no: 357) buyuran Efendimiz, kapı yerine perdenin kullanıldığı bir dönemde, birini ziyarete gittiğinde kapının tam karşısında değil de sağ veya sol kenarında durur, selâm vererek girmek için izin isterdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 127-128, no: 5186)
---------------------------------------------------------------------
KOCANIN ŞİDDETİNE ÇÖZÜM
Hz. Peygamberin hatîbi ve aynı zamanda sert tabiatlı bir sahabi olan Sâbit b. Kays bir gün öfkesine yenik düştü ve eşiyle girdiği bir tartışmada onu dövmüştü. Dayak yüzünden gönlü kırılan ve canı yanan kadıncağızın bir de kolu kırılmıştı.
Abdullah b. Übeyy’in kızı olan Cemile isimli bu hanım, yaşadığı olayı gizlemeyerek derdini erkek kardeşiyle paylaştı. Evliliğini böylesine eziyetli şartlarda sürdürmek istemiyordu. Duruma müdahale edilmesi gerektiğini düşünen kardeşi derhal Rasulullah’a gelerek şikâyette bulundu. Hatta kendisi de Hz. Peygambere gelerek artık Sabit’e tahammülü kalmadığını söylemişti (Buhari, Talak, 12, no: 5275).
Bunun üzerine Allah Rasulü, Sâbit’e haber göndererek onu yanına çağırttı. “Eşinden alman gereken muhâlaa bedelini (kocasından ayrılma talebi karşılığı ödeyeceği parayı) al ve onu serbest bırak” buyurdu. Sâbit “peki” diyerek kabul etti. Rasulullah, Cemile’ye bir hayız süresi beklemesini ve sonra ailesinin yanına dönmesini emretti. ( Nesâî, Talak, 53, no: 3527)