"Bayram ve Tarık kardeşlerime duayla.."

Bir sohbetten daha yeni dönmüştüm ki hatırlarını kıramayacağım iki kardeşim aradı...

“Bir yere gideceğiz, sen de gelir misin” dediler...

Olur dedim gittik... 

Gece yarısına doğru o tepedeydik…

...

Şehri bir de oradan görün...

Yahya Kemal'in baktığı bir tepeden çok daha fazlası vardı buradan görünen...

Ben de kendimi tutamayıp dedim:

"Sana dün bir tepeden baktım aziz Adapazarı…"

İnanmıyorsanız gelin buraya, gelin siz de görün…

Başka söze gerek yok…

Yıldızlar bekliyor dokunmanız için...

Yıldızlar ki boşlukta değiller, Allah'ın tayin ettiği yerdeler…

Yıldızlar ki şahit olan göklerin şehadet kelimeleridirler…

Orada ebediyeti arzuluyor, o tepelerde cenneti özlüyor insan…

Işıl ışıl yanan evlere ve içindekilere kalbimizden dualar kopup geliyor oralarda...

Şehri bir yudumda içiyorsunuz burada…

İnsan, uhrevî bir insan oluyor buralarda…

İnsan ebed için yaratıldığını anlıyor buralarda…

Cennet arzularınız depreşiyor…

Bir yıldızdan diğer yıldıza uçasınız geliyor…

Kalp gözü ve kalp kulağı açık olana sesleniyor bu tepeler...

Gelin kendinizi bulun, gelin de güzelliği buradan seyredin diyor...

Ruhun hasreti ve susuzluğu burada bir nebze olsun diniyor...

Yalnız sıkı giyinin çünkü rüzgârın o tatlı esişi ve hafi zikri iliklerinize kadar işleyecektir...

Neden Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vessellem) sık sık Hira Dağı’na çıktığını buradan daha iyi anlıyorsunuz...

Çünkü dağlara inmek için çıkılır…

Çünkü yaşadığınız şehrin tüm insanlarını ve onlara karşı görevlerinizi buradan çok daha rahat anlarsınız ve hissedersiniz…

Omuzunda ve ruhunda sorumluluk hissedenlerin en evvel çıkmaları gereken yerler önce içindeki ideal ve azim tepeleri ve ardından da burası olmalıdır...

...

İnsanlar kadar tercihler var...

Renkler ve zevkler tartışılmaz derler…

Oysa tartışılmalı…

Tartışılsın ki hakikat ortaya çıksın…

Yuvarlağın köşeleri derken şair belki de buna işaret ediyordu… 

Binbir köşesi vardır gerçeklerin…

Baktığımız yere, durduğumuz yere bağlıdır biraz da bu…

Herkes gönül gözüyle ayrı bir yanını görsün, ayrı bir zevk alsın diye...

Rabb'imizin her kuluna sunduğu ayrı bir zevk ve imkândır bu…

Biraz kımıldamak gerekiyor odalardan ve evlerden...

Yaşadığımız şehrin herkes için ayrı bir anlamı ve hatırası vardır… 

Herkese göre şüphesiz ayrı bir güzel yeri vardır ama burası inanın başka bir güzeldir...

Cennet köşesi adeta…

Biraz zahmet ve meşakkat gerekir hepsi bu...

Yüksek tepelere çıkmak zahmetini göze alamayanlar, maalesef güzellikleri tam olarak göremezler...

Bunu da bir kenara not edelim inşallah...

...

Hep arzu ederdim şehrin en yüksek tepesinden şehre bakmayı…

Günler geçer, o arzu bir türlü gerçekleşmez...

Hasretle bakar durursunuz o tepeye... 

Tepe de sizi çağırır ama alıp da başınızı gidemezsiniz her nedense… 

Hayata tutsak yaşamak, düşündüklerimizi yapamamak hep bir yaradır içimizde…

Ah bir kurtulabilsek, ruhumuzu hapseden odalardan, ayağımıza kendi ellerimizle geçirilen prangalardan...

Ah ki, ah… 

Daha nice hasretlerimiz var böylesine...

İşte o tepedeydim dün gece…

Nasip o vakitmiş…

Hiç beklenmedik bir anda hemde…

Yamaç paraşütünün yapıldığı yer…Onun da bir üstü…

Gönül dağına tırmandık dün gece…

Hasret bitti çok şükür…

...

Yunus Emre’nin:

“Kasdım budur şehre varam

Feryad ü figan koparam”

ya da 

NiyâziMısri’nin:

“Var ol Hakikat Şehrine er anda Hakikat sırrına” mısralarında söz konusu olan şehir, insanın yeryüzü yolculuğundaki son durağı olan hakikat mekânıdır…

Ariflerin bu sembolizmi, kişiyi insan ve şehrin hakikatine çağırır…

Belki de daha ötesine...

Kulun kalbi ile Rabbi arasındaki mesafeler burada eriyor, perdeler çekiliyor…

...

Herkese kendi âdeti hoş gelir…

Benim de çok yapamasam da sevdiğim bir âdetim bu…

Yaşadığım şehrin o ışıl ışıl, o pırıl pırıl halini gayet yüksek bir tepeden seyretmeyi çok severim...

Adapazarı'nda yaşayanlara buradan dualar etmek için orada olmayı aşkla ve coşkuyla isterim...

BazanSerdivan'daki Karşıyaka Camii’nin o muhteşem manzaralı ve şehri çepeçevre kuşatan bahçesine atarız dostlarla kendimizi...

Kayboluruz orada bir ağacın altındaki sandalyede... 

Ve gömülürüz orada dost bir karanlığın içine...

Sarıp sarmalar bizi ana gibi gece…

Gece ki bir köprüdür siyahtan beyaza...

Kurmasaydı bu köprüyü Yaradan ne olurdu halimiz...

Şükrederiz oradan Allah'a...

Yoksa kim çıkarırdı bizi sabaha…

Kim çıkarırdı bizi karanlıklardan aydınlığa…

Belki de kendi içimizde bir yolculuğa çıkarız…

Bu havayı, bu manzarayı her yerde bulmak zor… 

Defalarca tekrarlarız Necip Fazıl'dan ruhumuza tercüman olan mısraları:

"Söndürün ışıkları uzaklara gideyim…

Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim…"

...

Siz hâlâ buradan bakmayı bırakın...

Dağın davetine icabet edin bu gece…

Belki biz de orada oluruz…

Gece yarısına yakın dualarda buluşuruz…

 

BİR HATIRA

Göçmenlere bir de

bu pencereden bakın

Üstad Ali Ulvi Kurucu anlatıyor:

“Güneydoğu’dan Konya’ya göç etmiş çok sayıda muhacir bulunuyordu. Çoğu çaresiz kimselerdi. Dedem Veyis Efendi onların her derdine koşmaya gayret ederdi. Ninem, birgün dedeme:

“Efendi, sen bu muhacirlere pek çok acıyıverdin, neden ki?” diye sordu.

“Muhsine sen ne diyorsun? Bunların içinde Peygamber sülâlesi var yâhu! Sâdâttanolanlar var. Bunların içinde dün aziz iken, bugün zelil olmuş; mevkiini parasını kaybetmiş olanlar var. Dün memleketi olan Van’ın, Mardin’in âyânı, eşrâfı, sâdâtı iken, bugün Dolav Mahallesi’nde Cevizaltı’na sürgün düşmüş, muhâcir olmuş; ekmeksiz, sabunsuz kalmış, çamaşırsız kalmışlar. Sen ne diyorsun?

Efendimiz (sav) buyururlar ki: “Aziz iken zelil olmuş, mevkiini kaybetmiş olanlara, iyilikte bulunup yardım ediniz…” Muhsine, siz Allah’ın Peygamber’in emrini yalnız namaz, oruç, hac, zekâttan ibaret mi zannediyorsunuz?

Biz yalnız muayyen ibadetleri, ibadet biliyoruz. Hayat baştan başa ibadettir. Hayatımızın her anı Allah’a kullukla geçecek… Biz kurulmuş saat gibi, belli ibadetler içinde, keyfimiz, zevkimiz, huzurumuz yerinde yaşıyoruz. Hâlbuki Rabbimiz: “Ben insanoğlunu ve cinleri, hiç kimseye değil, ancak bana kul olsunlar; yani hayatları bana kul olmakla geçsin; benim kulum olsunlar, başkalarının kulu değil; nefislerinin kulu değil; paralarının kulu değil; şanların şöhretlerin, fani saltanatların kulu değil, ancak benim kulum olsunlar diye yarattım” buyurur...

Muhsine, bunların içinde bir de sâdât var, Peygamber evlâdı var. Bunlara hizmet benim din borcumdur. Namazım neyse, o budur. Peygamberim emrediyor…”

Dedem bunları söylerken ağladı:

“Ah Muhsine, zengin olsaydım da bunlara ben maaş bağlasaydım” dedi…

Dedem, bu muhacirleri yerleştirdiği Cevizaltı Medresesi’nin müderrislerindendi. Tabii medreseler kapanmadan önce… Buraları boşaldıktan sonra bu muhacirler gelince, dedem, mütevelli ile görüşerek, onların bu boş odalara yerleştirilmelerini temin etmişti… 

(M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-1, 126-127)

 

BİR ŞİİR

HU... 
Kimi ağlamış, kimi gülmüş
Kim ki, kalan fâni dünyada
Gelenler birer birer göçmüş
Bil ki, ey nefsim sensin sırada
 

KISA KISA 
EN BÜYÜK HEDEF


Müminin ahiretten daha büyük hedefi yoktur…
YOL 
Sır mır yok…
Sen kendinden gayrı kimseyi emin bilme…
Dil kulağa, kulak dile, dil de ele verir adamı…
Hz.Ali (kv) gibi yap…
Bir kuyu bul dök içini…
Yol bu
HZ. ALİ’DEN ÖZLÜ SÖZLER
Utancın üstünü insanın kendinden utanmasıdır…

Müminin şükrü amelinde görünür...

Gözleri görene sabah ışımıştır...
 

Bilgiyle dirilen ölmez…


DUA
Allah’ım anne babama tıpkı heybetli bir padişah gibi saygı göstermemi, şefkatli bir anneninki gibi şefkat etmemi nasip eyle...
Hz. İmam Zeynel Abidin (ra)


GÖNÜL DEMEYİNCE DİL DER Mİ?
Anne dediği,
Baba dediği,
Aşkım dediği,
Canım dediği, 
Yavrum dediği,
Hocam dediği kadar
Allah demeyen bir kalbe çok yazık
Dediği de dediği işte
Sen anladın onu…
TEBESSÜMÜN SIRRI
Biri dedi ki:
"Sabahtan akşama kadar, bu gün hiç yüzüm gülmedi neden acaba?"
Diğeri ona dedi ki:
"Bir muhtacın yüzünü güldürecek bir iş yapsaydın, böyle olmazdı hacı baba…"
DÜNYA DEDİKLERİ
Dünya nedir?
Uçsuz bucaksız uzayda ahiret yolculuğuna çıkmadan önce erzak temini için mola verilen muhteşem bir dinlenme tesisi gibidir…