İstanbul mizahının önde gelen isimlerinden Muhsin merhum bir akşam Deli Fuat Paşa'nın konağına iftara gider. Top zamanı yaklaşır, sofraya oturulur. Biraz sonra top atılır, oruç açılır. Herkes kendine mahsus iki türlü zeytin, iki türlü peynir, dört türlü reçel, kandil çöreği, kazan yağlı simitle girişirler, arkadan çorba gelir.
Paşa ev sahibi olmasına rağmen sofraya riyaset eylediği için çorba evvelâ kendisine takdim edilir. Fuat Paşa bir kaşık alır. "Bu ne?" der. "Böyle çorba mı olurmuş? Götürün bu çorbayı, o aşçı olacak kerataya verin de kendi içsin!". Çorba gider.
“Onu müteakip hindi ciğeri ile yapılmış Enderun yumurtası gelir. Paşa bundan da tadar tatmaz gürler. Biçare davetliler yutkunurken gelen börek baklava da aynı akıbete uğrar.
Deli Fuat Paşa'nın kötü dediğine iyi demek kimin haddine düşmüş! Herkes açlıktan guruldayan karnını dinleyerek neticeyi bekler. Nihayet sofracılar pilavı getirirler. Paşa kaşığı daldırır. "Allah kahretsin" der. "Böyle pilav..." Pilavın başına ne geleceğini anlayan Muhsin, hemen yerinden fırlar. "Efendimiz" der, "Sofraya oturduk oturalı bütün yemekleri aşçı kulunuza ihsan buyurdunuz. Lütfu ihsanınızı bu kulunuza da teşmil buyurarak şu pilavı da bana buyurmaz mısınız?"
**********
İki kafadar Ramazan'da kadı kıyafetine girip köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup, cevap veremeyen köylüleri de falakaya yatırarak para kazanmaya başlamışlar. Kadı efendinin bu durumdan haberi olunca bunları yakalatmış ve "Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının" diyerek kırk sopa attırıp salıvermiş.
İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:
"Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup biraz dinlenelim" deyince diğeri:
"Yürü, yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı efendi Teravih Namazını unuttu. Eğer hatırlarsa vay halimize." demiş.
**********
Sultan II. Mahmud Han döneminden bir zât, Ramazan'da bazı ahbap ve Tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.
Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zat, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekâtın tahiyyâtına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:
"Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim" diye düşünüp safa dâhil olacağı sırada cemaat selam vermiş. İzzet Molla dönüp adama
şöyle demiş:
"Be adam! Biz içindeyken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?"
********
Adamın biri ramazan günü erik yiyormuş. Bunu gören başka bir adam:
"Yahu, Müslüman olan böyle oruç yer mi?" demiş.
Adam: "Hayır oruçluyum" cevabını verince diğeri, avurdunun şişliğini
işaret ederek: "Ağzındaki nedir?" diye sormuş.
Adam: "Eriktir" demiş, "İftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum."
**********
Ramazan'dan birkaç gün önce Bektaşi'ye sorarlar:
"Mübarek geliyor. Ne yapacaksın?"
Bektaşi cevap verir:
"Tabii ki sefere çıkacağım."
SEVİNCİMİZ
"Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı anki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu anki sevincidir.'' (Hadis-i Şerif)
Sabahtan akşama kadar her zaman alıştığınız yiyeceklerden uzak durmanın bir nedeni olmalı. Bilerek aç kalmanın, bilerek susuz bile kalmanın...
Oruç tutmanın anlayabileceğiniz bir nedeni olmalı...
Olmalı ki o nedeni güzel bir sonuca bağlayasınız.
Fakat peygamberimiz bir değil, iki nedeni olduğunu söylüyor bu Hadis-i Şerif'inde. Sanki birinci neden; verilen onca güzel yiyeceklere yeniden kavuşmak, ikinci neden de onu Veren'e kavuşmak...
Çünkü alıştığımız bir şeyin değerine de alışıyor gibiyiz. Düşünün, bir bilgisayar oyununa sahip olmadan önce gözünüzde o ne kadar ulaşılmaz, ne kadar değerlidir. Ancak oyunu oynamaya başladıktan bir müddet sonra o oyun ne kadar da sıradan hale gelir sizin için.
Ya da çok beğenip de aldığınız bir ayakkabı. Önce ayağınızda çok güzel durduğunu düşünürsünüz. Ayakkabıyı giydikçe o da sizin için sıradan bir hale gelir.
Yiyecekler de öyle. Sürekli yerken neredeyse tatları kayboluyor. Ne kadar güzel göründüklerini ya da lezzetlerini aklınıza bile getirmeden yemiş oluyorsunuz çoğunlukla...
Fakat oruçken hepsinin tadını hayalinizden geçirmek zorunda kalıyor ve özlüyorsunuz. Ne de tatlı olduklarını, her birinin birbirinden güzel ve farklı olduklarını düşünüyorsunuz.
En sonunda akşam olup da iftar zamanında yiyeceği tattığınızda sizin için çok özel ve farklı bir tatmış gibi oluyor. Oruç akşamlarında ekmek ve su bile eskisinden daha tatlı oluyor. Sonra karpuz çok şekerli, kaysı bal, tuz ilaç gibi oluyor.
Bütün gün boyunca mutfak kedisi olmayı unutmak, evin mutfağa en uzak yerinde akşamı beklemek hiç kolay değil, biliyorum. Ama sonunda güzel bir sevinci yaşamak için böyle zor bir günü kolaylıkla geçirebileceğinizi düşünüyorum.
Hem akşam olup da iftar vakti geldiğinde peygamberimizin söz ettiği iki sevinci birden yaşamak var ya, işte en güzeli de bu!
BİR AYET- BİR HADİS
"Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel. Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefaret olur." (Bakara, 271)
"Ey Ademoğlu, ihtiyacından fazla olan malını sadaka vermen senin için iyi, vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden üstündür, unutma." (Müslim, Zekât, 97)
MALI KORUMAK
Adamın biri Rasulüllah (s.a.s.)’a gelerek: “Bir adam bana gelip malımı zorla almak istiyor” dedi. Rasulüllah (s.a.s.), “Ona Allah’ı hatırlat” buyurdu. Adam: “Hatırlamak istemezse” dedi.
Rasulüllah (s.a.s.), “Yakınındaki Müslümanlardan yardım iste” buyurdu. Adam: “Çevremde Müslümanlardan kimse yoksa” dedi. Rasulüllah (s.a.s.): “Devletten yardım iste” buyurdu.
Adam: “Eğer devlet benden uzak ise” deyince, Hz. Peygamber: “Malının uğrunda dövüş ya ahiret şehitlerinden olursun veya malını kurtarırsın” buyurdu.
İBRETLİ SÖZLER
“Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını mahvetmekte gıybetten daha suratlı değildir.” (Hadis–i Şerif)
“Hanımının yanında yabancı kadınlardan bahsetme. Çünkü senin yabancı kadınlardan bahsettiğin gibi o da yabancı erkeklerden bahsetmek cesaretini gösterir.” (İmam–i Âzam)
“Her öğrendiğim bilgiyi diğer insanlara da öğretmeyi elbette arzu ederim. Ama beni övmemeliler. Aldığım sevap bana yeter.” (İmam Şâfîî)
“Cimrilik insanın kendi elinde bulunanı vermeyişidir. İhtirasla karışık eli sıkılan ise, hiçbir şeye kanaat etmeden tüm insanların ellerindekini kapmayı istemektir.” (Tâvus Bin Keysan)