Mübarek Ramazan ayı ne kadar anlatılırsa anlatılsın, yaşanmadıkça hissedilemez, tadına varılamaz. Ramazan programları, vaazları, yazıları, geceleri vs hepsi bir hakikati anlatmak içinidir. Oda Allah’a kul olmanın farklı bir boyutudur. Maalesef verici kadar, alıcı da önemlidir. Alıcı kapılarını hakka kapatmışsa, verici neylesin. Kıyamet alametlerinin hız kazandığı dünyamızda, Ramazanlarımız da kuvvet kaybetmektedir. Orucun bin sayfa yazı yazılsa, bin sohbet dinlense, bin temenni kurulsa, bir günlük oruç tümünden üstündür.
Oruç konuşulmaz, yazılmaz belki gereği üzerede tam anlaşılmaz. Fakat kalbin, gönlün ve aklın idrakiyle eda edilirse belki feyzinden hissedar olunur. Oruç az sözle tutulduğunda değer kazanır. “Oruç kalkandır” Hadisi biz korumalıyken, sonuç ise iç açıcı değildir. Kalkanı tutacak sağlam bir el, keskin bir göz ve güçlü bir irade ve ayak yoksa kalkan neylesin. Oruçlarımızı kalkan eylemenin zamanı gelmektedir.
Ramazan sayfası, Ramazan programı değil, Ramazan aşığı olarak gizli oruç gibi gizli amele önem vermelidir. Gizli günahtan sakınılmalıdır. Oruç aşikâredir fakat gizli tutulur. Orucun sağladığı takvada gizli kazanımlardandır. Her gizlinin görünen kısmı vardır fakat gizli kısmı asıl olandır.
Orucun karargâhı kalp, kilitli kapısı yemek ve şehvet, sonucu takvaya erişebilmektir. Birde zamanın ruhunu kavrayabilmek ve sofranın etrafında ilahi lezzete erebilmektir. Söz yalama oldu, sosyal medyada söz israfla buluştu. Bu sebeple asıl olan Ramazanı okumak, konuşmak ve dinlemek yerine gerçeğiyle yaşamaktır. Savmın bir anlamı da sukut demektir. “Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de (Meryem, 26) Rivayete göre Meryem’in kavmi İslâm’da bilinen orucun dışında sükût etmek suretiyle de oruç tutarlarmış. Bu âyet, onlarda böyle bir oruç şeklinin varlığına işa¬ret etmektedir
---------------------------------------------------------------------------------------------
GENÇLERİN AĞAÇ VE CAMİYLE İMTİHANI
Gezi olayları sırasında, eylemcilerin İstanbul Bezmi Alem Valide Sultan Camii'ne de yaptıklarına dair görüntüleri YÜREK YAKICI OLMUŞTUR. Ağaçları koruma adına, camiyi kirletme fiili hiç de gençlere yakışmamıştır. Zira gençler sanki ilk defa camiye giriyor görüntüsü vermekteydiler.
Camiye gösterilmeyen saygının, ağaca gösterilmesi inanç ve imanın sorgulanmasını gerektirmektedir. Zira Rabbimizin ağacına sahip çıkarken, “Bu beytin Rabbine ibadet ediniz” ilkesinin çiğnenmesi Müslümanlıkla te’lifi mümkün değildir.
İnsan ve ağaç münasebeti kadar, insan ve hurma kütüğü münasebeti de ders alınacak niteliktedir.
İşte tarihi gerçekten bir olay; Enes -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, Âlemlerin Efendisi bir hurma kütüğüne dayanarak cemaate hitâb ederdi. Görülen lüzûm üzerine bir minber yapıldı, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun üzerinde hutbe vermeye başladı. Allâh Rasûlü’nün daha önce üzerine dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kendisini terk etmesi üzerine, deve inleyişine benzer bir sesle inleyip ağlamaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz minberden inip kütüğü okşadı. Kütük inlemeyi bırakıp sükûnet buldu. (Buhârî, Cuma, 26; Tirmizî, Menâkıb, 6/3627)
Peygamber Efendimiz: “O, yanında yapılan zikrullâhtan uzak kaldığı için ağladı!” buyurdu. (Buhârî, Menâkıb, 25; Ahmed, III, 300) Daha sonra minberin altına bir çukur kazılıp kütük oraya gömülmüş veya tavana konulmuştur. Hazret-i Osmân devrinde mescid yeniden yapılmak üzere yıkıldığında, bu kütüğü Übey bin Ka’b radıyallâhu anh- almış ve kurtlar tarafından yenilip un ufak oluncaya kadar evinde saklamıştır.
Büyük Hak dostu Mevlânâ -kuddise sirruh-, bu meşhur hurma kütüğünü lisân-ı hâl ile konuşturarak bu hâdiseyi Mesnevî’sinde şöyle ifâde eder:
“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, minberden indi ve mübârek elleriyle hurma kütüğünü okşayarak: «–Ey hurma kütüğü! Ne istiyorsun? Bu feryâdın niye? Nedir bu hâlin?» diye derin bir anlayışla sordu. Hurma kütüğü, kendi hâl lisânıyla konuşmaya başladı ve sıcak gözyaşları içinde dedi ki:
«–Yâ Rasûlallâh! Sen’in hicrânın beni yaktıkça yaktı. İçime târifsiz bir gam, keder ve hasret doldurdu. Daha evvel hutbe vakitlerinde Sen’in dayandığın o tâlihli ve mes’ûd direk bendim. Şimdi ise beni terk ettin; bir minbere yükseldin. Şimdi Sen’in mesnedin o minberdir. Fakat ey Allâh’ın Rasûlü! Lütfen bana hak ver, dünyâda hangi varlık Sen’in hicrânına tahammül edebilir?»
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hurmanın bu derûnî muhabbet feryâdı karşısında onu tesellî sadedinde şöyle buyurdu: «–Ey hurma kütüğü! Mâdem ki feryâdın böyle bir ayrılık acısındandır, dile benden, ne dilersen!.. İster misin, Allâh’a yalvarayım da; seni doğunun ve batının bütün insanlarına meyve yetiştiren yemyeşil, dipdiri bir ağaç yapsın? Yâhut seni cennette bir selvi fidanı yapsın ki sonsuzluğa kadar en güzel, en tâze vücûdlar gibi genç ve dilber kalasın!..»
Bu iltifâta mazhar olan hurma kütüğü, kavurucu aşkının bir tezâhürü olarak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şu talepte bulundu: «–Yâ Rasûlallâh! İkisini de istemem. Tek arzum, Sen’de fânî olmak, bunun için de beni gömüp yok etmen, beni bu fânî vücûdumdan kurtarmandır. Çünkü bir ağaç ne kadar tâze ve güzel olursa olsun, gıdâsını güneşten ve sudan alır. Hâlbuki benim hayâtım, Sen’in nûrâniyetinin nûruyla beslendi. Sana destek olmanın, Sen’in sıcaklığınla ısınmanın, Sen’de yanıp kavrulmanın lezzetini tattı. Ben artık bu hoş ve tatlı hazdan ayrılamam. Dâimâ bâkî olanı isterim. Beni öylesine göm ve yok et ki, Sen’de, Sen’in biricik nûrunda dirilip ebedî olayım.» O hurma kütüğü, kıyâmet günü insan gibi dirilsin diye toprağa gömüldü.”
Peki gençler camide nasıl davranmalıydı, işte ayet, ders alabilene; “Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil’e de: "Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!" diye emretmiştik. “(Bakara, 25) Camiler madden ve manen temiz tutulması gereken yerlerdir. Camiyi kirledikten sonra, ağaçları korusanız ne fayda. Ah gençler ah. Ağacı koruyan genç, caminin hukukunu da korumalıydı. Değil mi?
-----------------------------------------------------------------------------------------
SİZ KİMİNLE OTURUYORSUNUZ?
İnsan değerlidir desek, değerini anlamış ve anlatmış olamayız. Mümin insan hem değerlidir, hem de değerlendirir. Çevresine dahi kalite katan, değer kazandıran bir manevi kaynaktır. Acaba biz/ben hangisiyim? Değerlenen mi, değerlendiren mi? Öyle olmalı ki yanımıza gelen de değer kazanmalı ve ilahi affa nail olmalıdır.
Zikir çeşitli manalarıyla insan değer kazandırdığı gibi, o insanın çevresinde de değer kazandıran bir ameldir. Biz ihtiyaçlarımızı zikir ehliyle gidermeliyiz ki bizimde ihtiyaçlarımız rabbimiz katında güzel sonuçlara vesile olmalıdır. Bu durum bir anlamıyla, tevhidi şefaatin hayırlı bir sonucudur. Tüm anlatılanların delili şu hadistir.
Peygamberimiz buyurur ki "Zikir halkasına uğrayan ve onları göğe kadar sarıp kuşatan melekler, ilâhî huzura çıktığında Allahu Teala her şeyi en iyi bildiği halde onlara zikir ehlinin hâlini ve niyetlerini sorar. Onlar da meclislerine katıldıkları zikir ehlinin sırf ilâhî rızâ ve cemâlullah aşkıyla zikir yaptıklarını beyan ederler.(Buraya kadar hadis özet olarak verildi. Metin daha uzundur.) O zaman Allahu Teala:
"Sizleri şahit tutarak söylüyorum: Muhakkak ben onları affettim" buyurur. Bunun üzerine içlerinden bir melek:
"Yâ Rabbi! Onların içinde bir kimse var ki onlar gibi zikir ehli değildir. İçlerine zikir için değil, bir ihtiyacı için gelmişti" deyince, Allahu Teala:
"Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan şakî (rahmetten mahrum) olmaz"(Buhâri, Deavât, 67; Müslim, Zikr, 35.)
CÜBBELİ KIZLAR
Cübbe; isim, Arapça, cübbe, Hukukçuların, üniversite öğretim üyelerinin, din adamlarının, mezuniyet törenlerinde öğrencilerin elbise üstüne giydikleri uzun, yanları geniş, düğmesiz giysi. (TDK)
Cübbe, bedene giyilen ve giysi olarak tarihin derinliklerine kadar uzanan bir kıyafettir. Cübbenin aidiyet bakımından temsil ettiği bir görüntüsü ve elbette hükmü de vardır. Cübbe bir anlamıyla evrensel bir kıyafettir. Benim meselem şu ki; İslami hassasiyeti olanların giydiği cübbe söz konusu olunca akla irtica gelirken, İslam söz konusu olmadan giyilen cübbe ise statü sebebi sayılmaktadır. İslami kesimde (CÜBBELİ) tarzı söylem bazen aşağılama veya belli bir guruba ait hissiyatı vermektedir.
Mesela camilerde din bazı vazifelilerinin giydiği cübbe cami dışında giyilse toplum tarafından hoş karşılanmıyor. Maalesef ülkemizde sadece bazı kıyafetler kanunla sınırlandırılmıştır.
Kanunda şöyle yazılıdır; “Her hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani kisve taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhebden münasib göreceği yalnız bir ruhaniye mabed ve ayin haricinde dahi ruhani kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsaadeler verebilir. Bu müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhani hakkında yenilenmesi veya bir başka ruhaniye verilmesi caizdir.” Bu kanun maddesi cübbe giyiminde sınır getirmiştir. Cübbe ve sarık ruhani kıyafet ise, çeşitli meslek ehlinin giydiği cübbelerde ruhanilik var mıdır? Yâda hangi inancın ruhaniliğini temsil etmektedirler? Acaba üniversite cübbe ve serpuşları hangi inancın gereği ve kaynağını göstermektedir.
Şehir stadyumunun yanından geçerken cübbeli kız ve erkek öğrenciler gördüm ve dikkat ettiğimde anladım ki onlar Sakarya Üniversitesi mezunu olmuş ve törene gelen öğrencilermiş. Aynı şekilde İslami bir meşrep mesela İsmail ağa camii cemaati cübbeli bir toplantı yapsa stadyumda toplansalar nasıl algılanırdı acaba? Ki bu cemaatin kızları cübbe giymiyorlar. Anlaşılan o ki herkesin cübbesi kendine göre dost ve düşman oluşturuyor.
Üniversite hocalığında ki yüksek mevkilerin/Doç vs törenlerinde cübbe giydirilmesi de dikkate değer bir konudur. Eğer batı ve modernizm çarşaf giyeceksiniz dese, elcevab bu insanlar onu da giyerler, değil mi ki içinde İslam olmasın. Mezunların giydikleri bu akademik giysiler 12. ve 13. yüzyıllarda ilk üniversitelerin oluşmalarıyla ortaya çıktılar. Öğrenci ve öğretim üyelerinin standart giysileri bir çeşit papaz cüppesiydi denilmektedir acaba doğrumudur? Ortaçağ Öğrencileri eğitimlerine başlamadan önce kiliseden uymaları gereken bazı emirler alıyorlar, bu emirlere uyacaklarına dair yemin ediyorlar ve cüppelerini giyerek eğitimlerine başlayabiliyorlardı.
Komşusu, Nasreddin Hoca’ya sormuş :- “Hocam, neydi sizin evdeki gürültü? Dün gece evinizin önünden geçerken paldı...
Komşusu, Nasreddin Hoca’ya sormuş :
- “Hocam, neydi sizin evdeki gürültü? Dün gece evinizin önünden geçerken paldır küldür bir ses duydum.”
- “Hiç canım” demiş Hoca, “cübbem tahta merdivenlerimizden aşağı yuvarlandı da...”
- “Amma yaptın be Hocam. Cübbe o kadar gürültü çıkarır mı?” demiş komşusu.
- “Sorma” demiş Hoca, “içinde ben de vardım.”
Anladım ki mesele cübbe değil, içinde kimin olduğudur. İçinde İslam varsa bakışlar farklı, içinde diğerleri varsa bakışlar farklıymış. Öğrenciler cübbelerinizi islamla ziynetlendirin. Cübbelerin en güzeli imanla ve namazla bulaşanlardır.
TERAVİHTE BULUŞMAK
Teravih namazı erkek ve kadınlara sünnet, bunun cemaatle kılınması ise sünneti kifâyedir. Teravihin vakti, yatsı namazından sonradır. Vitir namazı teravihten önce de kılınabilir. Teravih yirmi rek´at olup on selâmla (kılınır). Her dört rek´at arasında (dört rek´at kılacak) kadar oturmak, aynı şekilde beşinci teravih (selâmın)dan ve vitir namazından sonra da (bir bu kadar) oturmak müstehaptır. Ay içerisinde, teravih namazlarında Kur´ân-ı Kerîm´i bir kere hatmetmek sünnettir. (Konuyla ilgili öne sürülen görüşlerin) doğrusu da budur. Hatim insanların usanma¬larına sebep olduğu takdirde, Kur´ân-ı Kerîm´den onların usanmayacağı kadarını okumalıdır. Tercih edilen görüş de budur. Teravih namazının her teşehhüdünde Peygamberimiz (Aleyhis-salâtü vesselam)´e, insanlar usansalar bile, salevât getirmeyi ih¬mal etmemelidir. Aynı şekilde (teşehhüdlerden) sonra "sübhaneke" Duasını, rükû ve secdelerdeki tesbihatı da terketmemelidir. Cemaatın usanması halinde (teşehhüdlerde okunan salevâtlardan Sonraki, "Rabbena âtina" ve "Rabbenağfirlî" gibi) dualar okunmayabilir. Teravih namazı kaçırıldığı takdirde, ne tek başına ve ne de cemaatle kaza edilmez.
Pazartesi günü yatsı vaktinde hepinizi teravih namazı için camilere bekliyoruz.