* ‘Tüy yastıklar gibi rahat taşımız’ diyen ölülerin sesine ses verendir Necip Fazıl; onlarla bir lâhza baş başa veren…
* ‘At’ da sık kullandığı kök metaforlardan Necip Fazıl’ın. ‘Ve ölüm kapımda kişner/ Sabırsız, bir at oldu nihayet’ diyen Cahit Sıtkı’ya selâm olsun!
* ‘Ölür de her yanımız/Sağ kalır, neden gözler’ diye soruyor Üstat. Şairin ‘Bu gözümden bakan ne’ mısraıyla sorduğu soru olabilir mi bu sorunun cevabı?
* ‘Mezar’ şiirinde Necip Fazıl ‘Yıldız dolu feza küçük camekân’ diyor. Öte dünyadan bakıyor. Pes doğrusu!
* Ölümün ‘Tablo’sunu Abidin Dino’ya yaptırsa mıydı Üstat?
* ‘Kelime manayı boğan bir gömlek’ diyorsa bir şair, kapı daima aralıktır. Ve o aralıktan bakıyordur Allah’a her gece. Şiirdir, dar gelir eğnimize; ölüm de!
* ‘Anahtar Tanrı’da kaldı’ diyor Cahit Sıtkı; Necip Fazıl ‘kilitlerin yalnız O’nda şifresi’… Her anlam ‘dar kapı’ya çıkıyor. Eşik. ‘Basma bu eşikte benim kalbim var’ diyen de Tanpınar’dı.
* ‘Paris’te Bir Münzevî’ olmuş mudur Necip Fazıl da? Kaldırımlar, sadece Türk şiirinin değil dünya şiirinin de şaheserlerinden biridir. ‘Söylenir şey değil’ dedirten cinsten bir şiir… Kanaatimce sadece bu şiir bile Necip Fazıl’ı büyük şair yapmaya yeter!
* ‘Otel Odaları’ şiirini Bachelard okumuş olsaydı, Mekânın Poetikası’nı bu şiir üzerine kurgulardı hiç şüphesiz!
* Necip Fazıl’da eşyâ âdetâ can bulur. Konuşur. Bakar. Onunki bir başka ‘özge temâşâ’dır. Rilke gibi nesnelere bakarak kurar şiirini. Paris’in havası işte!
* ‘İstasyon’dan kalkan her tren Üstat’ın kalbinden geçiyor sanki. Ve kampana çalar birden: Ölüm. Gurbet. Yalnızlık. Başka ne olabilirdi ki?!
* ‘İskele’de ‘Sularda kabrimizin yolunu açan vapur’u bekleyen şairin âşinâ olduklarının listesidir: İncir çekirdeği, gözyaşı şişesi, hece taşı…
* Türkçenin en güzel İstanbul şiirlerinin başında Necip Fazıl’ın ‘Canım İstanbul’ şiiri gelir hiç şüphesiz. Bülbül kokan bir Türkçenin mücessem hâlidir İstanbul; şiir bundan başka ne ola ki?!
* ‘Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek’ Karacaahmet ‘sahici belde’sidir şairin; ‘o belde’si bir bakıma… Hâşim ile Necip Fazıl arasında bir virgül gibi dünya!
* ‘Kalk arkadaş, gidelim/ İnsanın unuttuğu/Allahı zikredelim/Gül ve sümbül hırkamız/ Sular, kuşlar, halkamız…’ Allah’la dolu olanın mısraları bunlar…
* ‘Necipcik’ ile ‘Yusufçuk’ söyleşiyor: Garip…
* ‘Ses’in poetikasını yazsaydı Necip Fazıl, onun mukaddimesi kuyuya düşen gülün sesi olurdu.
* Necip Fazıl’ın ‘Azgın Deniz’ şiirine düşen ‘alev salkımı’ Gâlib Dede’nin ağacından olmasın!
* ‘Cûylar çün vardılar deryâya hâmûş oldular’ mısraıdır ‘Susan Deniz’şiirin annesi…
* ‘Dağlarda şarkı söyle’yen şairdir Necip Fazıl. Elinde alıç ağacından bir değnek, üstünde buluttan bir hırka…
* ‘Yıldızlı bir gecede’ eğer bir yolcu…
* ‘Beklenen’ de ‘Bekleyen’ de Necip Fazıl’ın Üstat’ın kalbe ‘balmumu’yla mühürlediği şiirler.
* Necip Fazıl’da kadın bir ‘gölge’den ibarettir. Kelimelerin örttüğü bir gölge. O gölgede yıkanır şairin tini…
* ‘Boş Odalar’ şiirindeki ‘Akşam, dağılırken yerli yerinde’ mısraı bana Hâşim’in ‘Akşam toplandı derinde’ mısraını hatırlattı. Akşam şairiyle ‘Kaldırımlar’ şairinin sandığımdan çok ortak noktası var.
* Karanlık, Necip Fazıl şiirinin âdetâ tek atmosferi. Karanlığın içindeki nûru arayan şairdir Necip Fazıl. Kuyuya düşmek onun miracıdır. Orada binlerce yıldızla göz göze gelir. Oradan bakar semâya…
* Çalışma masasını kuyuya indirenlerin şeceresindendir Necip Fazıl; denize hicret edenlerin en garibi, insanlar içinde en yalnız insan, ölüler içinde en yalnız ölü…