“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda…” “Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. / Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.” “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda / Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında” demiş Nazım Hikmet.
Türklerde ağaç nedir vakit ayırıp okuyun. Çok kitap var bu konuda. Şaşarsınız. Gülse Birsel yazdı geçen gün. “Eeeeah yetti beeaaa”. O yazıyı da okuyun mutlaka. Ahmet Hakan Coşkun’un, Ahmet Turan Alkan’ın yazılarını da. Neyse, eski çağlarda az seyyah var, bunlar Türklerle karşılaşmışlar, bakmışlar yıkanmıyorlar Türkler. Sonra anlaşılmış iş, nehir buluncaya kadar yıkanmıyorlarmış meğer, göl durgun sudur, kirlenir temizlenemez diye. İşte bu Türkler “Yaş ağaca vuran el onmaz.” dediyse vardır bir bildikleri.
Başbakanımız, “Mesele ağaç değil” derken yüzde yüz haklı. Peki, nedir mesele? “Yaş ağaca vuran el onmaz” da, bu kadar biber gazı yiyen gençlerin vereceği bir karşılık olmayacak mıydı? Selahaddin Şimşek merhumun cümlesi geliyor aklıma: “Zulüm kısmak istediği sesi nara yapar! Tekmelenenler türkü söylemez!” Ş.
Geçen hafta Milli Mücadele ve kahramanları hakkında yazdığım paragrafı okuyunuz. “Korkunuz” demişim. Bağdat Caddesi’ni trafiğe kapatmış gençler. “Kimmiş o iki ayyaş?” diye bağırıyorlar. “Camideki Başbakan ve Yoldaki Cumhurbaşkanı” yazılarımda bugün yazacaklarımı önceden yazmışım, tekrar etmeyeyim. Yazık oldu. Ne Erdoğan bunu hak ediyordu aslında ne de Türkiye.
Sanırım Başbakanımızın kesin talimatıyla bakanlar, milletvekilleri konuşmadılar. İsabet. Fakat söylenebilecek en tahrik edici cümle yine de söylendi, hem de bizzat Başbakanımız tarafından: “Cami de yapacağız.”
Yazık oldu. Ne Erdoğan bunu hak ediyordu ne de yaptıkları, getirdikleri, mücadelesi. Muhalefetten gelen, şiir okuduğu için hapse atılmaktan gelen, orman arazisini Koç’a kaptırmama mücadelesinden gelen, ezilen, hor görülen, ötekileştirilenlerin dilini konuşa konuşa gelen bir siyasi lider, şimdi birkaç tane ağaç ve birkaç tane çapulcuyla karşı karşıya ve maalesef gerçekten zor durumda.
Cumhurbaşkanımız, Kuzey Afrika gezisine çıkmadan evvel, sandığı işaret eden, “10 ay kaldı” diyen, “%50’yi evlerinde zor tutuyoruz” diyen Başbakanımızı itidale çağırıyor: "Bu noktadan sonra dikkatli olunmalı, illegal örgütlere müsade edilmemeli. İyi niyetli mesajlar alındı, gereği yapılacak. Türkiye'nin demokrasisi test edildi. Demokrasi sadece seçim değildir." diyor.

Keşke Pazar günü Fatih Altaylı’da başka şeyler söyleseydi Başbakanımız, keşke. Kazandığı son seçimden sonra balkondan söyledikleri gibi: “Daha mütevazı olmanın gayreti içinde olacağız.” “Özgürlükler çok daha ilerleyecek, herkes kendini daha rahat ifade edecektir.” “Kibirden zaten sakınıyorduk, bugünden itibaren çok daha büyük bir hassasiyetle sakınacağız.” “Gururu, böbürlenmeyi hiçbir zaman kafamızdan içeri almadık bundan sonra da daha hassas olacağız.” “Hiç kimse hüzünlenmesin; hiç kimsenin sevinci, coşkusu diğerlerini üzmesin.” “Çünkü biz hep birlikte Türkiye’yiz. Biz beraberiz, kardeşiz, bunu unutmayın.” “Her zaman ifade ettiğim gibi bugün hesaplaşma değil helalleşme günüdür.”
Türkiye’nin hangi Erdoğan’a ihtiyacı olduğunu unutmamalı Başbakanımız!
Ve ne kadar ihtiyacı olduğunu!