Diri diri toprağa gömmenin, kadını eşya ile değiştirmenin adı bir medeniyetti: Cahiller medeniyeti…

İşte Yaratıcının son sözünün başladığı yer, “İnanıyorsanız üstünsünüz” ayetinin canlı delili Hz. Ömer bu hakikati çuvaldan çıkarmış, mazlum ama kâinatın muzafferi olarak ilk adımı atmıştı…
“Benden sonra peygamber gelse Ömer olurdu” sözünün şerefine hakkın bayraktarlığını yapmış ve böylelikle de İblis’in en büyük derdi ve savaşı da başlamıştı...

Hilafet dediğimiz İslam bayraktarlığı ve muhafaza görevi Efendimizden sonra dört halifenin emaneti olmuştu…

Öyle bir bayraktarlık ki kuzuları kurtlara emanet edebilecek kadar adil, güvenilir, hakikatli dönem olmuştu ve hiçbir zaman makam, güç için kullanılmamıştı…

Halifelik makamı Yaratıcının sancaktarlığı demekti, o yüzden Kur’an ve şeriat olmazsa olmaz kurallardı…

Zaten halifelik de o makamı taşımak, korumak, yaymak demek değil miydi?

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar Emeviler,  Abbasiler, Fatimiler, Memlüklüler ve Osmanlılar derken İslamiyet’in muzafferiyetini bir kenara koyup hilafetin gücünü saltanat ile karıştıran devletler bunun faturasını ağır ödediler…

İslamiyet’in birliğini, beraberliğini, dirliğini sadece kendi gücü için kullanan devletler, karşılarında Moğollar’ı, Cengizleri, Haçlılar’ı görmüştür…

Şu anki İslam devletlerinin birliktelikten yoksun olmanın faturasını kan ile ödedikleri gibi…

Ama elbette mazlumun yanında Rabbi vardır…

Ve artık mazlum Müslüman halkların inlemeleri, birlik duaları tarihten ders aldıklarının da delili değil midir?

Yeni bir dirilişin ayak sesleri olmaya başlamıştır, başlamak zorundadır çünkü topluca imha projesi olan modern cağ gözümüze soka soka sizi bitireceğiz mesajı vermektedir ve bu yeni bir başlangıcı zorunlu kılar…

İşte burada Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun ifade ve niyetlerini siyasi kıskançlığa, çekememezliğe vermek sadece kafayı kuma gömmekten ibaret kalacaktır…

Erdoğan’ın her fırsatta tarihimizin ve medeniyetimiz birlikteliği adına yaptığı ziyaretlerin, tarihsel bağlantıların dünyada yaşattığı gerginlik hali bu dirilişin ayak sesleridir…

Eğer siz Küba’da, ABD’de, Moskova’da açılan cami ve mescitlerin sadece reklam olduğunu inanıp onların birer küçük Ayasofya olduğunu gözden kaçırıyorsanız hiçbir şey anlamamışsınız demektir…

Bizim Ak Parti’ye yüklediğimiz misyonun çoğu Ak Partilinin bile hayalinde olmadığını, başkanların, vekillerin, saçma sapan icraatları ile gayet iyi biliyoruz…

İttihat-ı İslam’ı yakın akrabaların birlikteliği olarak anlayan, en iyi dost, en iyi iş, en iyi arkadaşı sadece kendilerine itaat bilen zevat ile bir gün görüşeceğiz elbette; millet ve ümmetçe…

Ama en önemlisi bu cahillerin yaptıklarının Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun yapmaya çalıştıklarını gizlemesine izin verilmemesidir…

 

Davutoğlu’nun son grup toplantılarında Ak Parti’ye çizdiği istikamet tamda arzu ettiğimiz misyonunizahıdır…

Demokrasinin, mazlumun, vizyonun, ahlakın, vicdanın, evrenselliğin, nezaketin, disiplinin ve milletçe yürümenin temellerine sahip bir siyasi irade hepimizin arzusu ve hayalidir…

Gelinen noktada ülkece yapılan bu dirilişin artık hayal olmaktan öteye dünya için bir tehdit olması doğru yolda olunduğunun da bir işaretidir…

İsteseniz de istemesiniz de, kabul etseniz de etmeseniz de, görseniz de görmeseniz de; adına Oğuz Kaan deyin yada Metehan, ne koyarsanız koyun, gerçek mührün emanetçisi gelene kadar o koltukta Erdoğan ve Davutoğlu vardır…

O koltuğun tek amacı İslam’ın, ümmetin, Kur’an’ın muhafazası ve muzafferiyetidir…

Eğer siz dünyada değişen taşların değerini cüzdanınızdaki doluluk oranı ile ölçüyorsanız muhalefetinizin ölçüsüzlüğü size sadece para değil, her iki dünyanızı da kaybettirecektir…

Sahildeki bebeklerin, masum insanların kanlarını kendi ihtiraslarınızla ölçmek büyük davayı görmemek demektir…

Millet olarak bu bayraktarlığa layık olanları desteklemek, bunu suiistimal eden başkanların, vekillerin, koltuk sevdalıların tasviyesinin mücadelesini milletçe vermek gerek…

Bu, Ak Parti’ye oy toplama yazısı değildir…

Bu Ak Partililere rağmen Erdoğan ve Davutoğlu’nun yanında olunmalı muhasebesidir…

Ama bu muhasebenin neticesi oy da değildir…

Gerçek hilafet ve birlikteliğin bozulması İslam’dan uzaklaşmak ile başlamıştır…

Ve neticesinde ayrılık, farklılık, ırkçılık, mezhepçilik belaları ile İslam dünyası paramparça olmuştur…

Şimdi bize düşen İslam’ı önce kendimize yaklaştırmaktır…

Bu, ticaretimizi dürüst yapalım demektir…

Alırken verirken hakkaniyetli olalım, işi ehline, ihlaslısına,sadakatlisine teslim edelim demektir…

Çalıpçırpana, yandaşlık yapana, ırkçılık yapana geçit vermeyelim demektir…

İslamiyet sadece namaz, niyazdan ibaret değil…

Yan yana durmakla birlik olunmaz…

Kalbimiz, aklımız, niyetimiz ile de yan yana olmalıyız…

Çünkü artık mızrağın çuvaldan çıkma vakti gelmiştir…