Bu gün sizlerle çok popüler olan bazı kelimelerin sözlük anlamlarını paylaşmak istedim. Yorumlar okuyana aittir. Sadece sözlüklerde ve internette bundan evvel yapılan açıklama ve izahları derlemeye çalıştım.  Bir tek şeyi belirtmeden geçemeyeceğim. O da bazı kelimelerin bizler tarafından çok iyi anlaşılamadığı ve bazılarının bu kelimeleri istedikleri gibi kullanmaya çalışmaları tuhafıma gidiyor. Bu yazı iki bölümdür. Birinci bölümü kelimelere açıklık getirmek. İkinci bölümde ise uygulamadan doğan bazı sıkıntıları izah edebilme düşüncesi.

 “Millet”

“Millet” Arapça kökenli bir sözcük olup, “belli bir din veya mezhebe bağlı cemaat” anlamındadır. Osmanlı’da da bu anlamda kullanılmıştır (Katolik Milleti, Ortodoks Milleti gibi).

Günümüzde ise ortak bir dili olan, aynı tarihi geçmişe sahip, bir arada yaşayan ve gelecekte de bir arada yaşama inancı ve arzusunda olan, ortak bir kültürel mirası olan topluluk olarak tanımlanmaktadır.

 “Ulus”

 “Millet” sözcüğüne eşdeğer olarak kullandığımız “Ulus” sözcüğünün kökeni ise Orhun Yazıtlarında yer alan “uluş” tur. Birliği oluşturan boyların birlikteliğini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Divan-ı Lügat-ı Türk’de (Kaşgarlı Mahmut) yer alan karşılığı ise “budun” sözcüğüdür.

 “Milliyet”

 “Milliyet” kavramı hukuki bir tanımlamadır. Kişinin ulusla (milletle) göbek bağını, vatandaşlığı ifade eder.

Ulus devlet içerinde farklı etnik gruplar bulunabilir, ancak ulus (millet) farklı uluslardan (milletlerden) oluşmaz.

Örneğin Almanya’da yaşayan ve o ülkenin vatandaşı olmuş bir milyonu aşkın Türk, Almanya’da ayrı bir ulus (millet) olarak ifade edilemez. Keza Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan en kalabalık etnik gruplar olan Meksikalılar ve Çinlilerin de Amerikan Ulusu içerinde ayrı birer ulus olarak kabul edilmeleri ve farklı muameleye tabi tutulmaları söz konusu olmaz. Sözün özü; her şahıs milliyeti söz konusu olduğunda vatandaşı olduğu ulusu temsil eder.

 “Milliyetçilik”

 “Milliyetçilik”; kavram olarak Fransız Devriminden sonra ortaya çıkmıştır. İlk kez 1784-1815 yılları arasında Napoleon Döneminde Fransız istilası altındaki Almanya’da kullanıldığı tahmin edilmektedir. Aynı yıllarda Rus işgali altındaki Polonya’da, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Yunanistan’da, Avusturya İmparatorluğu içerisinde Macaristan’da milliyetçi akımlar gelişmiştir. Milliyetçilik, Fransız Devrimine paralel olarak, egemenliğin (hüküm sürme erkinin) yeryüzünde Tanrı adına hükmeden hükümdarlara değil halka ait olması gerektiği savıyla ivme kazanmış ve bağımsız ulus devletlerin doğmasına vesile olmuştur. Milliyetçilik sözcük olarak belli bir etnik orijini değil halkı, egemen bir ulusu (milleti) temsil etmek üzere kullanılmıştır. Ulusçuluk” ise “milliyetçilik” ile aynı anlamda kullanılmaktadır.

http://fatihselimyurdakul.blogspot.com/2013/08/ulus-millet-milliyet-milliyetcilik-ve.html

HALK

Bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplum gruplarının içinde bulunan insanlara halk denir.

HALKÇILIK

Bu akımdan halkçılık ilkesi hem cumhuriyetçilik hem de milliyetçilik ilkelerinin zorunlu bir sonucudur.

Millet ile halk aslında tek anlama gelmektedir. Halkçılık ise millet içindeki çeşitli insan gruplarının çıkarına ve yararına bir siyaset izlenmesi, halkın kendi kendini yönetmeye alıştırılmasıdır.

Aynı biçimde, halkçılık, milliyetçiliğin de bir sonucudur.

Millet halktan oluştuğuna göre, milliyetçilik, Türk halkının mutluluğu için çalışmak, ortak geçmişe ve geleceğe halkla birlikte bağlanmak demektir.

TDK'YE GÖRE HALK ANLAMI

Halk kelimesi Arapça kökenlidir.

Halk kelimesinin TDK sözlüğündeki anlamı şu şekildedir:

- Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk

- Aynı soydan gelen, ayrı ülkelerin uyruğu olarak yaşayan insan topluluğu

- Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri

- Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü, ahali

- Bir ülkedeki yurttaşların bütünü, kamu

-Aynı ülkede oturmamakla birlikte aralarında soy, din vb. yönünden bağ bulunan insan topluluğu.

"Yahudi halkı "

-Yöneticilere göre ülkedeki yurttaşların tümü.

"Bakan, halka hizmet edileceğini söyledi"

-Yöneticilerin, yüksek düzeydekilerin ve aydınların dışında kalan topluluk.

"Bakan, halktan biri gibi davranıyor"

TOPLUMBİLİM TERİMİ

Kültürleri bir olan bireylerin, kümelerin oluşturduğu nüfus.

Vatandaş

Vatandaş, bir ülkede olan politik kurumların bir parçası olan kişiye denir.

"Yurttaş. (Yurtları veya yurt duyguları bir olanlardan her biri)"

ULUS VE DEVLETİ BİZİM TARİHİMİZİN NERESİNE DÜŞER?

Bu yazı Türk Yurdu dergisinin Ocak 2013 Sayısında yer alan Ulus ve Ulusçuluk ile Milliyetçilik ve Ulus- Devletin Akıbeti konulu soruşturmaya gelen cevaplar üzerine kaleme alınmıştır. Bu mütalaalar yapılırken doğal olarak üzerinde mutabık kalınan yaklaşımlar değil; aykırı ve ilginç olanlar üzerinde durulmuştur.

Ulus-devlet tanımındaki ulus kavramı, bizim geleneğimizin, bizim kadim kültürümüzün ve bizim zihin haritamızın; kısaca söyleyecek olursak bizim hikâyemizin bir nesnesi değildi. Bu nedenle esasen Avrupa siyasi ve sosyal serüveninin tamamen kendi özgü şartlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan/çıkartılan ulus ve onun devlet formu, bize çok fazla bir şey ifade etmemiştir. Bundan dolayı olsa gerek 1923’lerde başladığını söyleyebileceğimiz ulus inşa çabaları -soğuk savaşın yarattığı şartlarda işe yarıyor gibi görünse de- başarılı olamamış; İkinci Harbi müteakiben yaşanan süreçte bırakınız tahkim olmayı devamlı zayıflamıştır. 1923’lerden 1950’lere kadar olan dönemde girişilen ulus inşa çabaları devletle toplumu birbirinden uzaklaştırmış; bu uygulamalar tabii olarak resmi tavrın dışında ve fakat ona paralel milliyetçiliklerin doğmasına neden olmuştur. Söz konusu bu paralel milliyetçilikler, siyasi alanda da etkilerini göstermekte gecikmemişler; resmi tavrın dışında ona paralel ve ona rakip millî/millîci bu tür siyasal hareketler, ahaliden her zaman daha fazla destek görmüşlerdir. Bunun farkında olan dış güç odakları verili sosyal ve siyasal zeminden hareketle, hemen her zaman kendileri açısından istimâl edebilecekleri uygun bir siyasal ve toplumsal kamuoyunu bulmakta zorlanmamışlar; bu ise Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının her geçen gün bir miktar daha aşınmasına neden olmuştur. İktisadi yetersizliklerimizle de desteklenen bu tablo, Türkiye Cumhuriyeti’ni her dönem derece itibariyle bağımlı kılmış; bu vaziyet el’an en ağır biçimiyle devam etmektedir.

Bununla birlikte, Cumhuriyetin “yeni bir ulus yaratma” projesinin bütünüyle sosyoloji biliminin veri ve yöntemlerine aykırı olduğunu söylemek de büyük haksızlık olacaktır. Çünkü Cumhuriyet lâdînî; pür seküler bir toplum inşa etmeye de girişmemiştir. Cumhuriyeti kuran kadronun yapmaya çalıştığı şey, toplum bilimsel bir gerçeklik olan ve onsuz olunamayacağı apaçık idrak edilen din olgusunu, kendi tecrübe ve anlayışları istikametinde “hurafelerden arındırmak”, yine kendi ifadelerine göre dinî anlayışı “akla uygun” hale getirmekti. Bu tavrı, devletin denetiminde din olarak da ifade etmek mümkündür, ama Cumhuriyet ideolojisini dinsiz bir ideoloji olarak takdim etmek büyük haksızlık olacaktır.

 Ancak yine de yapmaya koyuldukları şey reel/bilfiil olana aykırıydı ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından hüsn-ü kabul görmemiştir. Bu neticeyi toplumun geri kalmışlığına ya da “cehaletine” bağlamak ta doğru olmayacaktır. Çünkü itirazlar sadece geniş ve “cahil” halk kesiminden geliyor değildi. Tahsilli, münevver kesimden de geliyordu. Nitekim bu kesim çok geçmeden muhalif bir siyasal pozisyona yerleşmiştir.

Tüm bu tespitlere rağmen Cumhuriyeti kuran kadronun, Avrupa’da her devlete bir ulus bahşeden başarılı uygulamalardan etkilenmemesi mümkün değildi. Buradan hareketle aynı yöntemleri kullanmak suretiyle yeni devletin de böyle bir ulusa sahip olabileceğin inanmış olmalarını bilimsel bulmasak ta anlayabiliriz. Çünkü yenildiğimiz güçlerin her biri güçlü ulus-devletler olarak karşımızdaydılar ve bunlar koca bir imparatorluğu perişan etmişlerdi. Kaldı ki bu devletler ve toplumlar, bilimsel bilgi ile hem askeri hem de ekonomik güç temerküz etmişler, bu güçle dünyayı bir yandan değiştirmişler, diğer yandan da sömürgeleştirmişlerdi. Öyleyse yapılması gereken apaçık önlerindeydi: Onların gittiği yoldan gitmek. Ve öyle de yapmaya çalıştılar: Batılılaşarak Batı’ya galip gelmek. Belirtmek gerekir ki tüm pozitivist karakterine rağmen Cumhuriyetçi kadrodan bir Abdullah Cevdet de çıkmamıştır. Bu onların her şeye rağmen yerli olduklarının bir başka göstergesidir. Esasen o gün yapılanların tamamını yanlış bulan bu günkü siyasi elitin, bu gün AB projesi ardından sürüklenmesinin ve hatta AB’yi bir Medeniyet Projesi olarak kabul etmesinin özü itibariyle o gün yapılanlardan hiçbir farkı yoktur.

KAYNAK: Süleyman ERYİĞİT

ttps://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=658