Bu haftaki yazımızın çıkış noktası, geçen hafta yazdığımız “Yılın Sonu Başı Aynı” başlıklı yazı olacak. Yanlış anlaşılmasın sayın okuyucum, yazının devamı olmayacak lakin konunun geliş yönü geçen haftanın diyarlarından geliyor olacak…

Okuyanlar bilir, mutluluk için çaba harcanmaz dedik. Hakiki ve samimi duygular gelir insanı bulur yaşamında. Bu samimiyet sadece mutluluğu içermez. Korku da, öfke de, hüzün de insanı insan yapan duygulardır; ama maalesef günümüz insanı bu duyguların hepsinde samimiyetini kaybetti.

Yaşanılan duyguları bir tablete sığdırıyoruz adeta. Hangi duyguyu istiyorsak yutuyoruz bir hap. Mutlu olmak istiyorsak yapıyoruz bir özel gün eğleniyor kutluyoruz mutlu olduk sanıyoruz. Üzülmek mi istiyoruz açıyoruz bir dram filmi, dizisi veya birkaç dakikalığına dayanabildiğimiz şehit haberi, iki damla gözyaşı, iki cümle teröristlere lanet, beddua ve küfür, üzülme kontenjanını da dolduruyoruz sonra her şeyi unutup gidiyoruz başka âlemlere…

Benden “yaşça büyüğüm” sordu “yılda bir gün eğlenmenin, yılbaşı kutlamanın ağaç süslemenin, hediyeleşmenin ne zararı var? Bu soruyu sorarken art niyetliydi de. Çünkü yazımı tam idrak edememiş ya da etmek istememişti ve beni bu kutlamaları sadece dini gerekçelerle eleştirdiğimi sanıyordu.

Evet, dini boyutta da eleştirilecek bir konu ama size yemin ederim ki sadece mevzu dini boyut değil. Zaten yazımızın daha ikinci paragraf üçüncü cümlesi “konuyu sadece inanç meselesinden değerlendirmeyelim ve çerçeveyi çok geniş tutalım izninizle” olmuş…

Sorulan soruya “düz mantık” ile bakarsak elbette o günü kutlamanın hiçbir zararı yok. Gülüşmeler, hediyeleşmeler, eğlenceler. İnsanın kendisini uyuşturmasının da sadece kendisine zararı vardır; uyuşturulmak bağımlıyı mutlu eder ama sonuç kendisini kandırmaktan ibarettir sadece.

İnsan olmak bir incelik sanatıdır. İnsan olarak yaratıldıysak eğer bu sanatı icra etmek hepimizin vazifesidir. Sığ bakış açılarıyla sadece bize gösterilmek istenen şeyleri görürüz. Bu öncelikle kendimize ihanettir.

Misal insan en çok evinde rahat eder. Saraya misafirliğe gitse bile asla kendi evinin rahatlığını, huzurunu bulamaz. Çünkü mahremiyeti evindedir. Evi özgürlük alanıdır kendisine…

İnsan maalesef mahremiyet alanlarını yok etmeye başladı. Bu mahremiyeti sadece yatak odası veya belden aşağısı olarak algılamayın lütfen. Çünkü edep sadece o alanlara ait değildir. Edep, adap, adalet kelimesiyle tecelli eder. Yani insan her duygusunu, her zenginliğini saklamalıdır.

İşte ince insan oluşumuz bu paragrafta kendisini gösterecek sayın okuyucum. Sürü halinde yılın birkaç günü için alışveriş yapıp ben mutlu olacağım yalanını atmakla, yediğin yemeğin fotoğrafını paylaşmakla, bu imkânlara sahip olamayanlar karşısında ne kadar adaletli, ne kadar edepli oluyoruz?

Hediye vermek belirli bir sürprizi beraberinde getirir. Peki, özel günlerde birbirimize aldığımız eşyalara hediye diyebilir miyiz? O hediyelerin gelişi ne kadar sürpriz acaba; alınmaması daha çok sürpriz hatta. O zaman bu durumun adına değiş tokuş demek daha mantıklıdeğil mi ve yine kendini kandırmaca yok mu?.

Hayat beklenmedik gelişmeler ile yaşanır. Kötü de olsa iyi de bu sürpriz neşelendirir hayatı. İmkânın vardır, sıradan bir gündür. Hiç kimsenin beklemediği zaman verirsin ziyafetini alırsın hediyeni sevdiklerine. Bu senin mahremindir. Kimse karışamaz. Mahremini açarsan niye hırsız girdi diyemezsin.

 “Takvimde yer etmiş”günleri kutlamaların kime ne zararı var, had sınırlarımı aşmadan kalemim yettiğince anlatmaya çalıştım sayın okuyucum. Kapitalist sistemin bizlere dayatmasına karşı çıkmak sadece “takunyalıların”(soruyu soran “yaşça büyüğümün tabiriyle”) değil, birazcık akıl ve vicdanını kullanacakları kişilerin yapması gerek davranıştır…

Bir hata ettiysem affola, Allah’a (c.c.) emanet olun…

e-mail : [email protected]