Hâkim : “evladım sen genç birisin, yüzünü göstermen de bu işte ki acemiliğini ispatlıyor. Gücün kuvvetinde yerinde maşallah, zaten garsonlukta yapıyormuş ne güzel, söyle bu işi niye yaptın?
Sanık: “izninizle en baştan anlatayım. Benim çocukluğum ve gençliğim deniz kenarında geçti. Çok haylazdım; keşke annem, babam burada olsalar bir bir anlatsalar yaptıklarımı.
Sokak delisiydim.  10-11 yaşlarında gece 1 de eve gelirdim. O saatte tabi ki arkadaşım olmazdı, olamazdı çünkü izin alamazlardı. Ben ise saatlerce bisiklet sürerdim, eve gidince işiteceğim azarı belki de yiyeceğim dayağı umursamadan…
Haylazlık dedim ama aklınıza yanlış düşünceler gelmesin. Kız isteme merasimi gibi olacak ama ne içkim vardı ne sigaram ne de uyuşturucu gibi meretler. Ben özgürlük delisiydim sadece. Arkadaşları internet kafelerden çıkarmaya uğraşırdım,birlikte bir şeyler yapmak için. Ama asla anlayamayacağım bilgisayarın başından, çok nadir kalkarlardı. Ben de git gide yalnızlığa alıştım bu nedenle.
Hal böyle iken derslerimde kötüydü. Zar zor geçerdim sınıfı. Adeta boğuluyordum sınıfta veya evde. Çıkmam gerekirdi sokağa, ben de çıkardım. Kişi, insanları kendisine benzetmeye çalışırmış ya ben de çok uğraştım ama hep bir başıma kalırdım. Yalnızken çok sık duyduğum içsesimi ya koşarken ya da bisikletteyken uzaklaşırdım.
Ama içsesimden kaçsam bile nafile, o haklı çıktı. Üniversite sınavında çaktım tam manasıyla. Bu sebeple ailemle aram bozuldu. Sürekli ileride nasıl geçineceksin diye soruyorlardı. Cevabım hayatın tadını çıkararak oluyordu ama ben hariç, kimseye yetmiyordu bu cevap.
Ailemle aram bozulunca farklı şehirde yaşamaya karar verdim.. Gönül, Intothe Wild filminin başkahramanı ChristopherMcCandless gibi olmaktı ama herkes yapamıyor işte”…
Hâkim ciddiyetini bozmadan ama tebessüm ederek: Evladım, önce filmin sonunu sonra da seninle film sohbeti yapmak için burada olmadığımızı hatırlatmak isterim…
Sanık : “haklısınız efendim, izninizle devam edeyim. Yaşıtlarım üniversiteyi kazandığı ben ise kazanamadığım için ailemden ayrıldım. Belli bir süre küçük bir yerde kaldım. İnşaatlarda çalıştım. Ama inanın mutluydum. Çok az kazansam bile bana yetiyordu. Geceleri dışarı çıkmalara ara vermiştim tek sorun oydu benim için.
Bir zaman sonra sizin dediğiniz garsonluk işine girdim. Daha çok kazanmaya başlayınca daha iyi bir eve kiraya çıktım. Ufak tefek eşyalar aldım. Sokak adamlığın gece çalışmazsam devam ediyordu. Keyfim yerinde anlayacağınız.
Ama bazı şeyler canımı sıkmaya başlamıştı. Önceleri çok kafama takmasam da yavaş yavaş benim kafa bozuluyordu. İnsanların neredeyse çoğu materyalist olmuş. İşin garibi farklı kişileri görünce ise şaşırıyorlaro derece bozulmuşlar yani.
Kaç kere patronum bana aptal dedi. Sebebi geceleri çalışmayı reddedip ek geliri kaçırmam. İş arkadaşlarım oğlum çalışta şu telefonunu yenile veya üstüne başına yeni şeyler al derdi. Onlardan daha mutluydum eminim amaonlara göre salaktım, arkamdan öyle dediklerini biliyorum.
İnsanlar mutluğu yaşamak yerine fotoğraf çekerek donduruculara atıyorlar. Bilmiyorlar ki dondurucu her şeyin tadını bozuyor. Yaşanılan huzurun fotoğrafı olmaz efendim…
Ego şişirmekten başka işe yaramayan işlerden nefret ettim. Ama hep karşıma çıktılar. Bu işi yapmama karar veren olay ise hâkim bey şu oldu. Ben çok para harcamam, belki ayda yılda sinemaya giderim arada bir çay içerim kahvehanede o kadar. O yüzden o hafta artan harçlığımı sokakta gördüğüm genç bir dilenciye verdim. Ertesi gün elinde lüks bir telefon görünce delirdim. O gece karar verdim bir dükkân soyacağım ve paralarla 3-4 tane telefon ve artarsa paraları kalabalık bir caddede yakacağım.
Hâkim: sendeki ChristopherMcCandless hayranlığı hiç geçmemiş anlaşılan… (filmde kahraman parasını isteyerek yakmıştı)
Sanık : aynen öyle efendim. Ben devam edeyim izninizle. Oyuncakçıdan aldığım tabancayla ve yüzüme geçirmek için aldığım kar maskesiyle düştüm yollara. Don Kişot’un düşmanı yel değirmenleri benimki ise kuyumcu oldu. Heyecandan ölecektim, bu hayatımın sonuydu ama yapacağım eylem için değerdi. Kuyumcuya bir iki adım kala maskemi giydim ve içeride müşteriler olmasına rağmen dalacaktım…
Yüreğim ağzımdaydı, söyleyeceklerimi tekrarladım. Özgür son dakikalarımdı. Acemilik mi dersiniz talihsizlik mi bilmem. Başım önde girdim kuyumcuya… Çok değil beş saniye sonra kendimi toparladım. Kafamı kaldırıp silahı doğrultup tam HERKESİN ELLERİ YUKARI diyecektim ki zaten eller havadaymış. İstediğimden tek farkla, ellerin arasında videomu çeken telefonlar vardı…
O an herhalde sinir krizi geçiriyordum. “Sizin ölüm korkunuz yoksa benim de yok ulan diye bağırdım. Silahı ve maskeyi fırlattım. Bağırmaya devam ettim, şimdi daha iyi çekin. Sizin yüzünüzden hayatını yakan deliyi “YAVUZ CENGÂVERİ” çekin” diye bağırdım efendim”…
(Davanın sonucunu siz belirleyin)
(Okuduğunuz öyküdeki kişilerin ve kurumların gerçekle ilgisi yoktur tamamen benim hayal ürünümdür)