Annem sandıktan kundağımı çıkardı.
Benim kundağım, dünyaya geldikten sonra beni örten şey yani.
Kelimelerin kifayetsiz olduğu anlar vardır ya işte öyle.
Sandıktan başak neler çıkarmadı ki: Sadakor elbiseler, patiskalar, yüksek topuklu ayakkabılar…
Kundağımı kokladım, tuhaf bir koku.
Çocukluğumun kokusu mu?
Kaybettim şimdi o kokuyu, öyle kokmuyor tenim.
İnsan kendi kundağını görünce ne hissetmeli?
Ne söylemeli annesine?
Kalbine ne söylemeli?
Anne sütü gibi bir şey, uzun uzun susmak gerek…
Annem sandıktan kundağımı çıkardı.
Ürktüm, tuhaf oldum, sevindim…
Kundağım olduğuna göre ben doğmuştum.
Sarılıp sarmalanmıştım…
Melekler beni de güldürmüştü.
Kulağıma ezan okunmuş, bir ad verilmişti varlığıma.
Şimdi var mıyım?
‘Doğmuş Olmanın Sakıncası’nı okuyan ben, var mıyım şimdi?