Tebliğde/vaazda üç unsur çok önemlidir.

1. Tebliğcinin şahsiyeti.

2. Tebliğ de söz ve usul

3. Tebliğde muhatap şahıs ve kimliği

Her vaaz tesirli midir? Tesiri yoksa sebebi nedir?

Anlatan mı yetersiz, sözümü tesirsiz veya karşısındaki kişi mi alıcıları kapanmış.

Kendinize sordunuz mu?

Birinci maddeyi ele alacak olsak, Peygamberleri düşünün onlar şahsiyetleri, temsilleri ve söz tesirleri en yüksek insan olmalarına rağmen neden her dinleyeni ve onları gören iman etmemiştir. Bu konuda peygamberleri asla yetersiz göremeyiz. Her ne kadar peygamberler kendilerini sorumlu tutsalar da. Salat ve selam onlara olsun.

İkinci maddede sözün gücüdür. Söz sihir gibidir. Yalancılarda bazen tesirli olabilirler. Münafıklar (kalbi ve sözü farklı) bazen insanları tesir altına alabilirler. Hatta dini yaşamayan din görevlisi dahi toplumu tesiri altına alabilir.

Efendimiz (a.s.m) “Gerçekten beyanda sihir vardır” buyurmaktadır.

Üçüncü olarak da tebliğin muhatabının durumudur. Her tebliğci için ümit var olmak mümkündür. Bununla beraber birçok insan da iman etmemiştir. Tebliğ asıl olmakla beraber, her zaman sonuç almak için yeterli olmamıştır.

Sonuç olarak insana düşen görev; neden ben hakikatlere telsim olamıyorum. İnandığım halde uygulamaya koyamıyorum. Sorumluluk kimdedir.

Tv’ler, küsüler ve sohbetler artmasına rağmen tesir artmamaktadır. Suç ve sorumluluk kimdedir.

Nasihat, vaaz kabul etmeyen nefse tevbe vakti gelmedi mi?

“ÇOCUKLARINIZ HEP GÜLSÜN VE ŞEKER YİYEBİLSİN”

Telefonuma gelen bayram tebrik mesajın son cümlesi budur. Bu cümle doğrumu ne dersiniz. Ülkemiz laik eğitim ve yaşam tarzına girince Ramazan bayramı “şeker bayramı” olarak tanıtıldı. Tarihi gerçekle hiç alakası olmayan bu cümle ülke gerçeklerinin özden ne kadar kopuk olduğunu göstermektedir.

Birinci olarak, bayram öncelikle sorumluluk yaşında olanlara aittir. Çocuklar ise büyüklere tabidir. Maalesef bayramı şekerleştirip eritmek cahili bir tutumdur.

Çocukların gülmesi ise ancak tevhidi bir görüş ve imanla mümkündür. Eğitimi şirke bulaştırılan bir yaşantıyla gülmek mümkün değildir.

Bayram çocuklar için şeker toplama değil, islamı anlama ve sevme mevsimi olmalıdır.

Lokman suresi; 13 - Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür." 14 - Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.

15 - Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. 16 - "Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde, yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır." 17 - "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir." 18 - "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme (kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu edenlerin hiçbirini sevmez. 19 - Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.

KAZAYA KALAN RAMAZAN ORUCU?

Ramazan orucunun kazâsı oruç tutmanın haram olduğu günler dışında her zaman yapılabilir. Hanefîlere göre kazası için bir zaman sınırlaması yoksa da mümkün olan ilk fırsatta kaza oruçları tutulmaya çalışılmalıdır (Kâsânî, Bedâiü’s-sanâî, II, 265). Oruç tutmanın yasak olduğu günlerin başında bayram günleri gelir. Hz. Peygamber (s.a.s.) iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki birisi ramazan bayramının birinci günü, diğeri kurban bayramı günleridir (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 49).

Şâfiîler’e göre ise bir ramazanda kazâya kalmış orucun, gelecek ramazana kadar kazâ edilmesi gerekir. Bir ramazanın kazâ borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki ramazan gelecek olursa, kazâ borcuna ilâveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar (Nevevî, el-Mecmû, VI, 363-366; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, 441).

İKİ BAYRAM ARASI NİKAH?

Ülkemizin bazı yörelerinde, Ramazan ile Kurban Bayramı arası kast edilerek “İki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikah kıyılmaz.” denilmektedir. Bu sözün dinî yönden hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Âişe (r.a.) de Şevval ayında evlenmişlerdir (Müslim, Nikah, 73). Şartlar ve imkânlar müsait olduğu zaman senenin bütün gün ve saatlerinde düğün yapılabilir, nikah kıyılabilir. Yani nikah için belli bir zaman ve vakit yoktur. Bu nedenle iki bayram arasında düğün yapmakta ve nikah kıydırmakta dinimiz açısından hiçbir sakınca bulunmamaktadır.

ŞEVVAL ORUCU?

Ramazandan sonra şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur” (Müslim, Sıyam, 204; Tirmizî, Savm, 53; Ebû Dâvûd, Savm, 58-59) buyurmuştur. Bu oruç peş peşe tutulabileceği gibi ara verilerek de tutulabilir (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Riyad, 2003; III, 421).

Şevval ayında nafile olarak tutulan oruç, Ramazanda tutulmayan oruçların yerine geçmez; yani Ramazan’da tutulmayan oruçların ayrıca kaza edilmesi farzdır. Bir oruçta hem kaza hem de nafile yerine niyet edilmesi geçerli olmadığından Şevval ayında tutulan oruçta da bunlardan yalnız birine niyet etmek gerekir. Şevval ayında oruç tutulurken, ramazanda tutulamayan oruçların kazasına niyet edilirse bu oruçlar kaza orucu olur.

DÜĞÜN HEDİYESİ VE BOŞANMA?

Düğünlerde, evlenen erkek ve kızın birbirlerine ve bunların anne, baba, nine, kardeş, amca, dayı, hala, teyze gibi mahrem akrabalarının kendilerine vermiş oldukları hediyeler hibe hükmünde olup tek taraflı olarak bunlardan dönmeleri caiz değildir. Ancak bunların dışındakiler, tahrimen mekruh olmakla birlikte verdikleri hediyeyi geri isteyebilirler.

Yakınlarının ve davetlilerin getirmiş oldukları hediyeler ise eşlerden hangisine verilmiş ise ona ait olur. Kimin adına getirildiği bilinmemesi halinde, mümkünse getirenlerden sorulur ve onların sözüne göre hareket edilir. Bunun mümkün olmaması halinde bulunulan yerin örf ve âdetine göre hareket edilir (Fetâvây-ı Hindiyye, IV, 383). Damadın veya ana babasının geline taktıkları takılar örfen mehirden sayılıyorsa mehirdir; asla geri alınamaz.

Eşler, nikah öncesi veya ayrıldıktan sonra değil de nikahlı iken birbirlerine vermiş oldukları hediyelerden dönemezler. Damadın annesi, babası, erkek ve kız kardeşleri, amca ve dayıları, hala ve teyzeleri gibi birinci dereceden yakınları, geline vermiş oldukları hediyelerden mekruh olmakla birlikte dönebilirler. Ancak bu kimseler söz konusu hediyeleri gelinin rızası veya mahkeme kararı olmaksızın tek taraflı olarak geri alamazlar.

SÜT HISIMLIĞI NEDİR?

Süt emme çağındaki bir çocuğun kendi annesinden başka bir kadından süt emmesi halinde, bu çocukla, süt emziren kadın ve bu kadının yakınları arasında meydana gelen hısımlığa süt hısımlığı denir.

Süt hısımlığı evlenme konusunda bazı istisnalar dışında kan hısımlığı ile aynı yasakları doğurur (Merğinânî, el-Hidâye, İstanbul, I, 223). . Zira hadiste “Nesep yoluyla mahrem olan emzirme ile de mahremdir.” (Buhârî, Şehâdât, 7; Müslim, Radâ 1) buyurulmuştur.

SÜT KARDEŞ VE NİKAH?

İslâm’da dini hükümlerin kaynağı Kur’an ve sünnettir. Kur’an-ı Kerim’de kendileriyle evlenilmesi yasak olan kimselerle ilgili olarak; “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kızkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisâ, 4/23) buyurulmaktadır. Sütkardeşliğinden doğan evlenme yasağı da bu ayete dayanmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu konuda; “Nesepten dolayı haram olanlar sütten dolayı da haram olur.” (Buhârî, Şehâdât, 7; Müslim Radâ 1; Ebû Dâvûd, Nikah, 6) buyurmuştur.

Bir kadının başka başka doğumlarda emzirdiği iki çocuk sütkardeş olur mu?

Kur’an-ı Kerim’de kendisinden süt emilen kadınlardan “sütanne”, aynı kadından süt emen çocuklardan da “sütkardeş” diye bahsedilmiş ve bunlar arasında süt akrabalığının meydana geleceği bildirilmiştir (Nisâ, 4/23). Buna göre, ister aynı doğumda ister başka başka doğumlarda olsun, bir kadından, süt emme müddeti (rada) içinde süt emen çocuklar birbirleriyle sütkardeş olurlar.