Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar...

 

Ne güzel yazmış değil mi üstad Necip Fazıl Kısakürek?

Nasıl da kusmuş öz ağzından kafatasını böyle!

 

Benim de vakti zamanında şiirle haşır neşir olmuşluğum vardır…

Her ne kadar uzun yıllardır şiir yazmıyor olsam da az biraz şairliğe bulaşmışımdır…

Zaman zaman karşı karşıya kaldığım hadiseler, içine düştüğüm bunalımlı haller, üstüme çöken kasvet, içinden çıkılması zor krizler, duygu patlamaları, hezeyanlar ve buna benzer sebepler beni şiir yazmaya itebiliyor…

Örneğin gecenin sessizliğinde şehir merkezinde voltalarken bir kaldırımlar şiiri de ben yazayım diyorum…

Lakin ne mümkün!

Adapazarı’nın neresinde var şöyle şıkır şıkır, şiir gibi kaldırım Allah aşkına!

Birçoğu kırık dökük, eğri büğrü, çökmüş, yamulmuş, bozulmuş, perişan bir vaziyette!

Kaldırım fakiri bir memleket olup çıkmışız…

Ruhunu yitirmiş şehrimizin kaldırımları…

Hangi kaldırımda yürüseniz taşlar tehdit ediyor sizleri…

Bilhassa yağmurlu ve karlı havalarda, özellikle de ara sokaklarda yürüyorsanız vay halinize!

Bastığınız taşlardan paçanıza çamur mu sıçrar, boşluğa basarsınız da bileğiniz mi burkulur, bir elektrik direği veya benzeri bir engelle mi karşılaşırsınız yoksa koca koca arabalar mı dikilir karşınıza…

Her tehlikeye açıksınız!

Bu kaldırımlara mı şiir yazacaksınız, bu kaldırımlara mı dökeceksiniz içinizi; heyhat!

Belediyelerin karnesinin en kötü olduğu nokta bu maalesef…

Kilitli parkeymiş, bilmem ne taşıymış hepsi fasa fiso…

Döşüyorsunuz bir süre sonra çöküyor, bozuluyor ve tekrar bozup tekrar döşüyorsunuz…

Defalarca tekrarlarla milletin parasını çarçur ediyorsunuz…

Yazık değil mi?

İsraf değil mi bunun adı, günah değil mi, vebal değil mi bu?

Uzunçarşı’nın hali ne, Çark Caddesi’nin hali ne?

Dar Sokak’ta bir gezinsenize, Şal Sokak’a bir baksanıza…

Az biraz Atatürk Bulvarı düzgün o kadar!

Nereye giderseniz gidin malzeme ortada!

Ne olurdu bir kere yapıp da 100 sene kenara çekilseniz…

Hadi 50 sene olsun…

Ne olurdu lâyıkı veçhile yapsaydınız işinizi…

Belki bir kaldırım şiiri yazamadım lakin dehşetengiz bir kaldırım eleştirisi yaptım zannediyorum…

Tarihe not düşün ve ibret alın…

Belki o zaman aynı akıbetle tekrar karşılaşmaz bu şehir…

BÖYLESİ BİR BÜROKRAT HERKESE NASİP OLMAZ

Büyükşehir Belediyesi Basın Servisi sağ olsun her gün deve yüküyle haber gönderiyor…

Son günlerde dikkat ediyorum da gönderilen haberlerin kahir ekseriyeti SASKİ’nin yaptığı çalışma ve yatırımlarla ilgili…

Her gün bilmem neresi temiz suya kavuşuyor, falanca ilçenin kanalizasyon sorunu tarihe karışıyor, şehrin 50 yıllık, 100 yıllık altyapı problemlerine devasa yatırımlarla köklü çözümler üretiliyor…

Bu nasıl bir enerjidir, nasıl bir gayrettir böyle…

Gel de SASKİ Genel Müdürü Doç. Dr. Rüstem Keleş hocayı tebrik ve takdir etme…

Her zaman söylüyorum, işini ehline verin, kitabi ve peygamberi yolu takip edin diye…

Böyle yapınca sonuçlarını da bizzat müşahede ediyorsunuz…

Haramı helali bilen, dürüst, çalışkan, verimli, proje üreten, fikir üreten, çözüm üreten böylesi bir akıl her belediye başkanına ve her şehre lazım…

Velhasılı kelam böylesi bir bürokrat herkese nasip olmaz…

Allah nazarlardan muhafaza etsin…

ALEMDAR’IN SIRRI NE?

2004 yılında başladım gazeteciliğe…

Geçmişini arayan adam olduğum ve nostaljiye olan düşkünlüğüm sebebiyle eski fotoğrafları karıştırırım zaman zaman…

Bakıyorum da gerek habere konu olanlar, gerekse haber yapanların birçoğu yaşlanmış, çökmüş, mahvolmuş vaziyette…

Ama bazı insanlara bakıyorum da milim değişme yok; olsa da olumlu yönde değişme var…

Bunlardan biri de Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar…

Ben göreve başladığımda AK Parti İl Başkanı’ydı, şimdi belediye başkanı…

O günkü haliyle bugünkü haline baktığınızda değişme Alemdar’ın lehine olmuş…

Sanki zaman ileriye doğru da değil de geriye doğru işlemiş…

Şu an daha da bir genç ve zinde görünüyor Yusuf başkan…

Acaba AK Parti İl Başkanlığı, belediye başkanlığına nazaran daha mı stresli bir görevdi, bilemiyorum…

Ama aradan geçen 10 yılı aşkın sürede Yusuf Alemdar’ın bariz bir şekilde gençleştiğini görüyorum…

Ne yapıyor acaba, gençlik iksiri falan mı kullanıyor?

Bir ara bir yerde karşılaştığımızda bana, “Çok göbek yapmışsın, gel Trafik Park’ta her gün 3-4 kilometre tempolu yürüyüş yap” demişti…

İşin esrarı bu mu acaba?

Sabahları tempolu yürüyüşler yaparak mı bu kadar sağlıklı ve genç gözüküyor Yusuf başkan?

İlk fırsatta sorup öğreneceğim…

DUVARIN ARKASINI GÖRÜYORUM

Hacamat ve sülük tedavisiyle, bir başka tabirle Tıbb-ı Nebevi ile uğraşan bir arkadaşım var...

Ömrünü bu işe hasretmiş…

Araştırmalar yapıyor, ciltler dolusu kitaplar okuyor, her geçen gün kendini daha da geliştiriyor…

Zaman zaman bana da hacamat yapıp sağlığımı korumama yardımcı oluyor…

Başlarda hurafeolarak değerlendirdiğim bu uygulamanın faydasını görmeye başladım diyebilirim…

Nefesim ve gözüm açıldı, her gün üstüme çöken yorgunluk ve bitkinlik hali azalmaya başladı…

Bilhassa kafamın arkasından yaptırdığım hacamat sayesinde duvarın arkasını görmeye başladım diyebilirim…

Vesvese ve kuruntulardan kurtulduğum gibi olaylara ve kişilere bakışımda da değişimler gözlemliyorum…

Gitgide gözümün önündeki sis bulutu dağılıyor…

Eski âlimler kafa hacamatını 6 ayda bir tekrarlarmış…

Herkese şiddetle tavsiye ediyorum…

İşin erbabını arayan ve sünnete uygun bir tedavi arzulayan varsa bana ulaşsın…

Zira duvarın arkasında bugüne kadar göremediğimiz ve de kavrayamadığımız hakikatler duruyor…