CİN-ŞEYTANLARIN YURDU: LEMURYA

Solomon adaları ve Meksika körfezi arasında kalan batmış bölgenin, "Lemurya cin-şeytan toplumu"nun yurdu olduğunun altını çizmiştik. Bu Lemurya ismi, özellikle cin-şeytanlar tarafından kullanılmakta ve bu isimde kitaplar yazdırılmaktadır. Sonuç olarak Mu ve Lemurya, komşu iki toplumdur; biri Ademoğulları-Kainoğulları, diğeri cinoğullarıdır... Bütün antik toplumları kandıran cin-şeytanlar, Romalıları da işletmişlerdir. Nitekim kendi atalarının geceleri dolaşan ruhları(!) için Romalıların kullandıkları "lemures" kelimesi bir Lemuryalı oyunudur. Bugün de Romalıları kandırdıkları gibi çağdaş cahilleride, atalarının ruhları, yahut ölülerin ruhları, yahut da ruh ve melek olarak kandırmaya devam ediyorlar.

Murry Hope, "Atlantis Efsane mi Gerçek mi?" isimli eserinde şunları yazar:

"Atlantis, Pasifik okyanusunda, Güney Amerika'nın batı kıyıları dolaylarında gelişmiş bir başka tarih öncesi uygarlıktan beslenmiştir. Gerçekte, eski Lemurya kıtasının, bir zamanlar Güney Amerika ve Asya'ya bağlı olduğuna inanan pek çok kişi vardır."

Burada ifade edilen şudur: Atlantis'ten önce, Güney Amerika ile Asya arasında başka bir toplum-uygarlık vardır ki bu bizim dikkat çektiğimiz "Lemurya yurdu"dur.

Hope'ye göre; Hesiodos, bu "eski cin kavmi"nin helakından söz ederken şu ifadeleri kullanır: "Şimdi yazgı kapandı bu kavmin üzerine, onlar yeryüzünün kutsal cinleri, kötülükleri doğru yola çeviren, ölümlülerin koruyucuları."

Bu ifadelerde anlatılan kavim, bize göre helak olan Lemurya cin-şeytanları, batan yurt da Lemurya yurdudur. Ayrıca insanlığın yol göstericileri ve koruyucuları cin-şeytanlar değil, gerçek meleklerdir. Bu cin-şeytanlar ise saptırıcı-aldatıcı ve helaka hazırlayıcılardır. MÖ 8. yüzyılda yaşamış bir Yunan şairi Hesiodos'un, şeytani Yunan felsefesinin temsilcilerinden olduğu hatırlanacak olursa, cinlere yaptığı bu övgülerin boşuna olmadığı anlaşılır.

Lauren O. Thyme ve Sareya Orion'u medyum olarak kullanarak; yani onlara vahyederek "Lemurya Yolu" diye kitap yayınlatancin-şeytanlar; bu kitapta, "Lemurya yaşamı" diye "şeytan toplumu"nun yaşamını ve Solomon adaları merkezli yurtlarını, insanlara özendirecek şekilde ve gerçekleri tahrif ederek anlatırlar. İşte bu kitaptan birkaç satır:

"Bizim uygarlığımız binlerce yıl önce, bugün Güney Pasifik denen bölgede bulunan büyük bir kıtada doğup gelişti. Üzerindeana yurdumuzu kurduğumuz kıta, ayrıca Mu ya da Mukalia olarak da bilinir, ama biz Lemurya ismini kullanacağız.Lemurya, Atlantis olarak bildiğiniz uygarlıktan hem önce hem de onunla aynı zamanda var olmuştur. Ancak, bizim uygarlığımız, Atlantis uygarlığının tamamen yıkılmasından binlerce(!) yıl önce yok olmuştur."

Burada tam bir dezenformasyon söz konusudur. İblis yöntemine göre; ya bir meselenin gerçekliği değiştirilerek batıla dönüştürülür, ya da gerçeklerin üzeri örtülerek unutturulmaya çalışılır. Burada olduğu gibi cin-şeytanlar, kendilerini,insanlığın atası, ilk gelişmiş insan toplumu olarak yutturmaya çalışıyorlar. Onun için de Mu ile Lemurya(kendi toplumları)nın aynı olduğu yalanını sürekli tekrarlıyorlar. Ayrıca yukarıdaki Lemurya ile Atlantis'in helakları arasında binlerce sene olduğu iddiası gerçeği ifade etmiyor.

ATLANTİS TOPLUMU VE YURDU

Churchward, "Kayıp Kıta Mu" kitabında Atlantis'le ilgili şunları yazar: "Mu Uygarlığı'nın en büyük evladı Atlantis'tir. Atlantis, Grönland'a yakın bölgelerden İrlanda'yı içine alacak şekilde bütünKuzey-Doğu Amerika'nın doğu kıyılarından aşağıya doğru Güney Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayacak şekilde bir bölgede yer almaktadır. Schliemann, yalnızca iki belgeye; Troano el yazması ve Lhasa belgesine dayanarak; Atlantis'in Mu ülkesiolduğunu iddia etmektedir. Oysa bu kayıtlarda, Mu ve Atlantis'in aynı yer olduğuna dair bir beyan yoktur, bu sadece Schliemann'ın düşüncesidir. Eğer başka kayıtları da inceleseydi, Mu topraklarının, Amerika'nın doğusunda yani Atlantis'in bulunduğu yerde değil, Amerika'nın batısında olduğunu görecekti. Buna karşın hem Atlantis ve hem de Mu toprakları,volkanik patlamalarla helak olmuş ve batmışlardır. Bilim bunu kesin bir şekilde kanıtlamıştır.

"Atlantik okyanusunun kuzeyinde, Avrupa'yla birleşen bir "kara yolu" vardı. Bu yol, Amerika, Grönland ve Norveç arasında yer alıyor ve batı çizgisi İzlanda'dan Fransa'nın kuzeybatı köşesindeki Cape Finisterre'ye uzanan büyük bir üçgen çizen bir parçayla birbirine bağlanıyordu."

Murry Hope ise "Atlantis Efsane mi, Gerçek mi?" isimli kitabında şunları söyler: "Fenikeliler, Antilla dedikleri çok zengin gizli bir adadan söz etmekteydiler. Hindistan'ın kutsal yazıları Puranalar'da veMahabharata'da, kendi alt kıtalarının yarım dünya uzağındaki okyanusta yer alan Attala adlı bir kıtaya gönderme yapmaktadırlar. İğnatius Donnelly, Atlantik okyanusundaki Kıta'nın(Atlantis'in) batışı sırasında; her iki yanından yeni kıtaların yükseldiği bir dizi devasa değişimin son halkası olduğunu ileri sürer.

"Sulara gömüldüğü söylenen efsanevi ada Atlantis'in ismi; 'Atalantis' ya da 'Atalantica' olarak da yazılır. Atlantis efsanesine ilk kez Platon, Timaio adlı diyalogunda değinir ve Atlantis konusundaki bilgilere kaynak olarak da Solon'u gösterir. Platon,yine Kritias adlı diyalogunda da Atlantis'le ilgili olarak daha başka ayrıntılar verir ve burayı bir yeryüzü cenneti olarak tanımlar. Ada halkının atalarının, Poseidon tanrısı(şeytanı) ile insan anneden doğan nesil olduğunu ileri sürer. Efsane, Ortaçağda Yunanlılardan, Arap coğrafyacılara, onlardan da Avrupalı yazarlara geçer. 17 ve 18. yüzyıllarda da efsanenin gerçekliği konusunda tartışmalar devam eder. Montaigne, Buffon ve Voltaire gibi ünlü yazarlar bile bu efsaneye inanırlar."

Atlantis efsanesi, birçok Avrupalı yazara da ilham kaynağı olur. F. Bacon'ın fizik bilimlerinin ideal devletini resmeden romanı "Yeni Atlantis"(New Atlantis); İsveçli Rudbeck'in (1679-1702) "Atland Eller Mahneim" adlı eseri; Kristof Kolomb'u yitik eski kıtaları aramaya çıkan biri olarak tasarlayan Katalan yazar Verdaguer'in, "I'Atlântida" (1877) adlı şiiri; G. Hauptmann'ın, aynı efsaneyi simgeleştirerek, bir kadın oyuncuya aşık olan bir bilim adamının psikolojisine uyguladığı romanı "Atlantis" (1912) ve P Benoit'nin, "l'Atlantide"(1919) adlı eseri bunlardan bazılarıdır.

Bu yazarlara göre Yunanlılar, çok eskiden, Atlas okyanusunda Herkül sütunları(Cebelitarık boğazı)'nın karşısındaki bir kıta adadan gelen Atlantislileri püskürtürler. Platon'a göre bu olay, Solon'un yaşadığı dönemden 9.000 yıl önce, yaklaşık MÖ 9600'lerde geçmiştir.

Kemal Menemencioğlu, Solon'la görüşen Mısırlı rahibin; Atlantis'in hakimiyetiyle ilgili görüşünü; Platon'a dayanarak şöyle aktarır: "Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın (Amerika?) bazı parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı. Bundan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır'a kadarLibya'nın, Tyrhenia(Batı İtalya)'ya kadar da Avrupa'nın hakimi idiler. Birgün bu devlet, bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi... Ancak bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu. Bir korkunç yağmurlu gün ve bir gecenin içinde, bütün savaşçılarınız birden, bir vuruşta toprağa gömülüp yutuldular. Atlantis adası da aynı şekilde denize gömülerek yok oldu. İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden, o deniz bugün bile geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir."

TUFAN'IN BAŞLANGICINDA: MU VE ATLANTİS HELAK OLDU

Amerikan senatörü ve önemli Atlantis araştırmacısı olan Ignatus Donnelly (1831-1902) "Atlantis"i, "Tufan Öncesi Diyar" olarak niteler ve Atlantis'in korkunç bir felaketle yok olduğunu, çok az kişinin sallarla kaçıp kurtulabildiğini ileri sürer.

Donelly, yaptığı araştırmalara dayanarak 500 sayfalık kitabında; eski ve yeni dünya arasındaki etnik, mitolojik, dini, dil, sanat, mimari, tarım, evcil hayvan benzerliklere işaret eden 650 kanıtı toplar ve bunların ortak bir kaynaktan geldiğini belirtir. Ayrıca, jeoloji, deniz coğrafyası, bitki ve hayvan türlerindeki kanıtlara yer verir. 1883'de "Ragnarok, the Age of Fire and Gravel" adındaki eserini yayınlar. Bu kitabında Nuh tufanından önce Dünya'ya bir "kuyruklu yıldız"ın çarptığını iddia eder.

Churchward, "Kayıp Kıta Mu"da; Mu ve Atlantis'in, nasıl ve ne zaman helak olduğunu açıklar. İşte bu açıklamaların bir özeti:

"Kara parçasının, kadim zamanlarda, biri hiyeratik diğeri ise coğrafi olmak üzere iki ismi vardı. Hiyeratik isim Mu'ydu;coğrafi ismi ise Batı ülkeleriydi. Atlantis ve hem de Mu toprakları, volkanik patlamalarla helak olmuş ve batmıştı. Bilim, bunu kesin bir şekilde kanıtlamıştır. Aşağılara, daha aşağılara cehennemin ağzına "ateşten bir gölge"ye doğru indi. Koskoca kıta, parçalar halinde ateşten ibaret bir uçurumun içine düştü "her taraftan saldıran alevler tarafından yutuldu."

"Sais mabedinin baş rahibi Suçis, Solon'a; Atlantis'in, 11.500 sene önce battığını ve bu büyük karanın batışına bağlı olarakBatı ülkelerine(Mu'ya) gidişin önünün kesildiğini ve Atlantis'in ötesinde bulunan "aradaki ülke"nin(Lemurya'nın) da büyük bir afete kurban giderek yok oluşundan dolayı, artık oraya geçmenin imkânsız olduğunu anlatmıştır."

Aşağıda Lhasa belgesinden ilginç bir alıntı bulacaksınız:

"Şimdi deniz ve gökyüzünden ibaret olan yere Bal yıldızı düştüğü zaman; altından giriş kapıları, transparan mabetleri olanyedi şehir, fırtınaya tutulmuş yapraklar gibi sarsılmaya, savrulmaya başladılar.

"Bu Uygarlık(Mu), 11.500 ve 11.750 yıl önce, Atlantis'in batışından kısa bir süre evvel bu bölgenin altındaki ve civarındakigaz kuşaklarının yukarı doğru zorlanması ve aynı paralelde dağların yükselmesi sırasında sulara gömülmüştür. Uygur İmparatorluğu, Mu'nun en başta gelen koloni imparatorluğuydu ve Doğu yarısı Tevrat'ta geçen "Tufan" sırasında mahvolmuştu.

 

 

Taiwan'ın 40 km açıklarında, Japonya'nın güneyinde Yonaguni adasının açıklarında; 1986 ve daha sonra da 1998 yıllarında; 200 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde bir pramit yapı ve bazı kalıntılar keşfedilmiştir. 10 bin yıldan beri su altında bulunan bu yapılar, Mu imparatorluğunun Tufan sırasında Lemurya ile beraber batmış kısmında bulunmaktadır ve büyük bir ihtimalle Mu uygarlığına aittir. Batık kentle ilgili deniz altı görüntünün üstündeki haritada bu antik kalıntının yeri işaretlenmiştir.

 

"Mısırlı rahip-tarihçi Manetho, papürüslerden birisine şöyle yazmıştı: "Atlantisli bilgelerin hükümranlığı 13.900 yıl sürdü." Atlantis, 11.500 yıl önce batmıştır. Büyük merkezi gaz kuşağı, Mu ve Atlantis'i batırmıştı. Pasifiği çevreleyen kuşak Bering kara köprüsünü batırmıştı;Apalaş-İzlanda-İskandinavya kuşağı, Avrupa kara yolunu batırmıştı."

Hope ise, Mu ve Atlantis'in batışını şöyle özetler: "Plato'nun anlatımıyla, kuyruklu yıldızın yaklaşmasıyla hızlanan şiddetlidoğal felaketler ortaya çıktı. Zac ayının on birinci Muluk'unda, Çan'ınaltıncı günü, Chuen'in on üçüne kadar süren korkunç depremler oldu.Kil tepeler ülkesi Mu ve Moud(Lemurya?) bu felaketin kurbanıydılar. İki kez sarsıldılar ve bir gecede yok oldular. Yer kabuğu, basınca dayanamaz hale gelip derin yarıklarla birbirinden ayrılana dek yükseltip alçaldı. Bu olay, MÖ 8060 yıl önce gerçekleşti. Efsaneye göre Atlantis kıtası bir zamanlar Pasifik okyanusu boyunca uzanan veMu adı verilen daha büyük bir kara kütlesinin bir parçasıydı; bu kıtaya sonradan bilim adamı Sclater, Lemurya adını vermiştir. Pasifik okyanusunda batık ada, hatta kıtalar bulunduğuna dair efsaneler vardır; eski bir Havai efsanesi, "Anavatanımız... krallar, okyanusun dibinde yatıyor" der.

"Atlantis'in yok oluşuna, dev bir göktaşı neden oldu. Yeryüzü dışından gelen nesnenin asteroit değil de bir kuyruklu yıldız olduğu görüşü de pek çok ünlü destekçi bulmuştur. Muck'ın, Atlantis'in sular altında kalışı konusunda hesapladığı MÖ 8498 tarihini, ya da, daha iyisi Mooney, Ivimy, Spence ve diğerlerinin verdiği daha sonraki tarihleri düşünecek olursak, sarkacın savruluşuna insanı tedirgin edecek kertede yakın olduğumuz ortaya çıkar."

DEV MİTOLOJİLERİ": "YE'CUC-ME'CUC BELASI"NIN BİR BAŞKA KANITIDIR

Hemen hemen tüm toplumların efsanelerinde, masallarında "devler"den söz edilir. "Devler", tüm insanlığın ortak hafızasında silinmez, derin izler bırakmıştır. Kimdir bu "devler?" Neden tüm milletlerin efsanelerinde "devler" denen bu acaib yaratıklar yer alır? Mu, Atlantis, Yunan, İskandinav, Güney Amerika, Avrupa, Kafkas, Türk, Pers, Moğol, Hint vs. eski toplumların kendilerine has "devler mitolojisi" ve bu "devler"le mücadele eden kahramanları vardır. Bu ortak ve adeta mütevatir bir mertebeye ulaşan "devler"in varlığıyla ilgili metinler, mitoloji olsa da bir gerçeği yansıtmıyor mu? Kaldı ki Kur'an, Tevrat, İncil ve tüm vahye dayalı açık-saklı metinlerde bu gerçeğe ışık tutulmaktadır. Kur'an'da "Ye'cuc-Me'cuc", Tevrat'da "Yegog-Megog", Enok(İdris)'de "Devler" gibi... Bakalım Wikipedia'da devler nasıl tanımlanıyor:

"Dev, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde yer alan birdoğaüstü yaratık. Genellikle insan görünümünde fakat anormal büyüklükteve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilir. Farklı bölgelerin mitolojilerinde, kökenlerine dair farklı inanışlar vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda, kaos ile ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır."

Taberi, "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi"nde, Kaf dağında yaşayan ve kendilerine zarar veren "devler"den şikayet eden bir kavmin diliyle, bu "devler"i; yani Ye'cuc-Me'cuc'u bize şöyle anlatır:

"Ey Şah! Bu dağın ardında bir taife insan vardır ki onlara Ye'cuc ve Me'cucderler. Kimisinin boyu bir karıştır. Kimisinin ise uzundur. Yüzleri adama benzer. Dişleri domuz dişi gibi ağızlarının dışındadır. Kulakları ise boyları kadardır. Başlarından ayaklarına kadar vücutlarını kıl tutmuştur. Yedikleri yazları yılan, kışları ise ottur. Daima yurtlarından çıkarlar, gelirler bizi incitirler. Burada ne görürlerse alırlar."

Taberi, "Tarih-i Taberi"de; Kaynan'ın oğlu yahut torunu Keyumers'in, "devler"le savaşından ve onları nasıl etkisiz hale getirdiğinden bahseder. Bu anlatımlardan bir bölüm aşağıda verilmiştir:

"(Keyumers), devlere saldırdı. Devler de Keyumers'in heybetinden korkup kaçtılar. Onun oğulları nicesini esir etti. Keyumers, o tutulan devleri, Allah'u Teala'nın adı ile bağladı. İşinde kullandı. Oğulları, devlere ne iş buyursalar yaparlardı. Bir yere gidilse üstlerine binilirdi. Devler, oradan bir türlü kurtuluş yolu bulamamışlardı. Allah'u Teala'nın adından dolayı da bu halka ziyan ve zararda bulunamazlardı."

"Tarih-i Taberi"de, Mu ve Atlantis döneminde "devler"in ve "cinler"in gözle görüldüğü, ancak Nuh tufanından sonra kayboldukları ifade edilir:

"O tarihte devler ve periler gözle görülebilirdi. Öyle ki insanlarla, onlar arasında dostluk, düşmanlık, cenk ve barış halleri olurdu. Bu hal, ta Nuh zamanına kadar sürdü. Tufan'dan sonra periler ve devler gözden kayboldu."

"Mitoloji Sözlüğü" Tibet maddesinde şunları yazar:

"14. yüzyıldan kalma bir metin olan 'Kralın Sözlerinin Kitabı'nda; çok daha eski geleneklerin varlığı dile getirilmektedir. Bölümlerden birinde ilk kralın iktidarından önce Tibet'e hakim olan şeytansı mitik yaratıklar anlatılır. Önce siyah bir şeytanhüküm sürdü ve ülke, şeytanlar ülkesi diye tanındı. Bundan sonar Niyen-po ve Cin-po isimli cinler çıktı. Sonra bir şeytan ve bir Dev anası hüküm sürdü. Ve ülke iki kutsal öcü ülkesi diye tanındı. Buradan et yiyen kırmızı yüzlü yaratıklar ortaya çıktı. Sonra yılanlar ve güçler hüküm sürdüler ve ülkenin tamamı Tibet adını aldı.

"Çin'in Seu-çuan eyaletinin batısında yaşayan Kiangların mitolojisi, onların önce başka yerlerde yaşadıklarını, daha sonra bölgelerine göç etmek zorunda kaldıklarında 'Qa' adı verilen yaratıklarla mücadele etmek ve onları burdan kovmak zorunda kaldıklarını anlatır. Bu 'Qa'lar, güçlü ama aptal yaratıklar olarak gösterilmiştir. Geniş ve sağlam yapıları,uzun dişleri vardı, mağaralarda yaşarlardı."

İskandinav topluluklarından olan ve antropoloji yönünden Moğol sayılan Finlilerin milli destanı "Kalevala"dan; Vipunendevi'yle savaşan kahraman ozan Vainamöinen'le ilgili şiirsel deyişlerinden bazı ifadeler aşağıya alınmıştır:

"Duydum ki Dev Vipunen, haftalık uykusuna yattı, yok ortada kapanları, ağları, Dev görünmez oldu. Yer altında dinlenir. Vipunen'in yanına vardı, (dedi ki): 'Sözü bol bunak dev'... Sıyırdı kılıcını; demir, sağlam kargısıyla ejderhaya yüklendi dedi ki: 'Köle oldun insanoğluna, son ver artık uykuna, çık haftalık uykundan, toprakların altından.'... Zavallı adamı yuttu dev, dedi ki: 'Yüzlerce insan yuttum, bin yiğiti yok ettim, böylesini görmedim.'"

Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri olan "kikloplar"dan; yani "devler"den bahsedilir. Onlar, insanlardan vecinlerden korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır ve mağaralarda yaşarlar. Türk mitolojisinde bunların karşılığı "Tepegöz"dür.

Dr. Ufuk Tavkul, "Kırım Dergisi"nde, Nart destanları ve "emegenler"(devler) konusunu şöyle açıklar:

"Kafkas halklarının mitolojisi olarak da adlandırabileceğimiz Nart destanları, Karaçay-Malkar folklorunun en önemli bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Kafkas mitolojisine göre bugünkü Kafkasya halklarının ataları sayılan efsanevi bir halk olan Nartlar, destanlarda anlatılanlara göre atı evcilleştirmişler, demiri bulmuşlardır. Nartlar, mertliğin, cesaretin, iyiliğin ve Kafkas kültürünün sembolüdürler. Son derece akıllı ve usta savaşçılar olan Nartlar, insanüstü varlıklar olan düşmanlarınıkaba kuvvetle değil, ince zekâları ve kurnazlıkları ile yenmektedirler. Dağıstan halkları 'Kafkas kültürü'nü meydana getirenKafkas halklarıdırlar. Nartlar, 'dev yaratıklar' olan amansız düşmanları 'emegenler' karşısında savaşta başarısızlığa uğradıklarında, Nart yaşlıları, Demirci Debet'i bulup, ona 'emegenleri' yenebilecekleri bir kılıç yaptırmaları için genç Nartlar'ıDebet'in yaşadığı Elbruz dağına gönderirlerdi."

Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin, insanüstü güce sahip devlere; emegen yahut imegen denir. Kafkas Nart efsanelerinde "emegenler" çok çabuk çoğalırlar. Nart kahramanları, sürekli "emegenler"le savaş halindedirler. Nartkahramanları, üstün zekalarıyla emegenleri her zaman yenmeyi başarsalar da, emegenlerden çok çekinmektedirler. Çünküemegenler, yakaladıkları zaman Nartları yemektedirler.

Kafkasya, kafkas halkları ve Abhazlarla-devler mücadelesi konularında; Ömer Büyüka'nın "Abhaz Mitolojisi Anaç mı?"çalışması, kaynak bir çalışmadır ve bu dev efsanelerine yeterince ışık tutmaktadır. "Ateşi çalan Promete" olayının da esasen bir Kafkas efsanesi olduğunu; Tufan'dan sonra ateşsiz kalan "artık toplumlar"ın, "devler"den ateşi çalarak; hem yaşamlarını kolaylaştırdıklarını, hem de ateşle-demircilikle devlerden kendilerini daha iyi koruyabildiklerini bu çalışmadan öğreniyoruz. Bu çalışmadan çok özet bir anlatım aşağıya alınmıştır:

"Daw=Dağ adlı halkın anayurdu olan Kafkas=Kaf dağı ve arkası, Doğu efsanelerinde devlerin yurdu olarak gösterilir.

Nitekim Nordik mitolojisinde insan öncesi yaratığı olarak inanılan Ymer'lere, Dev ırkı diyorlar ve Ymer sözcüğü, Daw gibiKafkas sözcüğüdür. 'Dağ' ve 'büyük' anlamlarındaki adın böylece devlere de verilmesi, devlerin de zamanla dağ gibi büyükolarak tasarlanması sonucunu vermiştir. Gerek Abhazların ve gerek Eski Doğu medeniyetlerinin genelinde, bu devlerin fizik yapısının ve fizik gücünün insanüstü büyük olduğu, ancak kafa gücünün; yani aklının az olmasından, insan zekâsına çok kez yenildiği görülür. Devler, fizikçe kendilerinden çok ufak ve güçsüz olduklarından insanları horlayarak onlara 'Apsuwan Ççiye=miskin Abhaz' derlerken; Abhazlar da devlere; 'Daw xıda=kafasız Daw(Dev)' derlermiş.

"Ateş ise Kafkas'ın volkanik yüksek dağlarında barınan devlerin tekelindeydi. Onlar Apsıwa Ççiye= Miskin Abhaz dedikleri halkı, zaman zaman basıp öldürürler, hayvanlarını sürüp götürürlerdi ve öte-berilerini de alırlardı. Miskin Abhazlar, kendilerinden fizik güççe hiçtirler, ancak akıl ve zekaca üstün olduklarından, ateşi kapmaları halinde, kıllı devlere yenilmeyeceklerdir. Bu nedenle devler, uyurken de, uyanıkken de ateşlerinin etrafını kuşatarak onu korurlardı."

Turgut Gürsan'ın "Yeraltındaki Gizli Dünyalar" kitabında şu ifadeler yer alır:

"Peru'nun efsanevi 'devler'i, ülkedeki megalitik yapıların ustalarıydı. Tiahuanaco'nun esrarengiz insanlarının bu devler olduğu sanılmaktadır. Eski Avrupa'nın da devleri vardı. Homer'in Lestrygonları devlerdi. Bu devlerin eski Norveç'te yerleştikleri sanılmaktadır. Norveç'teki bazı mağaralarda devasa boyutlarda kol ve bacak kemikleri bulunmuştur. Bazı iddialara göre,Tufan'dan önce ve sonra ortaya çıkan bu devler, Atlantis'teki aşağı bir kastın lideri idiler. Atlantis'teki egemen kasta karşı isyan etmişlerdi."

Beowulf destanı bir Anglosakson destanıdır. Ancak Anglosaksonlardan değil, İskandinavyalılardan bahseder. İskandinavya, Anglosaksonların anayurdudur. Bu destan, İngilizlerin en eski destanı olarak bilinir. Beowulf adındaki güçlü bir İskandinav, gürültüye tahammül edemediğinden insanları öldüren Grendel adında bir canavarı(devi) öldürür. Beowulf destanında, "Grendel devi"nin annesinin Kabil soyundan geldiği anlatılır.

1930'lu yıllarda İngiliz edebiyat tarihi Profesörü J.R.R. Tolkien, Beowulf'tan esinlenerek "Hobbit"i yazar. Tolkien'in "Hobbit" romanında "orklar"; "daima aç" olarak resmedilir. "Orklar", atlar ve insanlar da dahil her türlü eti yerler. "Orklar"ın kendi türlerini de yediklerine dair kesin bir ifade geçmese de, orkların kendi türlerini de yiyebileceklerine dair üstü kapalı ifadeler vardır. "Yüzüklerin Efendisi" filmi, gerçekleri alt üst eden saptırmalarıyla İblis'in planına hizmet etse de;orklar(devler) gerçeğini yansıtmıştır.

Cin-şeytanlar, insanlardan kendilerini çoğaltmak isterken, nasıl Ye'cuc-Me'cuc ürettikleri gerçeğini gizlemek isteseler de; medyumları aracılığıyla zaman zaman gerçek kırıntılarını yumurtlayarak kendilerini ele veriyorlar. İşte "Lemuryalı bir cin-şeytan taifesi"nin, dostlarına açıktan fısıldadıkları gerçek kırıntılarından bir demet:

"Atlantislilerin, Lemuryalılarla yakın ilişki kurmaları yarı Lemuryalı, yarı Atlantisli bebeklerin doğumuyla sonuçlandı. İki toplumun birbirine karışması tüm Lemurya titreşimini düşürdü ve bu durum daha sonra uygarlığımızın çöküşüne katkıda bulundu.

"Ayrıca insanlarımız, birçoğu Atlantislilerle ve kıtamıza gelen diğer ziyaretçilerle evleniyorlardı. Bu evlilikler çoğaldıkça,Lemurya titreşimimiz daha da düştü. Ancak, meydana gelen şiddetli Yerküre değişiklikleriyle birlikte, hiçbir Lemuryalıdışarıdan biriyle evlendiği için yargılanmıyor, ya da eleştirilmiyordu.

"MÖ 10.000 yıllarında Lemuryalılar ve Atlantisliler birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlardır. Görünen o ki aralarında bulunan bazı temel sorunlara rağmen her iki ülkenin de insanları birbirlerinden etkilenmişlerdir; hatta aralarında evlilikler bile gerçekleşmiştir.

"Bu yaratıklar ilk başta üzerinizde insan görünümündeymişler gibi bir izlenim uyandırabilirler ancak genelde pençe, kuyruk, kanat veya ayak yerine toynak gibi hayvanlara has uzuvlara sahiplerdi. Bazılarının kalın kürkleri vardı, bazıları ise cüceydi."