Bugün istedim ki farklı bir konuyla doldurayım, sizin daima beğeninizi kazanan ve zevkle okuduğunuz Pazar filemizi…

Tarihçi, siyasetçi, sporcu, sanatçı akla gelen ünlü-ünsüz, tanıdık-tanımadık, bildik-bilmedik şahısların yaşamış olduğu olaylardan derlenen bu minik ancak içeriği itibariyle büyük önem taşıyan ve ders alınması gereken fıkralar sizlerin de ilginizi çekecektir…

Sanırım okuyunca bana hak vereceksiniz…

Herkes yediğini ikram eder

Yavuz Sultan Selim zamanında, İran Şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor, Sultan Selim’e. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor. Yani Osmanlı'ya büyük bir bir hakaret ediliyor! Cihan Padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz.”

Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul´unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir kağıt ve bir satır yazı ekleyip gönderiyor. Şah sandığı açıyor. Halılar, değerli taşlar... Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor. Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor: "Herkes yediğini ikram eder."

Haklı yere mi öldürülmeliydim

Sokrates Ölüme mahkum edildiğinde, eşi: Haksız yere öldürülüyorsun, diye ağlamaya başlayınca, Sokrat:

- Ne yani, bir de haklı yere mi öldürülseydim!

Ben çekilirim

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir... ‘Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa:

-“Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der.

Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:

-Ben çekilirim!

Eğilmek gerek

Meşhur bir filozofa:

-Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?

diye sorulduğunda:

-Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan, demiş.

Akıl vergisi

Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ye:

-Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.

Kral alaylı alaylı gülerek:

-Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.

Küçük sayılmaz mı?

Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ye hasımlarından biri:

-Efendim, demiş. Kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?

Galile

-Doğru, demiş. Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?

Parmakla alınabilseydi

Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon’un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:

-Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zapt etmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:

-Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.

Bir yeriniz mi ağrıyor

Bir toplantıda bir genç M. Akif’i küçük düşürmek için;

-Af edersiniz, siz veteriner misiniz? Demiş.

M. Akif hiç istifini bozmadan:

-Evet bir yeriniz mi ağrıyordu?

Ben de bilirim

Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:

-Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş. Vezir:

-Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:

-Ben de bilirim.

Biz de onlara

Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:

-300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.

-Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:

- Biz de onlara yaklaşıyoruz.

Şansa inanır mısınız?

Bir filozofa sormuşlar:

-Şansa inanır mısınız?

-Evet, yoksa sevmediğim insanları başarısını neyle açıklardım...

İki kez ürün vermiş

Yıldırım Bayezid Han köyleri dolaşıyordu. Köyün birinde çok yaşlı bir adama rastladı. Bu köylü, bahçesine incecik meyve fidanları dikiyordu. Yıldırım Bayezid yaşlı köylüye takılmak istedi:

-“Baba! Bu fidanlar ne zaman büyüyüp de meyve verecek? Bu meyvelerden yemek sana nasip olacak mı dersin?”

-“Hiç sanmıyorum”.

- “Niye kendini yorup duruyorsun?”

- “Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişini yemiyor muyuz? Torunlarımız da bizim diktiklerimizden yesinler.”

Padişah ve köylüye bir kese altın verdi.

-“Bak sultanım! Gördün mü? Bizim fidanlarımız şimdiden yemiş verdi!”

Bu cevap Yıldırım Bayezid’in çok hoşuna gitti. Köylünün sırtını sıvazlayarak bir kese altın daha verdi. Köylü gayet memnundu;

-“Fidanlar bir senede iki kere de veriyormuş sultanım!”

Acı söz

Lokman Hekim’e “Hastalarımıza ne yedirtelim?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş: “Acı söz yedirmeyin de ne yedirirseniz yedirin!”

Yaşamak

Komedyen Cortar’a “Hastalanınca ne yapmak gerekir?” diye sorduklarında demiş ki: “Mutlaka doktora gidiniz, zira doktorun yaşaması gerekir. Verdiği ilacı da alın, çünkü eczacının yaşaması gerekir. Fakat ilaçları sakın içmeyin, zira sizin de yaşamanız gerekir.”

Ters orantı

Ünlü bir konuşmacıya sormuşlar: “İyi bir konuşmaya hazırlanmanın öneminden söz etmiştin. Beş dakikalık konuşma için ne kadar önceden hazırlanmaya başlarsınız?” Konuşmacı hiç düşünmeden “İki ay!” demiş. “Ya on dakikalık konuşma için?” Cevap “Bir ay!” olmuş. Konuşma süresi arttıkça hazırlanma süresi azalmış. En son soru şu olmuş: “İki saatlik bir konuşma için?” Konuşmacı gülümseyerek cevap vermiş: “Şimdi başlayabilirim.”

Beyazlaşmak

Beyaz – zenci ayırımının yapıldığı yıllarda zenciler ezildiklerini, horlandıklarını şöyle bir hikayeyle anlatıyorlardı: Smith ve John 1900’lü yılların başında Amerika’da yaşamaya çalışan iki zenci arkadaştılar. Beyaz adam – zenci ayırımının had safhaya ulaştığı, zencilerin ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü bu yıllarda bir gün New York sokaklarında beraber gezerken gözlerine bir tablo takılır, tabloda şöyle yazmaktadır: “Zenciler beyazlatılır, fiyatı 100 dolar!” Smith’in 101 doları, “John’un 99 doları vardır. John, Smith’e “Bir dolarını bana ver, ikimiz de beraber girip beyazlanalım!” der. Smith bu teklifi kabul etmez. Hayır, önce ben gireyim, eğer beyazlanıp çıkarsam sen de girersin!” deyip içeri girer. Biraz sonra beyaz şekilde çıkan Smith’i görünce John “Oooo Smith, sen ne kadar da beyazlamışsın; kalan bir doları bana ver, ben de girip beyazlaşayım!” der. Duyduğu cevap şöyledir: Kaybol, pis zenci.

Mutluluk

Tolstoy’a “Nasıl mutlu oluyorsunuz?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş: “Sahip olduğum şeylere sevinerek, sahip olmadıklarımı hiç düşünmeyerek.”

Fakirin tavukları

Eski İstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekar esnafa karşı pek amansız davranırdı. Çarşıya çıktığı zaman, dükkan dükkan dolaşır, tavukların kursaklarına kadar herşeyi inceden inceye muayene eder ve eğer tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuya falaka cezası verirdi. Bir Ramazan günü yolda rastladığı seyyar satıcının tavuklarında yem bulamayınca tam sopa faslına başlayacağı sırada fakir tavukçu, Osman Bey’in ellerine sarıldı.

-“A benim sultanım! Tavuğun midesinde yem var mı, yok mu diye bakacağına bir de onun sahibinin midesini yoklasan olmaz mı?”