Gerçeği açıklamak…

Hele bu zamanda dünyanın en tehlikeli meselesi…

Öyle bir akıl tutulması yaşatıyorlar ki insana…

Bu son asırda özellikle gerçeği söylemek de, açıklamak da, gerçekçi olmak da dünyanın en zor işidir…

O yüzden gerçekçi(liği) uydurdular, bizler de bu tezgâha iyi geldik…

Şimdi sıra gerçekte…

Farkında olmadan günlük hayatta bize yutturulan bu kelime oyunu, yani gerçek ve gerçekçilik belki de bizim imanımızı sorgulatacak derecede büyük bir meseledir… Nasıl mı?

Size birkaç örnek… O zaman içinde bulunduğumuz bataklığın büyüklüğünü daha iyi farkına varacaksınız…

Mesela önümüz yılbaşı… Tam da “Sakın onlara benzemeyin” ezeli hitabının ne demek olduğunu yaşayacağımız bir vakit…

Gitsek bir dükkâna desek ki, “Kardeş hiçbir zaman vitrininde Nasreddin Hoca’yı görmedik, hem o hikmetlidir, ibretlidir nedir bu Noel Baba?”

Cevap hazırdır: “Gerçekçi olmalı ağabey. Rekabet var, herkes yapıyor. Koymazsak kiradır, sudur, ekmek parasıdır nasıl çıkaracağız?”

Doğru, gerçekçi olmak gerek…

Yılın 365 günü ekmek parasını Noel Baba’dan çıkarıyoruz ya ayetin gerçekliğini bile kapatıveriyoruz hemen…

Büyüklerimiz akıl veriyor gençlere, “Evladım gerçekçi olun, bu dünya acımasızdır. Eğer işinde yükselmek istiyorsan başkasının ya kafasını, ya omzunu ezeceksin ancak öyle yükselirsin, acımak, merhamet etmek bu düzende sökmez…”

Halbuki acımak gerçektir, merhametli olmak da gerçektir  yoksa rabbimiz neden birçok kez “Merhamet edin ki merhamet göresiniz” der…

Hem Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) her savaşın başında “Yaşlılara, kadınlara, sakatlara, ağaçlara, hayvanlara dikkat edin” demez mi?

Peki, bunlar gerçek değil mi?

İnsan olmak, diğer canlılardan farklı olmak, birbirinin kurdu değil de birbirinin destekçisi, yardımcı olmak ile olmuyor mu?

Siz bir ineğin, elinde bir gül demet çiçekle kurban olmuş bir akrabasının ailesine başsağlığına gittiğini gördünüz mü?

Sevgi, aşk, merhamet, acımak bizi biz yapan bu duygular gerçek değil mi?

Biraz gökyüzündeki kuşların dansına dalsak, “Ooo işler tıkırında, çocuk yok, iş yok, biraz yük binsin, hayatın yükü omuzlarına çöküversin o zaman görürüm seni. O zaman izle de göreyim kuşların dansını” demezler mi?

Hâlbuki o kuşlar da gerçektir, o bulutlar da, yağan kar da…

O yüzden Rabbimiz bol bol rahmetinden bahsetmez mi, “Bakıp görmez misiniz” demez mi…

Tüm bunlar ibrettir…

“Bakın, görün, ders alın” ayetleri bizim için yeterince gerçek değil mi?

Kuşların o dansının yılbaşındaki dansözler kadar değeri yok mu?

“Efendim bu işler böyle çalmadan olmuyor, ne yapacaksın devran böyle dönüyor. Hayatın gerçeği, herkes yapıyor, yapmazsan ayıp olur!”

Ne ayıp olur, bir malı satarken yalan katarsan, “En süperi, en iyisi, hayatta bozulmaz, hayatta solmaz, ne yapalım ağabey gerçekçi olalım söylüyoruz ama herkes söylüyor yoksa satamazsın”

Hani “Müslüman asla yalan söyleyen olamaz” sırrı?

“Müslüman elinden dilinden emin olunandır” demez miydi Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)…

Namazı koştura koştura kılıp müşteri bekliyor, “Eee hayat ne yapacağız, çalışmak da ibadet” deyip cebindekini artırmak için namazından eksiltmesini hangi gerçeğe yerleştirecek insan?

İşler, güçler, paralar, mallar, mülkler, koşuşturmalar, hayatın sözde gerçekleri ile hakiki gerçek birbirine ne kadar zıt gördünüz mü?

Bakın şimdi evinize, etrafınıza, çocuklarınıza, gerçeği gizlemek için nasıl gerçekler uydurmuşuz…

“Zaman, modern çağ, ekmek parası, çalışmak ibadet, hizmet, herkes yapıyor, olmazsa olmaz, işin raconu bu...”

Evet, işin raconu böyle, gerçeklerimiz, gerçekçiler yüzünden gizlenmekte…

Ama bir de kesin bir gerçek var ki onun gerçekçiliğini henüz bulamadılar…

Hadi ben söyleyeyim: Ölüm!