Çok uzun zamandır, dil ve Türk dili üzerine çalışıyorum. Bu konuda yazı yazabilecek kadar uzun. Dil, çok önemli bir olgu hayatımızda. Fark etmeden sahip olduğumuz nimetlerden. İnsanlık var olduğundan beri konuşuyor çünkü. İnsanlık tarihi, benim bildiğim kadarıyla, bir ya da bir buçuk milyon yıl kadar geçmişe sahip. Bu konuda farklı farklı görüşler olsa da kutsal kitabımızda, ilk insan olan Adem Peygambere kelimelerin tek tek öğretildiği söyleniyor. Şu durumda konuşmadan geçen tek bir yüzyıl bile yok. Konuşa konuşa anlaşırız deniyor ya, yalan. Anlaşamamışız. İnsanlık tarihinde neredeyse her dönemde savaşılmış.
Dünyada altı bine yakın dil var. Her yıl bu dillerden aşağı yukarı on tanesi, konuşulanı kalmadığı için, yok oluyor. Hatta bunu destekleyen bir habere de rastlamıştım ulusal basında. Haber başlığı şöyleydi : “İki Meksikalı küsünce bir dil yok oldu.” Bu iki kişi, Meksika’da bir yerli dilini konuşan son iki üye imiş ve küsünce dil yok olmuş. Bu ironik durum, şu öngörünün doğmasına da sebep olmuş: “Bundan yüzyıllar sonra herkes tek bir dil konuşuyor olacak.” Dünyada tek bir dil konuşulması mümkün müdür? Bilemiyorum. Kimileri bunun İngilizce olabileceğini savunuyor. Umuyorum yanılıyorlardır. Yoksa bugün Türkçede kullandığımız yenge, baldız, enişte, elti, görümce gibi kelimeler tarihe karışır. Çünkü bunların, benim bildiğim kadarıyla, tek kelimelik bir İngilizce karşılıkları yok. Her dil kendi kültürünün çocuğu. Bizim dilimiz de öyle. Türkçe ile ifade ettiğimiz bazı şeyleri bir başka dil ile anlamanın imkanı yok. Hadi çevirin şu cümleyi İngilizceye “Gözümün nurunu everdik, bir yastıkta kocasınlar.”
Dünyadaki diller doğal dil kabul ediliyor. Ama tarihte yapay dil örnekleri de var. Bütün dünya, aynı dili konuşsun diye Ekmekçizade Mehmed Muhiddin Efendi adlı bir Türk, 16. yüzyılda Balibilen dilini icat etmiş. Kağıt üzerinde kalmış bu dil. Sonra 19. yüzyılda Zamenhof adlı bir Polonyalı aynı amaçla Esperanto(Esperanto, "umut eden" demekti ve o da, insanların birbirlerini anlayarak dostça yaşayabileceklerini umut ediyordu.)diye bir dil oluşturmuş. Bugün 1oo bine yakın konuşanı olduğu söyleniyor.
Fazıl Hüsnü Dağlarca niçin şiir yazdığını soran Hollandalı bir Türkologa :”Türkçenin yeryüzündeki en büyük dil olduğunu göstermek için.” diye yanıt veriyor. Bir dilin büyüklüğü o dili sevenlerin ve o dile sahip çıkanların sayısı ile doğru orantılı bence. Hangi dil olursa olsun bir dil o dilde edebiyat yapılırsa edebiyat dili, bilim yapılırsa bilim dili olur. Türkçe sevenlerin çoğalması işte bu yüzden önemli.
Şimdi fark etmiyoruz ama Türkçe konuşuyor olmak bizi birbirimize yaklaştırıyor. Bugün yeryüzünde lehçeleri de dahil edersek 250 milyona yakın insan Türkçe konuşuyor. Yahya Kemal’in dediği gibi “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.” Ne büyük bir bağ! Yurtdışına gidenler bilir. Aynı dili konuşanlara, tanımasan bile, akraba yakınlığı duyuyorsun.
Fransa’da Dil Bakanlığı var. Adamlar dillerine bakanlık kuracak kadar önem veriyorlar. Bir rivayete göre Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıldığında Fransızlar bunu kendi halklarına, dünya kamuoyundan iki gün sonra duyurmuş. Sebebi de bu iki gün boyunca Bakanlığın atom bombası terimini Fransızca nasıl söylemeleri gerektiği ile ilgili toplanmaları imiş. Biz ise hala Avrupa para birimine avro mu diyelim yoksa euro mu tartışıp duralım.
Dil konusunda duyarlı iseniz Türkçe ile ilgili yazılmış yeni bir kitaptan bahsederek yazımı bitirmek istiyorum. Üniversiteler için Türk Dili 1- 2 Yıldız Teknik Üniversitesinin okutman kadrosu tarafından yazıldı. İçinde Feyza Hepçilingirler gibi bir dil sevdalısının da bulunduğu bu kitap soru cevap şeklinde dil konusunu işliyor. Kaynak kitap isteyenlere duyurulur.