Ülkemizin kuruluşundan beri yaşanan bir takım siyasi çekişmeler 1946 seçimlerinden sonra 1950 senesinde Demokrat Partinin büyük bir ekseriyetle iktidar olmasından sonra bir müddet durulmuş gözükse bile 1954-1955 senesine kadar devam edebilmiştir. 1960 ihtilali ile yeni kurulan hükümetler bu iç siyasi çekişmelerle halk adeta bunaltılmıştır . 1970-1980 yılları arasında 13 hükümet 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde bu rakam 60’ın üstüne çıkmıştır. Rahmetli Turgut Özal la bir hayli ön plana çıkan başkanlık sistemi Türkiye için bu çekişmeleri durduracak bir sistem olarak düşünüldü ve tartışıldı. O zamanki başbakanlar bürokrasinin ve iki başlılığın Türkiye üzerindeki aşırı etkisinin azaltılması gerektiği ve bu engellerin ülkemizin kalkınmasında en büyük mani olduğu kanaatini topluma adapte etmeye uğraşmışlar başkanlık sistemini savunmuşlardır. Haksızlar mıydı ? Ben tahmin etmiyorum. Toplumu bu çekişmeler ve beceriksizliklerle  kendi saflarına çekeceğine inanan bir takım siyasiler bizleri bu güne getirmişlerdir. Bu gün bir kusur ve kabahat aranıyorsa en büyük kabahatli kendileridir gibi geliyor bana. 

Başkanlık veya yarı-başkanlık sistemlerinin getirilmesini isteyenlerin asıl amacı yürütmeyi güçlendirerek hükümet istikrarsızlıklarını engellemektir. Başkanın doğrudan halk tarafından belli bir süre için seçilmesi istikrarı arttıracağı düşünülmektedir. Bu düşünce temelde doğrudur . Buna muhalefet edenler de katılsalar bile meşruluk kaynağını halktan alan bir başkanın iktidarı kişiselleştirme eğilimine girmesi kuvvetle muhtemeldir diye itiraz etmektedirler. Her kuvvetin yetki alanı sert çizgilerle belirlenmiştir. Ancak bu kuvvetlerin sert ayrılığı çok aşırı nitelikte değildir, parlamenter sistemin yumuşaklığına oranla bir sertlik olduğu kabul edilir. Bu şekilde düşünülmesinin nedenleri arasında, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin uygulandığı çeşitli ülkelerde başarılı olmasının da etkisi büyüktür. Ancak bu sistemlerin uygulandığı her ülkede başarılı olmadığı ve hükümet sisteminin başarısının o ülkenin iç dinamiklerine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Türkiye için de bu sistemler değerlendirilirken gelişmişlik düzeyi, kültürel –etnik yapı, sivil toplum geleneği, demokrasi kültürü göz önünde bulundurulmalıdır. İsmini hatırlayamadığım yazarın çok güzel bir tespiti var. Diyorki                                                                                              

Ülkemizde şimdiye kadar iktidarların en büyük muhalifi partiler değil PATRONAJ sistemi şeklinde görülen bir takım kurum ve kuruluşlar olmuştur.

Bu kuruluşların kendilerini yasama ve yürütmenin üstünde görme alışkanlıkları ülkemizde başkanlık sisteminin ön plana çıkmasında görülen en büyük olgulardan birisidir. Toplumu muhatap almadan toplum adına karar verme yetkilerini kullanmaları sisteme karşı güvensizlik unsurunun doğmasına sebep olmuştur. Yapılacak referandumda tepki oylarının çokluğu ön planda olacaktır gibi görülüyor. Kanaatini belirtecek olanların geçmişi iyi düşünüp geleceği iyi planlayacaklarının ona göre kanaatlerini kullanacakları ümidiyle hayırlı olsun demek ve herkesin sonuçlara rıza göstereceğine inanmak istiyorum. Avrupa ,Asya,Orta Doğu, görünüşe göre yeniden kurulacak veya yapılandırılacak. Yakında Fransa da seçimler var . Politik söylemlere bakarsanız çok dikkat etmemiz lazım.

Buraya da Ergün Diler den bir alıntı yakışır diye düşündüm! Bilmem katılır mısınız?                       

Fransa da bu sene yapılacak Cumhur Başkan lığı için  Şimdilik en güçlü aday o!  Le Pen.

Peki Le Pen neler diyor?
● Fransızlar günlük yaşamda kendi paralarını kullanmalı. Euro da neymiş!
● Göçü durduracağız. Fransa'nın vermek zorunda olmadığı savaşlarda bulunmayacağız...
● NATO'dan çıkacağız.
● Avrupa Birliği'nin faturası hep bize kesiliyor. Almanya'ya bir şey olduğu yok. FREXIT ile yollarımızı ayıracağız...
İngiltere BREXIT ile kaçtı. Fransa da "FREXIT" dedi mi ortada bir AVRUPA kalmaz. Bu küreselsavaşın ilk ayağı. Sonraki adım ise ÇİN olacaktır... Daha doğrusu Çin'i vurmak için önce Avrupa'nın dağıtılması gerekmektedir..