Sevgili Okurlar,
Bu pazar günü, sizlere biraz Avrupa’dan söz etmek istiyorum. ‘Avrupa’ denince aklımıza gelenler, gelmeyenler nelerdir sahi?
Birçoğunuzun hemen ‘ İkiyüzlülük’, yani ‘çifte standart’ diye tezahürata başladığını duyar gibiyim.
Ya da bazılarınızın da bildiği gibi ‘ Avrupa’nın dostluğu, menfaatlerinin başladığı anlarda başlar’ tanımı da unutulmamalıdır.
Yani ‘Avrupa’ tanımı bize kara Avrupa’sını anlatıyor. Evet, bizim Çanakkale ve İstanbul boğazlarından öte topraklar.
Bu toprakları daha iyi anlamak için çok eskilere gitmemiz gerekir. Türklerin Trakya’y adım atışları ve Avrupa içlerine kadar akınlarda bulunmaları.
Daha öncesi, ’Haçlı Ordularının’ İstanbul’u yağmalaması, Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına ayak basması ve o önalgıların geliştiği tarihi derinlikler..
Bakanız, ‘Haçlı Orduları’ ilk komutanlarından birisi Godfrey de Bouillon’dur. ‘Kutsal Toprakların geri alınması için oluşturulan ordulara komuta etmek için Kilise’ye para ve toprak veren bir ailenin çocuğudur.(1096-99)
Uzatmayalım, bizim o yıllardan beri Avrupalılara karşı ön algılarımız, Avrupalıların’ da taa Atilla ve Osmanlı’ya uzanan bir ön algısı söz konusudur!.
Bu tarihi derinliği ve ön algıları sizlere daha farklı anlatmaya kalkarsam, zamanın Din Hizmetleri Müşaviri Emrullah Aksarı. Brüksel’de Hıristiyan din adamlarını bir araya toplayarak, onlarla bir şekilde iletişimin kurulmasını sağladı.

Yeni satın alınan ve tamiratı süren Belçika Türk Diyanet Merkezi’nde gerçekleşen bu toplantı, gerçekten tarihi motifler taşıması bakımından önemlidir.
Orada en azından ‘kitaplı din’ temsilcilerinin sık,sık buluşması ve insanlara daha hoşgörülü,sıcak,sağlıklı mesajlar verilmesi benimsendi. İşte o an, bir Hıristiyan Papaz,’ Bu elbette kolay olmayacak? Zira bizler, hep annelerimiz tarafından Türkler geliyor’ diye korkutulan bir neslin çocuklarıyız’ dedi..
Yani buluşmanın tam da bam teline dokundu bu papaz! Bugün bile bazı Avrupa basın yayın organlarında atılan başlıkları hatırlayınız;’ Anne Türkler geliyor!’
***
Sevgili okurlar,
Bugün 5 Milyona yakın insanımızın yaşadığı Avrupa toprakları ile yakınlaşma isteğimizi yarın Brüksel’de bir kez dile getireceğiz. Avrupa Birliği(AB) yolunda üyelik maceramızın 50 yılı aşan bu bölümünde Türkiye ile AB 17.faslın açılışı nedeni ile Brüksel’de masaya oturuyorlar.
Bu 17.Fasıl; AB-Türkiye ilişkilerinde, ’ekonomik ve parasal’ konuları içeriyor.
Şimdi, başta AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek başkanlığında heyetlerimiz Brüksel’e bugün intikal ediyorlar. Brüksel AB nezdinde Büyükelçisi İzzet Selim Yenel ve ekibinin katılımı ile AB-Türkiye heyetleri tekrar müzakere masasında buluşacaklar.
Hızlı gelişen bu yakınlaşmanın elbette nedenlerinden birisi de düşürülen Rus uçağı ve Avrupa’ya akın eden mülteci krizidir. Bu yadsınmayacak durumun ötesinde bir de Avrupa’ya olan güvensizlik de bir başka etmendir.
Zira Paris’i vuran terör olaylarından sonra, özellikle Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız ile Türkiye’den, Avrupa’ya yöneltilen ‘ çifte standard’ (İki yüzlülük)suçlamaları da kulak arkası edilecek bir durum değildir.
Avrupalıların can yandığı zaman farklı tutum sergilemeleri, Türkler tarafından hoş karşılanmıyor. Şimdi Avrupa’da bunun sancıları yaşanmaktadır.
Bir Türk kızı olan Elif Doğan’ın da hayatını kaybettiği Paris terör saldırısı sonrası Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız tarafından dile getirilen eleştiriler odağında sevgi ve saygıya şiddetle ihtiyacımız olduğu gerçeği ortadadır.
Hatta, Rusya-Türkiye arasında yaşanan’ jet krizi’ sonrası da, gerginliğin tırmandırılmaması noktasında herkese büyük görevler düşmektedir.
Karşılıklı sevgi ve saygı temelinde menfaatlerin korunması noktasında, ülkeler, toplumlar üzerlerine düşeni yapmalıdırlar.
Elbette, Rusya’nın tehditkar, aşağılayıcı, küçümseyici tavırlarını gözden geçirmesi ve Rus-Türk dostluğunun yeniden ivme kazanması için politikalara başvurması gerektiği gibi, Türkiye’nin de üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Hele de siyaset kurumu, özellikle hayati, milli, bölgesel ve ülkesel konularda, millete rağmen, hata yapma lüksünü inatla kullanmaktan vazgeçmelidir!
Türkiye’nin, her ne pahasına olursa, olsun kuşatılması kabul edilecek bir durum değildir. Karadan ve denizden Türkiye topraklarına gelenler, denizde konuşlandırılan gemiler hayra alamet değildir! Türkiye daha önce de bu deneyimleri yaşadı. ‘Çekiç Güç’ denilen gücün Türkiye’nin başına ne belalar açtığı unutulmamalıdır..
Daha da önemlisi,’ Arap Baharı’ adı altında, ülkelerin nasıl da perişan edildiği, demokrasi lafının nasıl havada kaldığı ve sınırımızın ötesinde Irak ve Suriye’de olup bitenleri, iyi anlamamız, işin vahametine göstermek bakımından önemlidir.
Türkiye’nin üzerinde leş kargaları ve akbabalar dolaşmaya başlamıştır.  Yazımı yine Belçika’dan bir tarihi gerçek ile bitirmek istiyorum;
Osmanlı’nın son yıllarıdır. Belçika Kralı Lepold 1,oğlu Alexandra’yı İstanbul’a gönderir. ‘Git Sultan’a yardım ve para teklif et. Belki bize sunacağı topraklar olur’ der.
Genç Belçika Temsilcisi Alexandra İstanbul’a intikal eder. Vaziyet onun tahmin ettiğinden daha kötüdür. Fakat İstanbul’a da hayran kalır. Babasına yazdığı mektupta ise ,’ Babacığım, buralar çoktan paylaşılmış. İngilizler İstanbul’da, bu güzel dünya kentinden ayrılmak istemiyorum. Bana bir hafta daha müsaade et’der.
Yani, kargalar ve leş akbabaları Osmanlı’nın can çekişmesini seyretmekte ve hızlandırmaktadırlar. Sevr ve sonrası hepimizin malumu!
Sevr’i hortlatmak isteyenlere karşı uyanık olarak, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politikada hala geçerli olan düsturu,’ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ ayarlarına dönmemiz gerekiyor.
İçte ülkemizin güneydoğusundan gelen haberler hiç de iç açıcı değil, dışta ise Suriye ve Irak iç savaşları başımızı ağrıtmadan gerekli tedbirleri almak, ülkemizi korumak için gerekli hazırlıkları yapmak mecburiyetimiz var.
Bu durumlar için, ‘sevgi ve saygı’ silahlarını kullanabiliriz!