Geçen gece rüyamda Suriye’de bir çatışmanın ortasında kaldığımı gördüm. İki tepenin ortasında, birbirine ateş püsküren namluların arasında tek göz bir yapının içine saklanmıştım. Ve rahmetli ananem de yanımdaydı. Briket tuğlaların soğukluğunu hissediyorum hâlâ daha. Ne yapacağımı bilemiyor, sadece yaşamak ve hasta ananemi korumak istiyordum.
Tüm değerlerden önce bir değer vardı. Yaşamak. Onu görmüştüm. Yaşamak olmadan dinin, vatanın, bayrağın vs. bir önemi yoktu. Bu değerler ancak nefes alındığı sürece kutsaldı. Nefes almadan, yaşamadan, ceset iken bu değerlerin bir önemi yoktu.
Bazen Geyve’de değil de mesela Şam yakınlarında bir kasabada doğduğumu düşünürüm. Tüm değerleri bir yana bırakıp Suriye’de genç olmayı düşünürüm. Müslüman ya da Yahudi. Rejim yanlısı ya da muhalif. Şii ya da Sünni. Her şeyi bir yana bırakıp, sadece bir genç olmak.
Rüyamdaki anane imgesi koruma içgüdüsü ile yaklaştıklarımızı ifade ediyordu. Anne, baba, kardeşler, eş vs. Bir kere bu insanlar olduğu sürece önceliğim onların kutsalları olan yaşamaklarını korumak olurdu. Bir cephe savaşı yok. Her an bir bomba evime isabet edebilir. Her an bir eli silahlı grup gelip evimi basabilir. Bu tehlike olduğu sürece cephem ancak evim olurdu heralde.
Düşünsenize, birkaç yıl öncesine kadar gittiğiniz bir okul, tuttuğunuz bir takım vardı. Belki birkaç haftada bir pikniğe giderdiniz. Arkadaşlarınızla bir okul duvarında oturur, sohbet ederdiniz. Ufak korkularınız vardı belki. Mesela, acaba güzel bir okul kazanabilecek miydiniz? Sevdiğiniz kızlar vardı belki. Onunla aynı evi paylaşmayı düşler dururdunuz. Güzel evler, güzel arabalar hayal ederdiniz. İki çocuğunuz olsun istiyordunuz. Biri kız, biri erkek. İlk çocuğunuz erkek olsun da kardeşini korusun istiyordunuz mesela. Şimdi Geyve’de ben bu yazıyı yazıyorken ne istiyorsam, orada da aynı şeyleri istiyordum mesela.
Oysa şimdi? Düşünsenize ne okulu? Ne güzel evi, ne sevdiğiniz kızı? Bir güzel okul kazanma kaygısı? Düşünsenize böyle bir dünyada bir kız bir erkek çocuk hayali ne kadar iğreti. Şam yakınlarında bir kasabadasınız. Okulunuzda silahli militanlar. Gökyüzünüzde ölüm yüklü uçaklar, helikopterler. Su yok doğru dürüst, ekmek yok. En son ne zaman huzurla uyudunuz? Hatırlamıyorsunuz. Bir gün önce komşunuzun evine bir bomba düştü mesela. Daha dün başını okşadığın ufacık çocuklar öldü. Ne kadar inanmasan da bir başka bombanın kendi evine düşmemesi için dua ediyorsun.
Düşündükçe üşüyorum ama mesela bir grup geldi. Eline bir silah verdi ve kendileriyle birlikte savaşmamı istedi. İlk başta karşı çıkıyorum. Sonra namlulardan birini kardeşlerimden birine çeviriyor. Ne yaparım? Gitsem ayrı koruyamayacaklar kendilerini. Gitmesem bir zarar verecekler belli. Ne yaman çelişki.
Her şeyi göze alıp Türkiye’ye sığınmayı düşünür müydüm mesela? Tek başıma olsam sorun yok da bu riske değer miydi sevdiklerimin canı? Ya da Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek. Ufacık çocukları ile o ufacık sandallara doldurulup denize açılabilen annenin duygularını hiçbir zaman anlayamayacağım. Çünkü o çok ağır.

Ah düşünüyorum da bu kadar sebepsiz yaşamak mıdır bizi bu hale koyan? Bu umursamazlık, bu boşvermişlik, bu rahatsızlık derecesindeki rahatlık. Her gün şükür etmemiz gerekirken bu körlük, musibetlerin ne zamandır bize uzak olmasından mı?
Korku dolu bir rüyaydı. Ve bu benim için sadece bir rüyaydı. Bu rüyayı elleriyle, gözleriyle, kalpleriyle yaşayanlar…