AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, içimize su serpen açıklamalarda bulundu geçenlerde…

Medyabar TV’de Raif Ugan’a konuşan Şaban Dişli, Geyve’ye kurulması düşünülen çimento fabrikasına asla müsaade etmeyeceklerini söyledi…

Kendisinin açıklamalarını dinleyince gerçekten çok memnun kaldım…

AK Parti’nin en yetkili isimlerinden birinin bunları söylemesi beni ziyadesiyle mutlu etti…

Bir milletvekilinin, üstelik partide üst kademelerde görevli, üstüne üstlük bir de Geyveli bir milletvekilinin bu beyanlarına karşılık bu fabrikanın kurulması herhalde olanaksız olsa gerek artık…

Diyor ki Sayın Dişli, “Geyve bir meyve ambarı. O fabrika ne kadar filtre kullanırsa kullansın bir toz parçası bile meyveleri beton yapar. Yazık günah! Fabrikanın temelini atıp birine satacak, rant peşinde! Buna izin vermeyeceğiz. Arazi sahibi şu ana kadar ne kadar yatırım yaptı bilmiyorum ama bulalım birini parasını verip araziyi alalım. Başka şeyler yapılsın orada. Sebze meyve işi yapılsın örneğin. Meyvecilikte de iyi para var…”

Yani diyor ki sayın vekilimiz, “Doğayı tahrip etmeyelim, rant peşinde koşmayalım, başka işler yapalım…”

Eminim Sayın Dişli, aynı sözleri yine Geyve’de faaliyet gösteren ve sürekli meydana gelen patlamalarla doğal hayatı tahrip eden taş ocağı için de söyleyecektir…

Taş ocağı sahiplerine (Artık her kimse) “Bırakın devlete milyonlarca TL’lik taş satmayı da meyvecilik yapın. Börtü böceği ürkütmekten, ıhlamur ağaçlarına ve meyve bahçelerine zarar vermekten, heyelanlara sebep olmaktan vazgeçin” diyecektir...

Aynı Dişli gölü besleyen derelere kaçak bir şekilde kurulan fabrika sahiplerine dönüp, “Rant peşinde koşmayın! Gölü besleyen dereleri tıkamayın! Sebzecilik yapın. Sebzecilikte de iyi para var” diyecektir muhakkak…

Verimli arazileri, imarsız arazileri imara açtırmak için aracılık edenlere de, “Siz ne yapıyorsunuz yahu? Rant peşinde koşmayın! Meyve ve sebze işiyle ilgilenin” diyecektir…

“Bırakın yol müteahhitliğini, bırakın tavuk falan yetiştirip çevreye kokular salmayı, sebze ve meyveye yönelin” de diyecektir hiç kuşkusuz…

Ben şahsen Şaban Dişli’nin bu açıklamaları sonrası epey bir rahatladım…

Artık kimse Geyve’ye çimento fabrikası falan kuramaz…

Artık kimse bu şehirde rant peşinde falan koşamaz…

Böylesine çevre dostu, böylesine vahşi kapitalizm karşıtı, böylesine şehrini memleketini düşünen milletvekillerimiz olduğu müddetçe, sırtımız yere gelmez bizim evelallah!

 

YA SİZİN ÇOCUĞUNUZ OLSAYDI?

Doğumevi’nde yaşanan yoğunluk hepimizin malumu…

Geçenlerde bir arkadaşım sosyal medya hesabından bir fotoğraf paylaşmış…

Altına da şu notu düşmüş:

“Çocuk acil!

Sıra aldık, 1010 numara…

Numaratörde ise 820 yazıyor…

Vay halimize...

Ya Şafi, tüm çocuklara şifa nasip eyle…”

Buradan iktidar partisinde siyaset yapan herkese seslenmek istiyorum:

Bir an için kendinizi arkadaşımın yerine koyun…

1 veya 2 ya da 3-4-5 yaşında bir çocuğunuz var…

Ateşlendi veyahut başka bir rahatsızlığı bulunuyor…

Kucağınızda sürekli ağlıyor…

Ve siz alıp onu acile getiriyorsunuz…

Gidip sıra alıyorsunuz ve önünüzde 200 kişinin olduğunu, neresinden bakarsanız 2-3 saat beklemek durumunda kaldığınızı anlıyorsunuz…

Ve çocuğunuz kucağınızda ağlamaya devam ediyor…

Böyle bir durumda ne yaparsınız?

Hali vakti yerinde olan basar parayı özel hastaneye götürür çocuğunu…

Sizin çoğunuzun yaptığı gibi…

Ya delikli kuruşa bile muhtaç olan gariban ne yapsın?

Allah rızası için şu meseleye bir el atın…

Kadın doğum ve çocuk hastanesi bir an önce bitsin diye gidin şantiyede yatıp kalkın…

Yoğunluğun önüne nasıl geçilir, birtakım ek tedbirler nasıl alınır diye yöneticilerle toplantılar yapın…

Bir numaralı gündem maddeniz bu mesele olsun…

Sadece çocuk acil değil, yetişkin acil servisinde de durum aynı…

Yoğun bakım üniteleri hususunda da durum aynı…

Bir kerecik olsun gariban vatandaşın yerine koyun kendinizi, bir kere olsun onların düştüğü duruma düştüğünüzü tahayyül edin…

Ve kendi kendinize şu soruyu sorun:

“Biz neden siyaset yapıyoruz?

Ne için? Kim için?”

 

HER İŞİMİZ YARIM YAMALAK

Artık şehirde yağmur yağacak, kar yağacak diye ödümüz patlıyor…

Zira bir yağmur yağsa her taraf göl oluyor, bir kar yağsa muhakkak bir yerlerde elektrikler kesiliyor…

Reva mıdır Allah aşkına bu?

Biz karın, yağmurun keyfini çıkaramayacak mıyız bu şehirde?

Ne talihsiz insanlarmışız be!

Yolda yürüyorsun, daha yeni döşenmiş kaldırım taşına bastığında paçana su sıçrıyor…

Karşıya geçmeye kalkıyorsun yollar göle dönmüş!

İşte Ankara Caddesi’nden bir fotoğraf…

Yaya geçidine bir bakın!

Bu ne yahu?

Bu yola asfalt daha yeni atılmadı mı?

Nerede yağmur suyu mazgalları, nerede eğim, nerede mühendislik, nerede işçilik?

Neresinden bakarsanız bakın her işimiz yarım yamalak…

Bu şehrin altyapısına bakıp da cinnet getirmemek ne mümkün!

 

KORUCUK’U ÖZLÜYORUM

Korucuk’tan taşınalı bir seneyi geçti…

Tam 14 aydır oralara uğramıyorum…

O tertemiz havayı teneffüs edemiyorum…

O sakinliği, sessizliği ve dinginliği mumla arıyorum…

Çok özlüyorum Korucuk’u…

Hele ki Şener-Fatma Sak çifti Baytur konutlarından fotoğraf paylaştıkça içim cız ediyor…

Acısıyla tatlısıyla geçen günlerimi yâd ediyorum…

Kafamı otobüsün penceresine dayayıp yaptığım 45 dakikalık yolculuklar bile burnumda tütüyor…

Hülyalara daldığım o çileli yolculukları bile ara sıra rüyamda görüyorum…

İnsanın sapasağlam evini, güvenli ortam ve zemini, tertemiz havayı terk edip şehir merkezinin debdebesine esir olması ne kadar acınası bir durum…

Ne diyeyim…

Buna sebep olanlar utansın!