I.
Hâşim’in Ağaç şiirinin son iki mısraı şöyledir: ‘Yaprakla kuşun parıltısından/Havzın suyu ergûvâna döndü.’ Gün gitmiştir çünkü, ağaçta neşe sönmüştür. Bu havuz, ‘hayâl havuzu’ mudur yoksa bütün ‘alıngan çocukların’ kendilerini seyrettiği ‘hüsnüyusuf oteli’nin bahçesindeki yüzeyi nilüferlerle dolu havuz mu?
II.
Hâşim’in şiiri, benim için elbette, şu üç terkiple özetlenebilir: ‘Lisân-ı hafî’ [Merdiven], ‘havz-ı hayâl’ [Mukaddime], ‘zevk-i tahattur’[Tahattur].
III.
‘Âteş’iGâlib Dede, bir ‘piyâle’ içinde sunmuş Hâşim’e. Şimdi o iki ruh arasından akan nehirde ‘âteş’in poetikasını yazıyorum ben.
IV.
Hâşim’in kuşları ‘uçmak’ta; sen ‘uçmak’san eğer, ben dahi ‘kuş’sam.
V.
Hâşim’in ‘Mevsimler’isabââyini’dir; Yahya Kemal’inki ‘nevâkâr’. Neş’e bile sabâ iledir Hâşim’de; Yahya Kemal’de keder bile ‘nevâkâr’ ile.
VI.
Öyle sanıyorum ki Hâşim’in ‘güneş’i ‘melankolinin kara güneşi’ idi. Kristeva’yı okuyunca bunu hissettim. ‘Kara güneş’, nûr saçmıyor onda, her şeyi kuşatmıyor, gözü kamaştırmıyor. Şebüsterî şöyle diyordu: ‘Tanrı'nın pek parlak, pek nurlu zâtına karşı aklın nûru, güneşe bakmaya çalışan göze benzer. Göz güneşe bakmaya kalkıştı mı, kamaşır, kararır, bir şey görmez olur. Fakat bilsen... Karanlık Tanrı zatının nûrudur. Âb-ı hayat, o karanlık içindedir. O kara nûr ancak göz nurunu alır. Sen bakışı bırak... Zâten burası bakış yeri değil...’ Hâşim’in ‘güneşi’ Dil’in gurubunda doğuyor ve hemen batıyor.
VII.
‘Bir yeşil bûse’ kondurmuş mudur hiç ‘şairlerin en garibi’ dünyanın yanağına?
VIII.
Hâşim, hep ‘bekleyen’dir. Ama ‘beklenen’ hiç gelmez; ‘leyâl-i vahdet u gurbette’. Belki de hiç kimse onun kadar beklememiştir.
IX.
Hâşim’in ‘Her Güzellik İçin’ şiirinin epigrafı şudur: ‘Her güzellik, ruhumda ayrı bir yara açarak geçer.’ İşte o yaralardan akan kandır Hâşim’in ‘akşam’ı. İşte o yüzden ‘akşam’ yaradır hepimizin içinde.
X.
Üstadın ‘Sürûd-ı Emel’ şiirindeki ‘Güldün; şafak-ı şi’rime altınlı ziyâlar/Bir Ufk-ı ezelden gülerek şimdi saçıldı’ mısraları ile, Sezai Karakoç’un ‘Güldün rengârenk yağmurlar yağdı’ mısraı arasında ses olarak nasıl da bir benzerlik var öyle değil mi?
XI.
Hâşim’in ‘Terane’ [Kalbim seninçün sevgilim] şiirini okurken Orhan Pamuk’un Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ına yazdığı önsözün ilk cümlesi geldi: ‘Aşağılanmanın zevklerini hepimiz biliriz.’
XII.
Üstat, bir şiirinde sorduğu ‘Şi’r nedir?’ sorusuna içinde ‘bediâ, mehtâb, semâ, fecr, şebâb’ olan mısralarla cevap veriyor. Tuhaf! Sahi Psikanaliz Kuramı’na göre okundu muydu hiç Hâşim?
XIII.
Hâşim, ‘Mavi Gözler’ şiirinde, ‘mavi gözler’ için ‘Evet onlar, bu şi’r-i handânın/Bâdi-i inkişaf-ı matla’ıdır’ der. Harikulâde bir teşbih; öyleyse kadın da ‘şiir’in ta kendisi!