Güven kelimesinin anlamı sözlükte “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” ile yer alır… Duyulmaması gereken hislerin olumsuz anlam taşıdığını idrak etmemiz gerekiyor… Ve bu durumu ön plana çıkararak yazıya devam edelim…

Çok klasik bir “güven” testi vardır. Bir kişinin kendisini arkaya doğru bırakması ve arkasındakinin tutması beklenir… Mühim olan kendini bırakabilmektir. O güvene sahip olmak değerlidir. Kolay değildir lakin zor olanı başarmak değer katar duyguya…

Olumsuzlukları aşmak hayattaki katını belirler insanın… Güven huzur verir ardından mutluluğu sürükler peşine… Bu huzurun ve mutluluğun tavan yapmış zaman sağlıklı geçirilmiş çocukluk dönemidir…

Çocuklukta, öncelikle anne babaya ve tabi ki çevreye güven had safhadadır. Tabi ki bu güven “zarara uğrama uğratma durumunu değil daha masumca bir güvendir. “En güzel yemeği annem yapar”, “benim babam herkesi yener” gibi korunma ve aidiyete ait güvendir…

Güven sokağa çıkınca da devam eder bir müddet. Öyle ki “çocuk gibi kanmak” tabiri günümüze kadar gelmiştir maalesef… Maalesef diyorum çünkü bu deyim bile çocuklukta bile naif duygunun suiistimal edildiğini gösterir. Lakin alışılması da gerek köşeleri kapılmış dünyaya…

Bir cümle sonra kendimle çelişeceğim kabul ediyorum. Ama gerçekten sorgulamak istiyorum; “alışılması gerek” mi güveninin boşa gitme ihtimalini düşünmeye. Çünkü o ihtimal güvenilmezliği de beraber getirir. Bir hamle sonrası için zaman harcamak demektir. Her insanda zaman harcamak yerine tepkisini aynı şekilde yani “kandırarak” göstermeye başlar…

Güvensizlik ortamına aşina olmuş bir nesiliz. Kendimizden başka, her insanın dürüstlüğünden şüphe duyar haldeyiz. Lakin unutulan bir nokta var güvenmediğimiz kişi sayısı kadar bize güvenmeyen insan var olacak yaşamımızda…

Aklıma Gökhan Özcan’nın son yazısından bir bölüm geliyor: “Ne kadar kötüsün!” dedi biri. “Henüz birine ‘kötüsün’ diyecek kadar değil!” dedi diğeri.Gerçekten şüphe veya iddialarımız doğru dahi olsabazen görmezden gelmek lazım. Bu aptallık değildir, huzur ortamını bozulmaması için yapılan vazgeçiştir yani sadakadır…

Her şey bizim için. Ölümler, doğal afetler, kazalar… Bu durumu kabul edip kanıksamak gerekir. Lakin kendimizin veya yakınlarımızın geleceklerini koruma peşindeyiz… Maddi birikimlerle veya günümüz imkânlarından sigorta şirketleriyle… Aslına bakarsanız bu şirketlerin “kar” amacı güttüğünü düşündüğümüzde işin içindeki doğruluğu yanlışlığını bulmamız gerekiyor…

Günümüzün güvensiz ortamını bu şirketler temsil ediyor. Önceden kadere ve insana güven vardı. Bir felakette bizi müşteri olarak görmeyen yakınlarımız vardı… Kim ne derse desin öyle yakın kalmadı ve kalamadık…

Ben iyiyim doğruyum, bana güven olur düşüncelerine şu soruyu sormak istiyorum… Annesi babası vefat etmiş bir çocuğa evinize alır mısınız? Yeğeniniz dahi olsa can-ı gönülden alırım diyebilen kişi sayısını merak ediyorum… Çünkü işin için eşiniz çocuklarınızda olacak. Hemen kızmayın eşinize çünkü onun yeğenlerini isteyememe sebebi belki de siz olacaksınız…

Çok bilindik bir tespit vardır: “Bir insanı kandırmak on saniye; güvenini kazanmak bir ömür sürer”… İnsan insanı kandırdı ve kandırıyor… Ama her kandırış insanlığın ömrünü yalan selinde sürüklüyor. Tutunduklarımız elimizde kalıyor ve sele karışıyor…

Lafı çok fazla uzatmayalım. Sözün özü şudur ki insanın sağlıklı yaşayabilmesi demek sadece vücut zindeliği değildir. Belirli duyguları hissetmesi gerekir. Güven bu duyguların başında geliyor. Lakin ben biliyorum ki etraf “mikrop” kaynıyor… Allah’a (c.c.) emanet olun…

e-mail : [email protected]