İslam dini her yaşın, mevsim ve zamanın dinidir. Bununla beraber her yaşında kendine göre farklı sorumlulukları vardır. Bunlardan biride ülkemizde yaz tatilinde” çocuk ve cami buluşmasına vesile olan Kur’an eğitimidir”. Toplumumuzda birçok insanın çocukluk dönemine ait cami hatıraları vardır.
Emekli bir genelkurmay başkanı, Diyanet üst düzey yetkilisi şöyle der; “Çocukluğumda camide tanıdığım hoca ve onun anlattıkları bana sizin anlattıklarınızdan daha sevimli ve değerli gelmektedir.”
Şimdi hamd olsun okullarda seçmeli olarak Kur’an ve Siyer dersleri vardır. Fakat çevre ve gaye olarak gençliğimiz henüz islamı yaşama biçimi olarak talim ve terbiye görmemektedirler. Okullar da ki din eğitimi, henüz gerçek kıvam ve gayesinden ortam ve hedef olarak çok uzaktırlar. Bu sebeple çocuklarımızın eğitimi için farklı metod ve mekânlara ihtiyacımız vardır. Bunlardan biride camilerdir.
Camiler sadece emekli olanların değil, hayata yeni emekleyen çocuklarında huzur mekânıdır. Çocuklar camide sadece dini bilgi almaz, aynı zamanda cami kültürü de alır. Babasıyla, dedesiyle ve her kesim ve yaştan insanla saf olmanın sevgisini ve ümmet olmanın tadını anlar. Bu sebeple başta KUR’AN dersi olmak üzere, namaz ve Peygamberimizi öğretmek için camiler her zaman bir fırsattır. Şimdi mevsim sıcakta olsa, ortam cami olunca sizlerin güzel çocuklarınızı hareretle camilerde bekliyoruz. Pazartesi günü camilerde dersler başlamaktadır. TÜM MÜSLÜMANLARA DUYURULUR.
“Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailenizi, yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun. Onun başında kaba yapılı, sert ve şiddetli melekler olup onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.” (Tahrim, 6)
Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle câmiye gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.
Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,
Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,
Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!
M. AKİF ERSOY

DURAN DEĞİL, KIYAM EDEN İNSAN
Ülkemizde protesto şekillerinden biri de “DURAN ADAM” profilidir. Taksim vesilesiyle gündeme gelen “özel duruş” insanların ilgisini çekmektedir. Etki olduğu ve sessiz duruşun dalgalanması beklenmektedir.
Müslüman bir insan hacca gittiğinde adı “VAKFE” olan bir duruş vardır. Belirli bir yerde belirli süre kalmak demektir. Hacda, Arafat ve Müzdelife denilen iki yerde vakfe vardır. Bunlardan "Arafat vakfesi" haccın rüknü olup, farzdır. "Müzdelife vakfesi" ise vaciptir.
Bir diğer duruş da namazda ki “KIYAMDIR” bu kıyam zahirde Kâbe merkezli olmakla beraber, hakikatte ise Kabenin rabbine kulluk duruşudur.
Bununda en etkin oluşu toplum denen cemaatle beraber yapılanıdır. Sözün özü bizim duran adamdan daha çok, neden ve kim için kıyam eden adama ihtiyacımız vardır. Özünü ve yönünü yaratana dönen ve duruşuyla ibadet eyleyen insanlara ne kadarda ihtiyacımız vardır. Yürümenin bir gayesi yoksa, oturmanın ve durmanın bir ibadet şuuru yoksa elde edilen sadece yorgunluktur ahrette ele geçecek olan.
Bu gün Cuma Müslümanların Cuma zaman diliminde kıyam eden ve vakfe duruşunu simgeleyen Salih amellere ihtiyacımız vardır. Bunu bize vurgulayan ayet şöyle buyurur;
“O halde boşaldın mı yine kalk/dikil yorul ve ancak rabbine rağbet et, hep ona doğrul” (inşirah, 7-8)
Mümin o kimsedir ki her ameli makbul olmalı ve değer kazandırmalıdır. İşte ayetler;
191 - Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler.
192 - "Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur". (Ali İmran)

ÇOCUK VE KUR’AN EĞİTİMİ
Çocuklara verilecek dinî eğitimin temeli Kur'ân'la mümkündür. Dolayısıyla çocuklara, belli bir yaşa geldiklerinde öncelikle Kur'ân öğretilmelidir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde: "Çocuklarınız yedi yaşına ulaştıklarında onlara namazı emrediniz." buyurmaktadır. Namazda kıraat farz olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bu hadîs-i şerîfinde zımnen "Yedi yaşındaki çocuklara Kur'ân'ı öğretiniz." tavsiyesi ve emri de yer almaktadır. Zira kıraatsiz namaz caiz değildir.
Buhârî'nin rivayetine göre İbn-i Abbas (r.a.) şöyle der: "Hz. Peygamber'in vefatında, ben on yaşında idim. Ve Muhkem'i okudum ezberledim." Kendisine Muhkem'in ne olduğu sorulunca "Kur'ân-ı Kerîm" cevabını vermiştir.
Âmir b. Selâm şöyle anlatır: "Bizim beldemize gelip geçen kervanlar uğrardı. Biz onlardan Kur'ân öğrenirdik. Babam (Müslüman olup İslâm'ı öğrenmek için) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gitmişti. Hz. Peygamber (namazda imamlık hususunda): 'İçinizde kim daha çok Kur'ân biliyorsa o imam olsun.' buyurdu. Babam geri geldiğinde 'Rasûlullah (s.a.v.): 'İçinizde en çok Kur'ân bilen imam olsun.' buyurdu' dedi. Sonra düşünüp danıştılar. Ben onlardan daha fazla Kur'ân biliyordum. (Bu sebeple beni kendilerine imam yaptılar.) Ben onlara imam olduğumda sekiz yaşında idim."
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu hadîs-i şerîfi de bu önemi çok güzel bir şekilde açıklamaktadır: "Çocuklarınızı üç hususta yetiştiriniz. Birincisi; Peygamber sevgisi, ikincisi; Ehl-i Beyt sevgisi, üçüncüsü de; Kur'ân sevgisi. Çünkü Kur'ân'ın hâmilleri (hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde peygamberlerle ve seçkinlerle birlikte Allah (c.c.)'nun gölgesindedirler."
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu hadîs-i şerîfi çocuklarına Kur'ân eğitimi veren anne ve babalar için çok büyük bir müjdedir. "Çocuğuna Kur'ân öğreten kimseye kıyamet günü cennette taç giydirilir." Bir diğer rivayette ise: "Kur'ân'ı okuyan ve içinde bulunan hükümlerle amel eden kimsenin anne ve babasına kıyamet günü, dünya evlerinize vuran güneşin aydınlığından daha fazla aydın olan bir taç giydirilir."
İmam Gazâlî Hazretleri de bu konuda şu cümleleri zikretmiştir: "Çocuk, anne ve babasının yanında ilâhî bir emanettir. Onun kalbi saf bir cevherdir. Her türlü nakış ve sûretten boş, nakşedilen her şeyi kabule müsaittir. Kendisine yönelen her şeye meyleder bir vaziyettedir. Şayet hayır ile alıştırılıp yetiştirilir ve terbiye edilir ise dünya ve âhirette mutlu olur. Onu böyle yetiştiren anne ve baba, öğretmen ve terbiyeci de sevapta ona ortak olur. Eğer şer ile yetiştirilir ve hayvanlar gibi ihmal edilirse kötü olur ve helak olur. Çocuğun muhafazası; onu eğitmek, terbiye etmek, ona ahlâkî faziletleri öğretmek ve kötü arkadaşlardan korumakla olur."
"Çocukların beynine yazılan taşa kazınan gibidir.
Büyüklerin beynine yazılan ise kuma kazınan gibidir."

ÖMER SEYFETTİN VE ANNESİNİN DUASI
Duâ ederken sordum ki:
- Nasıl duâ edeceğim anne?
O duâ ediyor ve dudakları hareket ettikçe başörtüsü de ihtizâz eder gibi oluyordu. Başını salladı, duâsını bitirdikten sonra, daha hâlâ hatırımda:
- Evvela İslam olduğum için ey cenâb-ı vâcibül-vücut hazretleri sana hamd ederim, de... Sonra vatanımızın düşmanlarını perişan etmeni senden istirham ederim, de... Sonra da bütün eziyet çeken, hasta olan, felakette bulunan, fakir olan Müslümanların selamet ve sıhhatlerini senden temenni ederim, de... Kendin için, kendi iyi olman ve şeytanın yalanlarına aldanmaman için dua et!
Demişti. Ben bu basit ve Türkçe duâyı, annemin dolabındaki birbiri üstüne duran ve karıştırmalığım "duâ kitaplarıdır, sakın ilişme!" ihtarı ile daima men olunan, yıpranmış, Arapça, ve esreli üstünlü kitapları derhatır ederek içimden söyledim, fâtiha...
….Ah, onbeş sene evvelki sabâvet ve şimdiki ben... Tatsız, neşvesiz, muhabbetsiz, aşksız ve heyecansız, her şeysiz, boş bir hiçten daha boş geçen hayat-ı serâyı taabâlûd... Şimdi mülevves emelleriyle, hırslarla, hakikatte kıymetsiz olan baîdül-vusul arzularla, hâsılı bütün bunların bir icmal-i mebhûtu olan o sebepsiz ve tahammülsüz bîkararlılıklarla mecruh olan ruhum, mecruh olan kalbim ve maneviyatım... Şimdi, daha bu gece görülmüş gibi, onbeş saniye evvel görülmüş ruhanî ve bir rüyayı kıymetdar gibi saadetleri unutulamayan ve zaten velveleli ve hüsranhîz bir rüya olan bu ömr-i fâni içinde yalnız kabus olmayan sabâvet ve hâtıratı... Şimdi düşünüyorum ki, hayatta bu muztar ve şefkatsiz mâzilerin güzâriş-i âdeminden mütehassıl ne garip bir hiçlik, ne zevalperver ve pür hayal bir beyhudelik, ne müphem, ne esrar âlûd bir sürat var!(İLK NAMAZ)