“Yılın ilk ayı Ocak/ Kar yağar kucak kucak… İkinci ay Şubattır/ Soğuğu pek berbattır… Mart kapıdan baktırır/ Kazma kürek yaktırır… Nisanda çiçek açar/ Sevinçle kuşlar uçar... Mayısta kiraz yeriz/ Kuzuları severiz...” Yahya Kemal’in olacak değil ya, Rakım Çalapala’nın şiir. Burun kıvırmayın, Talim Terbiye’nin terbiyeli çocukları olarak hepiniz bu şiirleri talim ettiniz, üzerine taş da koymadınız.

Elbette bu şiirle Beşiktaş fanatiği kankam Enes Gündoğar ve arkadaş çevresinde iş yapamayacağımı biliyorum. Enes’ciğim, sendeki romantizm bende olsa, nil nehrinin suları gibi coşkun şiirler yazar, Facebook sayfandaki “Bir atkı olmak isterdim, her üşüdüğünde boynuna sarılmak için” vecizesi gibi mısralar döktürürdüm ama nerde bende o kabiliyet? Sen devam et, Cihangir’le ben gerektiğinde senden alıntı yaparız.

Temel’le Dursun paraşütle atlamışlar. 600 metre kala ibreye bakmış Temel, “Açalım mı?” demiş. Dursun “Daha çok var” demiş. Temel yine ibreye bakmış 500 m. var. Dursun inatçı. 300… 200… 100… Temel “Açalım mı Dursun?” demiş. Dursun bakmış Temel’e “Yok uşağum, celduk zaten.”

 

Şaka maka yeni bir yıl geliyor. Benimse aklımda tek soru var. Bu çocuk ne gün gelecek? Yılbaşı gecesi bir sürpriz yapmasın? Aysun da sorup duruyor, adı ne olacak? Bilmiyorum. Selahaddin mi? Ali mi? Sinan mı? Hikmet mi? Koy çocuğun da adını Cihat Zafer, olsun bitsin! Şaka tabii. Çocukcağız enkaz kaldırmaya mı geliyor? Kendi adı olsun, kendi kaderi, kendi hayatı… Eli yüzü düzgün olsun, sağlıklı, bahtı açık, aklı, kalbi temiz olsun. İnsan olsun. Cesur olsun, cömert olsun. Salih kullardan olsun. Allah’tan başkasına da kul olmasın.

 

Hapishanede gazete okuyan mahkum arkadaşına dönüyor “Bak ne yazıyor? Türklerin ömrü 14 yıl uzamış.” diyor. Arkadaşı umursamıyor. “Duymadın mı?” diyor “Ömrümüz uzamış, ömrümüz.” “Bana ne ulan” diyor öteki. “Ben müebbetim, geri zekalı.”

 

Aklın yolu bir değil. Dün gece okudum daha, meğer dünya güneşin etrafında dönmüyormuş. Kendi helezonik yolunda gidiyormuş. Ünlü bir gen mühendisi de, dna’ların, genlerin değil, çevrenin önemli olduğunu söylüyor. Kök hücre koyduğu kaplardan birini değiştirmiş, hücre değişmiş. Akıl değişince yol da değişiyor, dil de. Bill Gates mektup yazmış Noel Baba’ya, şu bacadan girme işine bir son versin diye. “Sana tek bir önerim var: pencereler. Herkesin pencereleri var malum. (İngilizce’de “pencere” demek “windows” demek.) Kolay gelsin. Bana hediye getirmene gerek yok, ben zaten kendi oyuncaklarımı yapıyorum.”

 

2011 iki gün sonra bitiyor. İlk yazım 15 Nisan’da yayımlanmış. Ne demişim? “Uzunçarşı’nın içler acısı hali? Ne oldu Anıtlar Kurulu kararı? Şimdi de altyapısı yenileniyormuş. Bir tek orası kusurluydu, malum.” 28 Nisan’da devam etmişim, başlık “Uzunçarşı, uzun hikaye”… 4 Ağustos’ta “Zeki Toçoğlu Sessizliğini Nasıl Koruyor?” diye sormuşum. “Öve öve bitiremediğiniz Osmanlı neden akıl edememiş yer altı şadırvanları yapmayı? Anlamıyor muymuş kent mimarisinden Koca Sinan?” 8 Eylül’de başlığı büyükşehir kendisi vermiş: “Sıfır Tolerans”…“Yahu senin andezitli medar-ı iftiharın Uzunçarşı kural dışı, ahlak dışı, etik, estetik dışı değil mi? Binlerce hasarlı konut? Kurbanlık üniversite öğrencileri? Efendim seyyar niye var? Var. Çünkü bizim kafamız seyyar! Bağımsız bir yerel yönetim kuruluşu olsa, müfettişini Uzunçarşı’ya gönderse, bin ayrı ceza yer belediye. Pislik içinde zavallı Uzunçarşı.” 29 Eylül’de “Adapazarı – Haydarpaşa” başlık olmuş. “Adapazarı ne üretiyor? Nasıl pazarlıyor? Ulusal, bölgesel, küresel rekabetin acımasız köşe kapmacasında hangi köşeyi gözüne kestirmiştir? Paris’in Eyfel’i, Londra’nın saat kulesi, İstanbul’un Boğaz Köprüsü var. Adapazarı’nın sembolü ne? Kabak mı?”

 

Ne yoğurtlu dönerini yiyoruz Ömer’de ne İsmail’de Islama Köfte’sini, Sapanca’nın suyu da akmıyor çeşmemizden ama Adapazarı’nın derdiyle dertlenmeye müebbetiz. İdarecilerimiz kızmasın ama Adapazarı da dertlerine müebbet… Rahmetli Selahaddin Şimşek, “Değişme başkadır gelişme başka… Çürüme de değişmedir amma gelişme değildir!” diyordu. Yap boz sürekli. Ya gelişme? Ya ilerleme?

 

İnsan evini değiştirmek ister, arabasını, işini. Kıskandıkları vardır. Umut ettikleri. Özendikleri. Hayatımızı bile değiştirmek isteriz bazen. Aklımız hariç. Eskiler “Her şeye nazar değer, akla nazar değmez” derler bu yüzden. Kimse kimsenin aklını kıskanmaz çünkü. Herkes kendi aklından o derece memnundur yani.

 

Rakım Çalapala çok basit geldiyse Cahit Sıtkı Tarancı’dan okuyalım. “Memleket isterim/ Ne başta dert ne gönülde hasret olsun/ Kardeş kavgasına bir nihayet olsun/ Memleket isterim/ Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun/ Kış günü herkesin evi barkı olsun/ Memleket isterim/ Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun/ Olursa bir şikayet ölümden olsun.”

İki gün sonra yılbaşı. Yeni bir yıl. Bir çocuğumuz olacak. Fakat adı ne olacak? Selahaddin mi? Ali mi? Sinan mı? Hikmet mi? Cihat Zafer mi koysam acaba? Adapazarı’nda ne çok seveni olur(!) İlk altını da kesin Zeki Toçoğlu takar(!)

Çocuklara ve çocukluk safiyetini yitirmemiş olanlara mutlu yıllar dilerim.