Geçmek bilmeyen saatler, bitmek bilmeyen geceler. Tüm Ulusun kalbi İzmir için atıyor, unutur muyuz derken hatırlatıyor kendini.

Tecrübe edilmiş, tarifi imkânsız acılar. Panik hali, herkes telefonlara sarılmış depremi hissettin mi var mı bir olumsuzluk diye. Bir yakınım aradı sesi endişeli ve ürkek, depremi hissetmiş acaba benim durumum ne, o ana kadar yaşanan felaketten bihaberdim. Hani “Allah hissettirmesin” denir ya işte tam da o durumdayım. Ardından yoğun telefon trafiği, yaşadığımız asrın felaketini hatırlatan gelişmeler.

1999 Marmara depremi diye tarihe geçen, geride çok acılı günler bıraktığımız ateşin düştüğü yeri değil her yeri yaktığı günler hatta yıllar yaşadık, yaşamaktayız.

Bir an unutur gibi olsak ta varlığını mutlaka bir bölgeden hissettirdi. 

Resmi verilere göre 17 bin 480 ölüm, 7 bin 284 yaralanma ve 285 bin konutun hasarlı olduğu geniş bir alanı kaplayan, Sakarya, Kocaeli, Yalova ve İstanbul’un bir bölgesini içine alan asrın felaketi.

Sakarya’da ise resmi verilere göre 3 bin 890 ölüm, 7 bin 284 yaralanma, 19 bin 43 konut ve 4 bin 68 işyeri ağır hasarlı, 12 bin 220 konut ve 1 bin 963 işyeri orta hasarlı, 1 bin 712 konut ve 1 bin 675 işyeri hafif hasarlı ağır bir tablo bıraktı arkasında.

Bu kez ateşin düştüğü adres İzmir.

Tüm Ulusu yasa boğan felaket, acının her bölgede eşit yaşandığı ve enkazdan gelecek iyi habere dikkat kesilmiş, umutlu bekleyiş.

“Acı duyabiliyorsan, canlısın…

                 Başkasının acısını duyabiliyorsan, insansın…”

Neler yaşandığını en iyi biz biliriz, “ damdan düşünen halinden damdan düşen anlar “

İzmir için duamız ölüm sayısının artmaması, geleceğe daha umutlu bakabilmek.

Bir gerçek var ki depremle yaşamak zorundayız. 1999 depreminden akıllarda kalan bir söz var ki “ deprem öldürmez, binalar öldürür, ihmal öldürür” diye bugün yaşananları sanırım anlatmaya yetiyor.

Felaketlerden en az hasarla atlatmanın yolu ders almaktan değil önlem almaktan geçtiğini daha nasıl öğreneceğiz.

Üzerinde sürekli oynanan imar mevzuatı, sayısının bilemediğimiz imar barışı düzenlemeleri ile ne denli sorunla ilgilendiğimizin göstergesi sanırım.

Kaybedilen canlar ve milli servet kayıpları.

21 yıl geçti üzerinden, henüz çözülemeyen hasarlı binalar sorunu önümüzde duruyor. Özellikle 21 okulun deprem riski taşıdığına dair tespite ilişkin rapor ortada dururken, henüz yıkılıp yenilenemeyen okullar varken…

“ Büyük Türkiye “ “ Nereden nereye “ sanırım kulaklarınızdadır.

Deprem anında yetişmek, müdahale etmek değil devleti büyüten, bir tek yurttaşının “ burnunun kanamaması” sağlamaktır devleti büyütmek.

Yurttaşın yaşam konforunu sağlamaktır, büyük devlet gereği!

21 yıl gibi uzunca bir sürede hasarlı binalar sorunu çözülememiş, kentsel dönüşüm sağlanamamış ve riskli binalarda yaşama zorunlu bırakılmış, yaşanacak en ufak depremde yıkımı kaçınılmaz yapılar.

2003 Bingöl depremi 176 ölüm,

2010 Elazığ depremi 41 ölüm,

2011 Van depremi 604 ölüm,

2020 Elazığ Malatya depremi 41 ölüm.

Asrın felaketinden sonra yaşanan depremler ve kayıplarımız gösteriyor ki ne ders alınmış ne de önlem. Ve en son yaşadığımız İzmir depremi, daha neyi bekliyoruz.

Yapılması gereken riskli yapı stokları tespit edilerek, bir an önce kentsel dönüşümü sağlamak, deprem önceliğiniz olmalı. Harici tüm yatırımlar durdurulmalı ve mümkünse hamaset üretmemek, somut adımlar atmak.

Aksi hal bu acıları çok daha uzun yıllar yaşarız.

İzmir depremi bir kez daha gösterdi ki depremden daha önemli sorunumuz yok.

Yirmi yılı aşkındır uygulanan deprem vergisi ile de kaynak sorunumuz olmamalı.

İzmir için geç kalınmış olsa da gelecek depremler için geç değil.

Beton altında canlarımız var, umutla bekleyişimiz devam ediyor.

Elif, Ayda bebekler hepimizin umudu olsun.