Değerli okuyucular,
Geçen ayki yazımızda bir Güneydoğu Anadolu gezimizden notlar aktarmıştık.
Gaziantep’den, bazı sosyal özelliklerinden, doğasından, kebap ve baklavasından bahsetmiş, bilgiler sunmuştuk. Gezimize devam ediyoruz.
Antep’ten konforlu bir tur otobüsü ile yola koyulduk.
Yollar çok güzel.
Işıl ışıl bir Ekim günü
Gezi grubu neşeli, rehberimiz pek neşeli.
Yarım saat sonrası...
Kocatepe mevkiinden geçiyoruz.
Arazi kıraç mı kıraç. Rehberimiz anonsta:
“- Sağda Nizip.”
Yolun solu zeytin ağaçları. Tane tane...Bakımlı.
Yolun sağı fıstık, zeytin, incir ve ceviz ağaçları.
Cevizler sıcağa direnemiyor, uç dalları sararmış.
Diğer tarla arkadaşları ise inadına yeşil, yemyeşil.
Taşlı toprakla barışık, sıcak ve güneşle sarmaş dolaş.
Tabii ki öyle: Onlar güneş meyveleri.
Böylesine kıraç yerlerde böylesi ürünler!
Niyet, bakım, sabır işin sırrı olarak karşımızda.
Rehber ekliyor:
“-Nizip!”, “-Yeşil Nizip!”
...
Yanından geçiyoruz.
Daha ileride:
“-Soldaki tepe Zeugma antik kenti. “
Milattan önceki yıllarda bu bölge önemliymiş. Fırat nehri bir burada bir de Samsat’da karşıya geçit veriyormuş.
ZEUGMA...
Fırat kuzeydeki Anadolu’yu güneydeki Mezopotamya’dan, doğuyu batıdan ayıran fiziki bir çizgi, bir su imiş. Nehirden geçişin en canlı olduğu yer Zeugma ise aynı zamanda “GEÇİT” anlamına da geliyormuş.
Birecik Baraj Gölü’nün altında kalacağı itibariyle burada yoğunlaştırılan kazı çalışmaları buluntuları dünyayı etkilemiş.
Helenistik Dönem, Roma Dönemi yerleşim özellikleri tespit edilmiş.
Gaziantep müze müdürlüğü kontrolünde çok değerli çalışmalar yapılmıştır.
Tespitlere göre Fırat nehri etrafında buzul çağında yani en az 700.000 – 600.000 yıl önceden beri yerleşimler olmuş.
Milattan önce 3000 – 1200 yılları arasında da Anadolu ve Mezepotamya taraflarındaki yerleşimin insanları ticaretlerini yapmak için Fırat nehrini aşmak zorunda kalıyorlarmış.
Sarp kenarları ve hızlı akışından dolayı Fırat’ı geçmek zormuş.
Az kuzeydeki Samsat ile Zeugma önem kazanan geçit yerleri imişler.
SELEVKOS URFA’DA NE ARAR?
Bir yerde insan varsa, nüfus varsa siyasi hareket de vardır derler.
İşte Fırat’ın doğusundaki Persler ile batısındakş Roma’lılar, geçit ve ticaret kontrol noktası olan Zeugma için hakimiyet mücadelesi yapmışlardır.
Büyük İskender’in komutanlarından Selevkos hem Urfa’yı hem Zeugma’yı kurmuş. Bölgeye hakim bir Garnizon oluşturmuştur.
Bu olayın eski Ortadoğu uygarlıklarının kültürel mirasını Helen ve Roma dünyasına aktarmada önemli bir rolü olduğunu bildirmektedir kaynaklar.
Zeugma Roma ordularının daha doğu’ya Persler’e Sasani’lere yapacakları büyük saldırıların toplanma, hazırlık ve taarruz noktası olmuşmuş. Fakat M.S 226’da Pers kralı Şapur Zeugma’yı yerle bir etmiş, yüzyılların intikamını almışmış.
Başlıktaki soruyu rehbere soramadık ama bize göre: “Selevkos Urfa’da Harran’da ne arar? “ derseniz “Hun orduları Macar ovalarında, Moğollar Suriye ovalarında ne arıyorsa, Selevkos da onu arar” deriz. Bu konuyu ileride daha da açacağız.
YEŞİL ALTIN...
Sağdaki Barak Ovası’nı geride bırakıp Birecik’e ulaşıyoruz. Barak Ovası’na Fıstık Ovası da deniyor. Hititlerin yerleşim sahalarındanmış. Ova şimdi yeşil altın denen fıstık ağaçları ile kaplı. Bir bereket bir zenginlik görülmeye değer, göz alabildiğince uzanıyor. Yeşil, yemyeşil...
“BİRE = KALE” CİK = BİRECİK...
Araplar kale’ye BİRE derlermiş. Birecik’in küçük kalesinden dolayı Selçuklu’lar buraya kalecik anlamında BİRECİK demişler, öyle kalmış.
Birecik, Zeugma’nın yıkılmasından sonra varlığını göstermiş. Türkler Fırat’ı buradan geçmişler.
Fırat’ın üzerindeki köprüden geçtik. Nehirde dev GİRDAP’lar gördük. En iyi yüzücüleri bile yutarmış bu girdaplar.
Kısa bir kasaba turu ile kelaynak kuşlarını koruma bölgesine geldik. Doğa Derneği üyesi olan Koruma Bölgesi rehberinden kelaynak kuşlarının yaşam hikayelerini dinledik.
VURUN KAPIYA...
Ardından fıstık bahçeleri arasındaki yollardan dolanarak Halfeti yoluna girdik.
Rehber, yolda geçtiğimiz köyler için “-Buralarda sesi güzel olan çoktur. Burda biraz kalın, sizin de sesiniz güzelleşir. Şurası Müslüm Gürses’in köyü: Yeşil Ezen köyü. Nuri Sesigüzel de buralı, Birecik’li. Buradan çıkın yukarı Sivas’a doğru. Vurun kapıya, her üç evden ikisinde sesi güzel birisi vardır. İniniz aşağıya, Maraş’a. Her üç evden ikisinde şaire denk gelirsiniz. “ dedi.
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim otağını kurduğu buralarda üç ay kalmışmış. Aşağıdaki dizeyi buralarda yazmışmış.
....
Beni bir gözleri ahuya
Zebun* etti felek.
....
Sesi güzel, sözü güzel insanların köylerinden geçerek yola devam ettik.
SONRASI HALFETİ...
Halfeti’ye varmadan az beride SEYİRTEPE’si denen yerde tüm grup otobüsden indi. Eski Halfeti ve baraj gölü uzantısı aşağılarda tüm güzelliği ile görülüyordu. Fotoğraflar çekildi. Sohbetler edildi. Dinlenildi. Az sonra kasabaya inildi.
Sessiz, şirin yeni yapılanan bir kasaba “Halfeti”. Gölde tur motorları ile geniş bir tur atıldı. Her geçen yıl tur motorları sayısının ve kıyı lokantalarının sayısının arttığını öğreniyoruz.
Geleceğin su sporları merkezi olmaya aday bir yer.
Baraj gölünün karşı kıyısında İncil’in müsvettelerinin yazıldığı Rum Kale civarında ve eski Halfeti’nin sular altında kalan bölümüne denk gelen sularda bir tekne gezisi yapıyoruz.
Grup iyice acıkıyor. Bir kıyı lokantasında mola veriliyor. Yemekler ısmarlanıyor.
“Burada ne yemeliyiz?” diye sorarak siparişleri sıralıyoruz.
BEYRAN, HAŞHAŞ KEBAP, ŞABUT BALIĞI...
Beyran...
Bir çeşit çorba: Kuzu gerdanı, pirinç, biber, karabiberden yapılıyor. Malzemeler ayrı ayrı pişiriliyor. Yeneceği zaman her birinden biraz alınıp bir taşım kaynatılıp servis yapılıyor. ANLADIK.
Haşhaş Kebabı...
Sorduk. Et kırmızı biber ve maydanoz dediler. “-Haşhaş?” diye sorunca: “ –Haşhaş yok “ dediler. “Neden?” dediğimizde “Yok, ismi öyle” dediler. ANLAMADIK.
Şabut balığı...
“- Şabut Balığı” dediler. “-50-60 kg olur. Burada Baraj Gölünde tutuyoruz”.
Sipariş verdik.
Şabut Tava hazırlandı geldi. ANLAMAYA ÇALIŞTIK. Acılı terbiyesi içinde balık kaybolmuştu. İsmen ve cismen vardı ama balığın tadını bulamadık.
“Bu balık başka bir türlü pişirilmeliydi” diye düşündük.
Yine de sıcak kalpli, gayretli, neşeli insanların olduğu yurt köşemiz Halfeti’den mutlu ayrıldık.
Antep’e döndüğümüzde gecenin ilk saatlari ve karanlığında bizi İstanbul’a getirecek uçak havaalanında uçuşa hazır bekliyordu.
Havaalanı dinlenme salonunda terennüm tarzında bir şarkı kulaklara gelir gibi oldu.

Menekşe gözler hülyalı
Bakışları çok manalı
Gönül yakıcı o gözler
Meğer ezelden sevdalı

Evet. Ülke sevdası dolu o gözleri, tüm grup üyelerinde görmek mümkündü.
Bir saat sonra Sabiha Gökçen Havaalanı’ndaydık.
Kalın sağlıcakla...
* Zebun: Esir