“EN KIYMETLİ ÖDÜL BOYNUZUN KULAĞI GEÇTİĞİ ÖDÜLÜDÜR”

Yahya Bakır’a konuşan İş İnsanı Tunç Özüuğurlu “Benim için bir insanın layık görülebileceği en kıymetli ödül boynuzun kulağı geçtiği ödülüdür. Bir baba, evladına ‘Evet, sen artık oldun.’ düşüncesini hissettirdiğinde evlat, dünyada ki en büyük ödülü almış olur. Ben bu ödülü, babamdan hayatımdaki en gerçek ve en değerli ödül olarak aldım” dedi.

Yahya Bakır: Tunç Özüuğurlu kimdir?

Tunç Özüuğurlu: 1970 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Üniversitelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Türkiye’nin nabzının attığı başkentte yetiştim. İlkokulu Ankara’da okudum, ilkokulla birlikte hayatım evrilmeye başladı. Babam, sanayide eski üreticilerden biridir ve sanayinin en zor olduğu, yoklukların baş gösterdiği bir dönemde üretim yapmaya çalıştı. Değirmen makinaları üreten bir firmanın ortaklarındandı. 7-8 yaşlarındayken babamın elinden tutar sanayiye giderdim. Orada, tornalarda çalışan ustalar, ben geldiğimde benimle ilgilenir, beni sevmek için yanağımı sıkarlardı. Yanaklarım emeğin asıl göstergesi olan iş karası olurdu. Bizim için yağlı paslı olmak emeğin bir göstergesiydi.

Y.B- İlkokuldan sonra eğitiminiz nerede devam etti?

T.Ö- Ortaokul, lise ve üniversiteyi Ankara’da tamamladım. Ortaokul yıllarında spor adeta hayatımın bir parçası haline geldi. Hentbol ile tanıştım ve hem okulda hem sonrasında kulüpleşmeye giden bir spor branşıyla okulu bir arada götüren yaşam tarzı benimsedim. Bunun haricinde de babama işlerinde yardım etmeye çalıştım.

Y.B- Çocukluk yıllarınızda sanayide çalışıyor muydunuz, yoksa sadece işleri gözlemlemek amacıyla mı babanızın yanında bulunuyordunuz?

T.Ö- Sanayinin içinde bulunmam biraz da hayat şartlarımızın zorlaşmasıyla birlikte şekillendi. Geçmiş dönemlerde babamın birkaç ortaklık deneyimi mevcuttu. En sonunda da değirmen makinaları üreten bir firmanın dördüncü ortağı olmuştu. Babamın bu son ortaklığının başladığı dönemde henüz yeni dolmuştum. 1980 yıllarında bu ortaklık kötü bir sanayi deneyimiyle birlikte batış ile sonuçlandı, artık ailemiz için zor günler başlamıştı. Bu zorlu süreçle 10 yaşındayken tanışmıştım. Karşılaştığımız zorlukları fark ettikten sonra babamı hiçbir zaman yalnız bırakmadım. Babamın çektiği sıkıntıları gördüğümde bundan sonra babamın yanında olacağım dedim ve babama olabildiğince destek olmanın yollarını aradım. Sanayi ile birebir tanışmam babama yardım ederek başladı.

Y.B- Meyve sıkacağı yapma serüveni ilk olarak nasıl başladı?

T.Ö- Babam bir gıda üreticisi ustasının yanında ustabaşı olarak çalışıyordu. O dönemde yurtdışında modellenmiş ve sandviç üzerine tasarlanmış bir makinayı tamir ettirmek için sanayiye, babamın çalıştığı atölyeye getiriyorlar ve babam bu makinanın tamirini yapıyor, daha sonra babama ‘Bu makinadan üretebilir misiniz?’ diye soruyorlar babamda üretebileceğini söylüyor ve kaç adet istediklerini soruyor. Dört adet makine istemelerine rağmen babamın on adet makine yapması üzerine ustabaşı ve firmanın patronu babamı takdir ediyor. Babama ‘Sen çok girişimci birisin. Bu makinayı yap, yürüt.’ diyorlar ve babamın kendi dükkanını açma serüveni bu şekilde başlıyor. Babamın ilk ürettiği, üzerine marka koyduğu makine hala bünyemizde mevcut. Üretimimizi daha iyi noktalara taşımaya başladığımızda tarihimizi daha çok irdeleyip araştırmaya başladık. Üretim tarihimizi tespit etmek amacıyla çalışmalar yürüttük. Benim için paha biçilemez ve altın değerindeki ilk makinelerimizi iki komşumuzdan bulduk ve şu anda iş yerimizde bu ürünler için oluşturduğumuz özel alanda teşhir ediyoruz, aynı zamanda fuarlarda da özel bir camekan içinde 1958 yapımı portakal sıkacaklarımızı sergiliyoruz, bu, müşteriler tarafından çok büyük bir ilgi çekiyor. 62 yıllık bir deneyimin ve tecrübenin insanlara bu şekilde anlatılması yaptığımız işi daha da özel kılıyor.

Y.B- Cancan markasının şirketleşme hikayesi nasıl gerçekleşti?

T.Ö- Babamın ustası hem Türk Traktöre hem de ağır sanayiye hizmet veren bir firma sahibiydi ve Koç Grubu’yla çalışıyorlardı. Koç ailesi 1964 yılında holding merkezini Ankara’dan İstanbul’a götürene kadar Koç’un esas üretim üssü Ankara’ydı. 1964 yılına kadar Vehbi Koç Ankara’da Ulus’ta Koç’un doğduğu Koç Han’ı içinde bir mağaza işletmeciliği yapıyordu ve o dönemde satıcı bir firma görevindeydi. Babam meyve preslerinin satışı için çeşitli yollar arıyor ve aynı zamanda da Koç Grubu’nun da yurtdışından getirip ithal ettiği pişirici kuzinelerin de saclarını yapıyor, bir montaj hizmeti veriyordu. Meyve sıkacaklarını Koç mağazasında satmak için bir girişimde bulunuyor. Bizim şirketleşme hikayemiz, Vehbi Koç’un babama yaptığı marka tavsiyesi üzerine başladı ve o güne kadar ürünümüzün üzerinde bir etiket yoktu. Vehbi Koç, Babama ‘Salih güzel bir ürün yapmışsın. Bu ürüne bir marka adı koy.’ diyor. Babam akşam eve geldiğinde arkadaşlarıyla birlikte bir marka ismi düşünüyorlar ve sonra iki can arkadaşı simgeleyen Cancan ismine karar veriyorlar ve Cancan etiketini ürünün üzerine koyuyorlar. Markalaşma sürecimiz 1958 yılında gerçekleşiyor bu yıldan itibaren de markalı etiketlerle birlikte ürünümüzü satmaya başlıyoruz. O dönemde ihtiyaç, arz, talep bugün olduğu kadar fazla değil. Mağazalar yok ve ticaretin büyük çoğunluğu İstanbul’da dönüyor. Ben markanın önemini kavradığımda babamla omuz omuza çalıştığım için on yaşından itibaren 40 yıllık bir deneyimim var. Gençlik yıllarımda o etiketleri yok olmayan, boyası bozulmayan etiketler üretilerek meyve sıkacakların üzerine yapıştırıyorduk. Satış adetlerinin atmasıyla ‘Baba bu etiketleri kâğıt etiketlerle yapsak olmaz mı?’ dediğimde babam, bana ‘Oğlum, sen bu etiketleri aynı sistemle yapmaya devam et, malına güven, malının üzerindeki etiket kalıcı olsun, firma geleceğe taşınsın.’ dediğinde benim fikirlerim de babamın doğrultusunda gelişmeye başladı. Markamızın tescilini 2001 yılında aldık ve Türkiye’nin eski tescilli firmalarından bir tanesiyiz. Türkiye’de marka olmak müşterinin takdiriyle gerçekleşiyor. Siz ne kadar çabalarsanız çabalayın, reklamlar verin, pazarlama organizasyonlarınız güçlü olsun yine de sizin marka olmanıza tüketici karar veriyor. Bizim markalaşmamız, sahada bizimle ilgili duyduğumuz pozitif etkiler sonucunda oluştu.

Y.B- Kurumsallaşmaya, dernekleşmeye önem veriyorsunuz, birçok sivil toplum kuruluşuna üyesiniz, sivil toplum kuruluşları ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?

T.Ö- Babamla birlikte mücadeleye başladığımızda geçim sıkıntısı çektiğimiz dönemlerde 12 yaşında iş yerimizin bulunduğu alandan bir kentsel dönüşüm dolayısıyla yer değişikliği yapmak zorunda kaldık. Dükkanımızı yeni bir alana taşınmıştık ve bu bizi epey zorlamıştı. O dönemde babama yardım edip ürünlerimizi satmakla ilgili mücadele ederken beni çok seven bir müşterimiz vardı ve sürekli onun yanına gidip onunla fikir alışverişi yapardım. Ürünlerimizi daha çok nerelere satabiliriz diye sık sık Faik Amca’ya danışırdım. Bir gün benim için İstanbul’daki akrabalarını aradı ve iş yerlerinde meyve sıkacağı olarak ne kullandıklarını sorduğunda İstanbul’dan 4-5 tane sipariş aldık. Ürünleri nasıl teslim edeceğimizi düşündüm ve ürünleri kendim götürmek istedim. Bu fikrimi babamla paylaştığımda babam; ‘Olur, seni trene bindiririz, Haydarpaşa’da trenden indiğinde ürünleri teslim edebilirsin.’ dedi. Ürünleri Kadıköy’e, Haydarpaşa’ya ve Karaköy’e teslim edecektim. 13 yaşında ürünleri götürüp parayı tahsis edip geri gelecektim, bu benim için çok önemliydi. Babam bana özgüven aşılamak için beni İstanbul’a göndermeyi kabul etmişti ve benim hayatımda hiç unutmadığım bir süreç başladı. Sabah sularında İstanbul’a varmıştım belki yeni bir müşteri ile karşılaşırım ya da ürünü birine tanıtma fırsatı yakalarım düşüncesiyle yanımda bir adette fazladan meyve sıkacağı aldım. Meyve preslerini teslim ettiğim müşterilerden birisi de beni Taksim meydanına yönlendirdi ve orada çok fazla büfenin olduğunu meyve sıkacağı satabileceğimi söylemesi üzerine Karaköy’den Taksim’e çıktım. Orada ürünümü tanıtırken bir büfeci bana tavsiyede bulundu. ‘Nihat Sarılgan diye biri var, ona git. O ürününü satman için seni birçok kişiyle tanıştırır.’ dedi. Nihat Bey’in yanına gittim ve ürünlerimi satmak istediğimi söyledim. Nihat Bey ürünü inceledi, beğendi ve bana ‘Bak delikanlı bu hafta biz büfecilerin bir kongresi var istersen hafta sonu için burada kal, pazar günü İstanbul Büfeciler Odası’nın kongresinde seçim yapacağız. Ben de yönetimdeyim, sen de benimle gel ve ürünlerini orada tanıt.’ dedi. Ben de bu lafın üzerine hafta sonu orada kalmayı kongreye gidip ürünlerimi tanıtmaya karar verdim. Kongreye gittiğimizde derneğin ve odaların üyelerinin geldiğini bir hazirun listesinin olduğunu gördüm. Masanın üzerine örtü serdim ve yanımda bir adet fazladan getirdiğim meyve sıkacağını masanın üzerine koydum ve yanımda bir tane de ajandam vardı ve beklemeye başladım. Nihat Bey her gelene ‘Bak! Bu meyve presini Ankara’da üretiyorlar. Ben aldım, çok sağlam bir ürün, sen de al.’ demeye başladı. Meyve presini her gelene tanıtıp sipariş almama yardımcı oldu. O gün orada 400 tane meyve presi siparişi aldım. Sivil toplum örgütleri ile tam da o gün tanıştım ve İstanbul Büfeciler Odasını hiçbir zaman bırakmadım. Ankara’da Genç İş Adamları Derneği benim için çok önemliydi. Sakarya’ya geldikten sonra 2001 yılı itibariyle Sakarya’da sivil toplum kuruluşlarında görevler yapmaya başladım. Sakarya’da kurulan Sakarya Makine İmalatçıları birliği ve kurucu yönetim kurulu üyesi olarak 6-7 yıl kadar görev yaptım. Sektörümüzle alakalı İstanbul’da Endüstriyel Mutfak Çamaşırhane ve Gastronomi Ekipmanları Üreticileri Derneği Yönetim Kurulu görevi yaptım. Zücaciye Üreticileri Derneği’nde görevlerde bulundum. Sonrasında bu iki derneğin birlikte kurduğu bir federasyonda, kurucu federasyon yönetim kurulu üyeliği yaptım. Sakarya Sanayi ve Ticaret Odası’nda bu dönem meclis üyesi olarak görev yapıyorum. Halen Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde İstanbul Demir Demir Dışı İhracatçıları Birliği Genel Kurul Delegesi görevini yürütüyorum.

Y.B- Tunç Özüuğurlu fabrika içerisinde, dökümhanede ya da bir makine başında çalışır mı? İş disiplininiz ve çalışma ahlakınız nasıldır?

T.Ö- Makine başına geçmek benim için bir içgüdü eğer makine başına geçmezsem mutlu olmuyorum. Ofis, beni çok mutlu etmiyor, daha çok sahada olmayı seviyorum. Tüm yaşamım sahada geçti. Üretimin içerisinde en alt noktadan en üst noktaya kadar bizzat her işi yaparak yetiştim. Meyve presi için dökümhaneye giderek ürünleri oradan toplar, ihtiyaçları satın alırdım, sonra malzemeleri getirir, işçilik yapar, temizler, deler, zımparalardım. Ürünü son haline getirene kadar her aşamasını emek verip çalıştım. Tasarlama ile ilgili mücadeleler verdim. Yeni ürünler tasarlayıp üretimin her safhasında var olmak adına bizzat çalıştım. Yeni ürünler tasarlayıp üretimin her safhasında var olmak adına bizzat çalıştım. ARGE departmanımızın planladığı yeni ürün gruplarımız var, bu aslında bizim ihtisas konumuzun bir parçası değildi ancak yeni bir alanda da faaliyet göstermek istedik bu kararı aldığımızda meyvenin suyunu sıkılması kısmında çalışıyorduk. Dünyayı gezdiğimizde birçok ülkeyle tanıştığımızda onların kültüründe meyvenin kesilerek doğrandığı meyve salatası dediğimiz kültürel öğelerle karşılaştık. Bunların kesilmesi ve doğraması ile ilgili ekipmanlar dikkatimizi çekti. Ürün skalamız gelişmeye başladı. Bu ürünleri yapmaya karar verdiğimizde yan sanayinin bizim ihtiyaçlarımızı karşılayabilir kalitede olmadığını gördüğümüzde bu konuya kendimizi kanalize ettik. Kendi bıçaklarımızı üretmeye karar verdik. Yaklaşık 7 ay önce aldığımız bir makineyi modernize ederek yeni bir bıçak bileme makinesine dönüştürme projesinin başında bizzat kendim çalıştım. Bizim firmamız tamamen entegre üretim tesisi mantığıyla çalışıyor. Hammaddeden başlayan ve mamul dediğimiz son ürün haline dönüştüre ne kadar tamamında biz üretim yapıyoruz. Meyve suyu sıkma makinelerinde ve bunun yanında hijyen ekipmanları üretiyoruz. Meyveyi dilimlemek ve doğramak adına ihtiyaç duyulan doğrayıcı ekipmanların üretimini de gerçekleştiriyoruz.

Y.B- Dünyaya açılmanız ve ihracata başlamanız kimlerin ışığında, nasıl gerçekleşti?

T.Ö- Ürünlerimizin gerçek bir marka olduğunu anladığımızda sahadaki son tüketicinin artık bizim ürünlerimizi almak için mağazalara gittiğini gördüğümüzde tüketici taleplerini gördüğümüzde o gün yıllar önce kendime koyduğum hedefi gerçekleştirdiğimi düşündüm ve artık kendime yeni hedefler koymam gerektiğini anladım. Yurtdışına ürünlerimi satabilir miyim? diye düşünmeye başladım, daha önce bizim ürünlerimizi alarak yurtdışına gönderen insanlar olmuştu. Ürünlerimizden memnun kalan müşterilerimiz bireysel olarak bunları yurtdışındaki akrabalarına arkadaşlarına ya da tanıdıklarına tavsiye ediyor ve onlara gönderiyordu. O dönemde etrafındaki büyük ihracatçı firmaların ihracat oranlarını konuştuğumda ve %50 ihracatı olan firmaların altın firma olarak adlandırıldığını duyuyordum. Yurtdışına yapılan ihracatlar tamamen peşin olarak ya da vadeli, akreditif yöntemlerle yapılıyor. Bu da benim çok ilgimi çekiyordu ve bu anlamda neler yapabileceğimi ve bir sloganla devam etmem gerektiğini düşündüm. Ürünlerim, insanların hayatlarını kolaylaştıran ürünler olduğu için buradan yola çıkarak işlerinizi kolaylaştıran mutfak ekipmanları sloganıyla dünyada da bir şeyler yapabileceğime karar verdim. İhracat kelimesinin geçtiği her şey artık benim ilgimi çekmeye başlamıştı onun içinde İstanbul’da büyük ihracatçıların olduğu derneği yönetim kurulu olmak için elimden gelen tüm çabayı sarf ettim. İhracata başlamadan önce kim nasıl ihracat yapıyor diye ihracat yapan kişileri gözlemleyerek kendimi eğitmek istedim. Her şeyi gözlemledim hangi ülkelere nasıl ticaret yaptıklarını inceledim. O günlerde Endüstriyel Mutfak Ekipmanları Üreticileri Derneği uluslararası olan bir fuar sergiliyordu. O fuara katılarak ticaret hayatımı satışa odaklı bir firma haline dönüştürdüm. Bütün mal sattığım firmaların da standı olduğu fuarda artık biz de bu dünya pazarında varız, dedik. O gün uluslararası bağlantılarımızda gerçekleşti müşteriler ürünlerimizle ilgilendiler.

Y.B- Fuarlara katılmak sizin için önemli mi? Fuarlarda ürünlerinizi sergileme performansını ne şekilde artırdınız?

T.Ö- Ürünlerimizi üretirken de katıldığımız fuarlarda ürünlerimizi sergilerken de her zaman gelişime gösteriyoruz ve performansımızı artırıyoruz. Her şeyin başında kesinlikle kendine güvenmek geliyor. Ürettiğimiz malın iyi olmasına hassasiyet göstermemiz gerekli, kaliteli ürün üretmeliyiz ve kaliteli ürün satmak için de satış organizasyonlarının tamamında bulunmamız, yüksek performans elde edecek atılımlar göstermeliyiz. Bunları yaparken de fuarlar bize çok yardımcı oluyor. Siparişleri alıp malımızın bir milli duyguyla yurtdışında yer alması şirketin maddi anlamda kazanım elde etmesi ve aynı zamanda manevi anlamda da değerler kazanması bizi işimizde daha da motive etti. Yaklaşık 11 ila 12 çeşit ürün üretiyoruz. Bunları uluslararası fuarlarda fuar grubu ile takip ediyoruz. Üç tip fuar var. Meyve suyu için meyve ve içecek teknolojileri fuarları, otel ekipmanları ve endüstriyel ekipman üreticileri fuarlara gibi bir skala ile takip ediyoruz, çok ciddi tarihleri takip ettiğimiz, kendimizce belirlediğimiz bir skala oluşturduk. Katılabildiğimiz kadar çok fuarlara katılmaya çalışıyoruz. Bütçe bulup katılamadığımız fuarlara da o alandaki bize daha önceki fuarlarda gelmiş bayi olma ihtimali olan firmalarla birlikte katılıyoruz. Bunu en iyi şekilde gerçekleştirdiğimiz fuarlarda Rusya fuarlarıdır. Çok iyi bir partnerimiz var birlikte iş yapma ve birlikte kazanmak kültürü olduğunda partneriniz sizin ürününüz de daha çok sahip çıkıyor ve kazan kazan hususu ile iki tarafta ürüne karşı motive oluyor.

Y.B- İlk ürününüzü yurtdışına hangi tarihte ihraç ettiniz?

T.Ö- 2001 yılında üretimimizi Ankara’dan Sakarya’ya taşıdık. 2001 yılı itibari ile ihracatla ilgili ufak ufak sinyaller ve talepler gelmeye başladı. İlk ihracatla tanışmamız 2008 yılında İstanbul’da yapılan ve ilk kez katıldığımız uluslararası fuarda başladı ve ilk müşterimiz Suudi Arabistan kökenli bir firmaydı. Ciddi bir sipariş almıştık, sonrasında ihracatın ilk zorluklarını yaşamaya başladık. O süreye kadar ihracat nasıl yapılır bilmiyorduk. İhracatın zor prosedürlerini yavaş yavaş öğrenmeye başladık. 2008-2009 yılında ilk ihracat personelimizi aldık ve bu şekilde ihracata adım atmış olduk. Yaklaşık 10 yıllık bir ihracat serüvenimiz var. 4-5 sene ihracatta bocaladık bunun sebebini araştırıp bizden daha ilerdeki firmalarla istişareler yapmaya başladık. Onların tavsiyeleri doğrultusunda kataloglarımızın yabancı dile çevrilmesi, çekilen ürün fotoğraflarımızın daha kaliteli hale gelmesi, fotoğraflarla birlikte broşürlerimizin kalitesinin artırılması, çok dilli broşürlerin üretilmesi aşamalarından geçtik. İnternet sitemiz, broşürlerimiz, profesyonel anlayışımız ürünlerle ilgili kalite belgelerimiz uluslararası ülkelerde gösterildiğinde iyi sonuçlar almaya başladık.

Y.B- Girişimci olmak isteyen genç arkadaşlarımıza neler tavsiye edersiniz?

T.Ö- Gençler mücadele etmeliler, mücadele etmeden başarı elde edilmez. Bir yerlerde kendilerini göstermeli, yapabileceklerini insanlara ispat etmeleri gerekli, bunu yaparken de bu süreci zorlu bir antrenman gibi benimsemeleri gerektiğini pes etmemelerini kısa vadede elde edemediklerini uzun vadede, aslında daha güzel dönüklerle alabileceklerini unutmamalılar. Gençler uzun vadede savaşmayı kendilerine prensip edinmelidirler. Ben mutlu bir üreticiyim babamın işini devam ettiriyorum, yaptığım işten gurur duyuyorum. 1958 yılı ve tarihsellik benim için çok önemli bu yurtdışındaki müşterilerimin de çok dikkatini çekiyor. Gençler babaları hangi işi yapıyorsa yapsın mutlaka geçmişlerini iyi bilmeliler ve geçmişlerine sahip çıkmalılardır. Kendime her zaman ulaşılabilir hedefler koyarım. Çevremde biri bana gelip bunu üretelim, bunu yapalım, bu ürün bize çok para kazandırır, dediğinde aslında bu tamamen o kişinin hayali oluyor. Ben de bu fikri söyleyen kişinin hayaline ortak olmuş oluyorum, hiçbir zaman kimsenin hayallerini kendi hedeflerim haline dönüştürmedim. Her zaman kendi hedeflerimi kendim belirleyip bu hedefler ışığında ilerledim, bunu yaparken de her zaman ulaşılabilir hedefler üzerinde durmaya dikkat ettim. İlk hedefim Türkiye’de bir marka olmaktı bu hedefimi gerçekleştirdim daha sonra ikinci hedefim, dünyada da sektörel bir marka olma doğrultusunda ilerledim. Yaklaşık 95 ülkeye ürün sattık ancak düzenli olarak 55 ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz Sakarya’da 480 ihracatçı içinde 63. sıradayız en çok ülkeye ihracat yapan firmalar içinde de 2019 yılında iyi bir sonuç elde ettik.

Y.B- İşiniz itibariyle birçok ödüle layık görüldünüz, bu ödüller size işinizde motive olmak adına ne gibi faydalar sağlıyor.

T.Ö- Benim için bir insanın layık görülebileceği en kıymetli ödül boynuzun kulağı geçtiği ödülüdür. Bir baba, evladına ‘Evet, sen artık oldun.’ düşüncesini hissettirdiğinde evlat dünyada ki en büyük ödülü almış olur. Ben bu ödülü, babamdan hayatımdaki en gerçek ve en değerli ödül olarak aldım. Sonrasında Sakarya Sanayi ve ticaret Odası’nın 2010 yılında ARGE inovasyon konusunda gelişim gösteren şirketler içinde bizi uygun görmesi ile ARGE ve inovasyon dalında bir ödüle layık olduk. Hemen aynı yılın sonunda hizmet verdiğimiz firmalardan bir tanesi de tedarikçiler konusunda en iyi tedarikçilerinden ARGE ve inovasyonda yine bize bir ödül verdi. Bu iki ödül bizim için itici bir güç oldu ve işlerimizde daha da motive olduk bu anlamda ödülleri çok önemsiyorum. Bu tarihten itibaren şirketimiz daha çok ARGE ve inovasyon odaklı çalışmaya başladı. İhracatçı birliklerinin on yıldır Türkiye çapında düzenlediği tasarım ödülleri yarışmasında nar suyunun sıkılmasıyla ilgili bir ürün ürettik. O ürünün dış görüntüsünü ve dizaynı için yarışmaya katılıp Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin dizayn haftasında tasarım yarışmasında birincilik ödülü aldık. Yine o dönemde Sakarya Sanayi ve Ticaret Odamız Sakarya’nın Yıldızları başlığıyla bir ödül Töreni planlamıştı ve bizim Sakarya’yı Türkiye çapında en güzel şekilde temsil etmemiz dolayısıyla Sakarya’nın Yıldızları’nda tekrar ödül aldık.

Y.B- Tunç Bey, çok teşekkür ediyoruz, kolaylıklar diliyoruz.

T.Ö- Ben teşekkür ediyorum.

Editör: Haber Merkezi