İş İnsanı İbrahim Arabul: DOKUNULABİLİR BİR MARKAYLA HEDEFİM TÜRKİYENİN İLK BEŞ YÜZÜNDE OLMAK

Yahya Bakır’a konuşan İş İnsanı İbrahim Arabul “Türkiye’nin ilk beş yüzüne girmekle ilgili bir hedefim var. Ben ne kadar ileri gidebilirsem ve ne kadar çok başarılı elde edebilirsem şehir de benimle birlikte gelecek ve başarılı olacak. Yaparım ya da yapamam ancak yapabilme gayreti ve mücadelesi içerisindeyim.” dedi.

Yahya Bakır: Çocukluk ve gençlik yıllarınız nasıldı?

İbrahim Arabul: 1984 yılında Sakarya’da dünyaya geldim. İlyaslar köyünde beş yüzyıla dayanan bir aile yaşantımız vardı. Çocukluğum Maltepe’de geçti. Babam oto elektrikçiliği üzerinde inanılmaz deneyimleri olan ve bu sahada hayatını sürdüren bir iş insanıydı. 1990’lı yıllarda teyplerin kafasını söküp eve götürülen bir dönem vardı, o döneme tekabül ediyor, babam, sanayide işlerinin zirvede olduğu bu dönemde sanayiyi bıraktı. Maltepe’den SSK hastanesi muhitine taşınmamızla birlikte Necdet Islar İlkokuluna başladım. Okul hayatım kısa sürdü diyebilirim çünkü öyle bir çıkış dönemi içerisindeydik ki maalesef okul odaklı biri olamadım, daha çok iş atmosferi içerisinde aldım.

Y.B- Arabul’un bu şehirde yakaladığı ivme nasıl başladı?

İ.A- Öncelikle babamın kendisine verdiği enteresan bir söz vardı. Kendisine, “Ticari hayatıma sanayide başladım ancak işlerimin en iyi olduğu dönemde sanayi bırakacağım çünkü ben sanayi bırakmazsam bir gün sanayi beni bırakacak.” demiş. Bunu söylemesindeki sebep de teknolojinin hızla ilerlemesi ve bir gün her şeyin teknoloji ile yapılacak olması ve ileride arabaların sanayide bir işi kalmayacağı düşüncesiymiş. SSK hastanesi muhitine taşındığımızda babam ilk olarak Dilek Oto Galeri adında bir galeri açmış. Kısa zamanda galericiliğin, kimyasına uyumadığını düşünüp hızlı bir şekilde arabaları satarak önceden sanayide yapmış olduğu işi, daha modern ve teknoloji entegre bir hale dönüştürmüş. Sekiz yaşındaydım, okula gidiyordum. Dükkanımız evimizin altındaydı ve evin altında inanılmaz bir yoğunluk oluyordu. Ben de elime süpürgeyi alıp babama yardımcı olmaya gayret ediyordum.

Y.B- Arabul’un kuruluş serüvenini anlatır mısınız?

İ.A- 1991 yılında yurtdışından gelmiş ve BMW aracı olan biri arabamda sorun var, diyerek bizim servisimize geldi. O sırada da arabanın orta konsolunda bir araç telefon vardı. Babam, adama “Bu nedir?” diye sordu. Adam da “Kardeşim bu Avrupa’da çıktı. Türkiye’de ve dünyada ileride revaçta olacak işlerden birisi. Tecrüben yeter mi, yetmez mi, bilmiyorum ancak sen buna bir bak.” dedi. Tabi o zamanki şartlar bu kadar iyi değil, iletişim sektörü bu kadar ivme yakalamamış. Bu sistemi Türkiye’ye ilk getiren de Profilo’ydu. Babamda bayilik almak için Profilo alışveriş merkezindeki danışmaya gitti. Orada danışmadaki kadın, “Bu deneyimle, bu bakış açısıyla maalesef size bayilik veremeyiz.” Dedi. Haklıydı da bugünün iletişimi, bugünün gerçeklikleri ve bugünkü özgüvenimiz maalesef henüz yoktu. Çok önemlidir ki; babam, 15 gün sonra tekrar, belki burada başka biri karşılar, nasibimi ararım, düşüncesiyle tekrar gidiyor. Bu benim için çok önemli bir olaydır. Nezih Abi babamı içeri alıyor sen bana teminat mektuplarını getir, süreci takip et, sana bayilik vereceğim, diyor. Sonrasında yirmiye yakın telefon aldık. O zamanlar Turkcell, Telsim, Türk Telekom gibi kurumlar yoktu, Türk Telekom’un bir kurumu vardı ve 0550 ya da 0552’li numaraları alarak bu işe başladık. Donatım da Türk Telekom’un yeri vardı, aktivasyonları orada gerçekleştiriyorduk. Anayasal bir düzenleme yapıldı ve operatörlere yetki verdiler. Böylece araç telefonuyla başlayıp çağrı cihazıyla devam eden bir dönem başlamıştı.

Y.B- Çocukluk yıllarınızda dükkânda vakit geçiriyor muydunuz? Babanız size iş öğretiyor muydu?

İ.A- İlkokul mezunuyum, bunu söylemekten de hiç çekinmiyorum. Hayat insanları ikiye ayırıyor ya alaylı oluyorsunuz ya da mektepli, biraz şanslıysanız da hayat, sizi bu ikisini bir araya toplama fırsatı sunuyor. Sekiz yaşından on dört yaşına kadar çıkış yakaladığımız ilk şubemizde, babamla birlikte çalıştım. Çocukluğum telefon kokularını teneffüs ederek geçti, telefonla büyüdük, telefonu hissettik diyebilirim. On dört yaşında annem ve babam muvafakatname vererek beni Küba’ya toplantıya gönderdi. Küçük yaşımda uçağa atladım ve gittim. Bu olay özgüvenimin oluşmasına katkı sağladı. Aslında hayatta özgüveni yakalamama yardımcı olan bir stratejik bir anım daha var. Babam, Gürsoylar İş Merkezinde bir dükkân tutmuştu ve on dört yaşında beni oranın başına koydu. Yaşım çok küçüktü ve neyine nasıl yapacağız kaygısı çekiyorduk. Rahmetli Mustafa kardeşimiz de benimle birlikteydi. Dört kişi birlikte mağazayı açtık, açtığımızın ikinci günü de dolandırıldık. Doktor kılığında birileri gelip bizi dolandırmıştı. Bulvardan eski valilik binasına doğru yürürken bunu babama nasıl anlatacağımı düşündüm. Deneyimimiz yoktu ve ikinci günden dolandırılmıştık. Babamı aradım. Babam, “Kendini hiç üzme. Sen bundan bir ders alabildiysen ne âlâ eğer ders alamadıysan oturur, konuşuruz. Sen motivasyonunu bozma. Ticaretin içerisinde bunlar olabilir.” dedi. Sonra düşünmeye başladım, “Neden babam bana böyle dedi, kızmadı?” On gün bunu düşündüm ve babamın yaptığı bu hareketin, kişiliğimi kazanmam konusunda çok ciddi bir fayda sağladığını öngördüm.

Y.B- Operatör hattına geçtiğiniz dönemde Turkcell’i seçme sebebiniz neydi?

İ.A- 1993 yılında GSM sektörünün, operatör hattına geçtiği dönemde bizim bir karar vermemiz gerekiyordu. Ya Turkcell’i ya da Telsim’i seçecektik. Biz de Turkcell’i seçtik. Babamın sanayide çalışırken edindiği tecrübeler ve insan ilişkileri sayesinde aldığı tavsiyeler doğrultusunda Turkcell’i seçmeye karar verdik. Geriye dönüp baktığımızda Telsim’in, Turkcell’den önde olduğu bir dönem vardı ancak Turkcell’in de inanılmaz bir vizyonu ve bakış açısı vardı. Bu da Turkcell’in seçmemize sebep oldu. Telsim’e gönül veren firmalar günün sonunda çok üzüldü. Biz de Turkcell’in seçmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimizi görmüş olduk.

Y.B- Ticari anlamda ne zaman kendi ayaklarınız üzerinde durmaya başladınız?

İ.A- Askerden geldikten sonra ailem bana, “Biz artık seninle aynı çatı altında çalışmayacağız.” dedi. “Neden baba?” diye sorduğumda da “Seni doğru şekilde yetiştirdiğime inanıyorum. Bundan sonrasında ben senin kararlarına etkilerim. Sen benim kararlarımı etkilersin. Birbirimizin algısına, fikrine zarar vermeyelim.” dedi. O zamandan itibaren de yoluma devam ediyorum.

Y.B- İletişim sektöründeki bu hızlı gelişmeler sayesinde gelecekte sektörde ne gibi değişiklikler olacağını düşünüyorsunuz?

İ.A- İletişim sektöründe Türkiye’nin 81 ilinde Arabul olarak adlandırılan firmaların tamamını tanıyorum. Bu firmalar bulundukları şehrin önemli tüccarları haline geldiler ve bu seviyeye bizleri Turkcell getirdi, Turkcell’in içerisinde ciddi kazanımlar ve deneyimler elde ettik. İletişim sektörü birçok evreden geçti ve şu anda sektör yeniden tanımlanıyor. Halihazırda internet dönemi dediğimiz bir dönem var. 1970’li yıllarda İstanbul’daki bir arsa neyse internet de bugün için aynı değerde. İletişim ve internet sektörü, gelişime oldukça müsait. İleride internetle birlikte evimizdeki buzdolabını, açıp kapatabileceğiz, arabamıza çalıştırabileceğiniz veya evimizi dakika dakika radyatör altına kadar kontrol edebileceğimiz sistemler oluşturulacak ve biz, bu sistemlere istediğimiz gibi yön verebileceğiz. Bence telefonda ses dönemi bitecek, bugün telefonla konuşmak herkes için bir zulüm haline geldi. Gelecekte sesten ziyade görüntünün hâkim olacağına inanıyorum. Aslında ileride iletişim anlamında bizi ne beklediğini bir tüketici olarak ben de çok merak ediyorum. Günümüzde dünya teknoloji şirketlerinin kârlılığını konuşuyor ve konuşmaya da devam edecek. Türkiye’de teknolojik ürünlerle ilgili markalar oluşturulabilir ve çoğaltılabilir. Bu alanda atılacak adımlar bizleri ileriye taşıyacaktır. Bu alanlarda deneyimi olan insanları dinlemiyoruz, bir şeyler başarmış insanları, uzman kişileri dikkate almıyoruz. Bizim asıl eksiğimiz tam olarak bu konudadır. Ülke olarak uzmanlaşmış, kadrolaşmış, işlerine gönül vermiş, bedel ödemiş insanları bir araya getirip onların deneyimlerinden bir sonuç çıkaramazsak marka oluşturmamız bir değer taşımayacaktır. Sektörde çok ciddi fırsatlar görüyorum. Doğru bir marka oluşturulduğunda Orta Doğu’ya, Avrupa’ya, dünyanın her yerine ihracat yapılabilecek fırsatımız olduğuna inanıyorum.

Y.B- İş İnsanlarının arkasında güçlü bir ailesi, özellikle güçlü bir babası olması çevredekiler tarafından fırsat olarak görülebiliyor ve kişilerin başarısı tamamen ailelerine kimi zaman da babalarına atfediliyor. Siz de çevrenizden böyle bir muamele gördünüz mü?

İ.A- Piyasada İbrahim Arabul dendiğinde şöyle bir algı var; sen Saadettin Arabul’un oğlusun, finansla ilgili hiçbir problemin olamaz. Senin her şeyin dörtdörtlük olacak. Bu kesinlikle böyle değil, benim babama sadakatim çok yüksek, dünyanın en zor işini yapıyorum. Normalde bizim yaşantımızda yaşayan ailelerin evlatları birinci nesilden ikinci nesille ailesinin fonuna alır ve aile değerlerini yukarı taşır ancak benim ailemin değerlerini yukarı taşımakla ilgili bir mücadele etmedim zaten benim babamın inanılmaz bir kurulu düzeni vardı. Hayata karşı bakış açısı çok sağlam, buna binaen de ileri görüşlü biri. Şehrimizde babamı iyi tanıyan herkes de bunu bilir. 18 Haziran 2009 yılında Ada Sakarya adında Turkcell dağıtım merkezi şirketi kurdum. Ailemden o gün bir sermaye aldım, Uzun Çarşı’nın sonunda yaklaşık 600 m² bir iş yeri açarak dört kişi çalışan ve iki arabayla başladım. Bu şirketi on bir şehre, yüz sekiz çalışana, seksen iki araca ve 2017 cirosunu da muazzam bir rakama çıkardım. Sakarya normları üzerinde inanılmaz bir değere ulaştık. Türkiye’nin elli dört dağıtım merkezli organizasyonun içerisinde 15’e kadar itibarlı ve çalışkan bir şekilde ilerledim.

Y.B- Turkcell’den ayrılma süreciniz nasıl oldu?

İ.A- Turkcell, kurdukları bu geniş yapıyı daraltmakla ilgili bir karar aldı ve sayıyı düşürmek istiyordu. Bu kararın içerisinde beni de elediler. Beni 17 Ekim 2017 yılında Küçükyalı’da bir plazanın 11. katına Turkcell’e çağırdılar ve bir Türk kahvesi ikram ederek bana, “Sen artık on gün sonra bizim hayatımızda yoksun.” dediler. Ben bir şeyleri az buçuk hissedebilen biriyim, bu kararı çok öncesinden hissetmiştim. O 11. katta bana ikram edilen kahveye çok büyük bir saygı duydum ve onlara “Siz, nasıl ki 2009 yılında beni, rakiplerimden farklı kılıp bu düzeni bana verip bugün de bunu alıyorsanız benim size saygı duymam yakışır.” dedim ve yüz sekiz çalışanımı, seksen iki aracımı sağdaki yedi yüz bayime saygıda kusuru etmeden o ekosisteme devrettim. Kısacası bizi belki milyonlarca zarara uğratan yöneticilerimizle oturup çok profesyonel bir şekilde çay kahve içebiliyoruz, bu kısımlarda hiçbir problem yok ki bu da ayrı bir olgunluk ve ayrı bir profesyonellik getirir. Bu travma herkesin kolay atlatabileceği ve altından kalkabileceği bir durum değil ancak ben buna hazırdım. Benim annemin küçükken bir lafı vardı; “Bizim başımıza bir şey gelirse bileziklerimi bozar, veririm.” derdi ve bu hep benim aklımda kaldı. Para kazandıkça öz kaynaklarımı yükseltecek atılımlarda bulundum.

Y.B- Myfi’nin kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

İ.A- Myfi benim için bir B planıydı. Kendi kişiliğimle kimliğimle yola devam etmek için bir B planı yaptım. Bu B planını aslında Myfi’yi kurmak için düşünmemiştim. Bir gün ofiste otururken bir arkadaşım “Abi bir projem var, sana bunu anlatmak istiyorum.” dedi. Tabi dedim. Bana, Bilgi teknoloji Kurumu’ndan bir lisans alacağımızı bugün Turkcell’in, Vodafone’un, Türk Telekom’un yetkisi neyse aynı yetkilere sahip olacağımızı söyledi. Ona, “Biz bu yetkiyi aldığımızda interneti fırından çıkarıp müşteri ile direkt buluşturabilecek miyiz?” dedim. “Evet, biz buluşturacağız.” dedi. O zamanlar lisans almanın bir maliyeti yoktu ve zorlaştırılmış bir iş değildi. Yanımızda bir kardeşimiz daha vardı ve “Markayı sizin için buldum.” dedi. Myfi ismini söyledi.

Y.B- Myfi’nin müşteriye sağladığı fırsatlar, hizmetler neler?

İ.A- 2013 yılında Bilgi Teknoloji Kurumu’ndan lisans aldık, aldığımız bu lisan sayesinde 20 milyon hanede yani bireysel ve kurumsal tarafta olan internet kullanıcılarını rakip operatördeki internet kullanıcılarını kendi operatörümüzdeki internet kullanımına taşıma yetkisine sahip olduk. Devletin bize verdiği yetki sayesinde Türkiye’nin en önde gelen operatörünün altyapısını kullanarak müşteri de fiyat avantajı ve taahhütsüz bir şekilde müşterilere konfor yolu açarak evinde internet kullanımını ve deneyimini sağlıyoruz. Bizim elimizde başka yetkiler de var. Sabit operatörüz, sabit telefon lisansımız mevcut. My TV dediğimiz gelecekte yapmak istediğimiz bir organizasyon da var SMS ile ilgili bir lisansımız var yani siz bugün evinizde bir internet ya da sabit bir telefon almak istiyorsanız illa ilk üç operatöre bağlı kalmaksızın bizi de tercih edebilirsiniz. Myfi markasına şu şekilde inanıyorum; bir şirketin kaderinde markalaşmasının etkisi çok büyük, kullanılan isim o şirketin kaderini çizecek en büyük enstrümandır. İsim, yaptığınız işle doğru bir şekilde birleşirse yaptığınız işin değeri ve kalitesi de bu doğrultuda artacaktır. Projede eğer doğru bir isim yoksa o işe girmem. Myfi’yi kurma amacımız şuydu; Biz Myfi paketini şu anda tüm Türkiye’ye 81 ile taşımakla ilgili yetkilerimizi tamamlamış durumdayız. 25 yıllık ciddi deneyimlerimizi tamamen bu doğrultuya aktardık, istikrarlı bir şekilde ilerliyoruz. Myfi, bu şehir için bir değerdir. Bizler, iş insanları sektöründe deneyim sahibi olmuş kim varsa eğer gerekli ya da gereksiz sebeplerle tabelasını yere indiriyorsan bu tüm şehir adına verilmiş bir kayıptır.

Y.B- Etiketten markasıyla Endüstriyel Etiket Üreticiliği yapıyorsunuz ve bu sektörün 40 milyar dolara ulaşan bir bütçesi var. Neden bu alanı tercih ettiniz?

İ.A- Etiket bir er meydanıdır. Bizim Etiketten’i kurma hikayemiz tam olarak şöyle; aslında etiketten diye bir iş yok ya da böyle bir kavram bu işi oluşturabilecek bir denge yok. Ben Turkcell dağıtım merkezi işini yaparken benim reklam işlerimi yapan Önder abimiz var. Bir gün Önder Abi geldi ve elinde alüminyum etiketler vardı. Etiketlerin ne olduğunu sordum, bir fabrikaya iş yaptığını söyledi ancak “Bizim vizyonumuz yetmiyor, biz bir fabrikaya gittiğimizde emekçiyiz bunu da kadrolaştırmak, örgütlenmek lazım. Biz bunu başaramayız. Senin buna bakış açın ne olur?” dedi. Orada otururken bu etiket; buzdolabında, arabada, markette, hayatın her alanında var. Kim neyi üretiyorsa markasını dokunulabilir bir hale getirmek için ürününü etiketlemesi gerekiyor. Daha önce Myfi’nin marka ismini bulan arkadaşlar bu iş içinde Etiketten markasını buldu. Etiketle ilgili yola çıkış amacımız mevcut işimizin içerisindeki bir bireyin yakaladığı derinliği görüp bununla birlikte ileri gitme isteğimizdi. Ambalaj sektörü 40 milyar dolarlık büyük bir pazar. Türkiye'de 85 milyon insan yaşıyor yeni doğan bebek ve yaşamı devam kişiler, kişi başı etiket tüketimi 300 dolara dayanmış durumdadır. Bu işte kendimizi okyanusun ortasında bulduk. Zorlandık, hala da zorlanıyoruz, mücadele ediyoruz, birilerinin kapısına gidiyoruz. Şu anda fabrikamızda otuz yedi çalışanımız var, önü çok açık bir iş ancak ciddi bir kadrolaşmaya ve finans yönetimini oturtmakla ilgili çalışmalar gerektiriyor. Türk milleti ortaklığa yatkın değil, insanlar daima benim olsun, sadece bana ait olsun istiyor. Biz olmayı başarıp dokunulabilir bir marka ile doğru reformlar çizebilirsek ileri gidebiliriz. Şirketin şu anda büyük hissedarıyım ancak bir ortağın daha var. İleride bu şirkette %10-%20 hisseye dahi düşmeye hazırım çünkü bunun evlattan bir farkı yok. Belirli dengeler üzerine kurduk ancak 40 milyar dolarlık bir pazardayız ya ağır viteste stabil bir şekilde ilerleriz ya da doğru ortaklıklarla yılları öne çekerek finans ayağımızı güçlendirerek götüreceğiz. Her türlü fikre açığım. İstanbul’da da görüştüğüm belli kurumlar ve makamlar var. Bu şirketi özellikle Sakarya’da ciddi kadrolaşmalarla büyütmek istiyorum.

Y.B- Şehrimiz için neyi ön görüyorsunuz, şehrin büyüklerinden ne istiyorsunuz?

İ.A- Düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Hayatta herkesin başına her şeyler gelebilir. Bundan sonrası için çok kalın çizgilerim olmayacak, bir söz verdiğimde elbette sözümü tutarım. Bir insan ahdinden dönmemeli ancak bazen yaşadığınız hayat ve ortam sizi değerlerimizden uzaklaştırabilir. 2017 yılında her şeyin çok düzgün giderken on gün içerisinde beni kapattılar, aslında benim en inandığım ve güvendiğim ortamda bu gerçeği yaşadım. Bu tam olarak insan oğlunun acizliğini gösteren bir örnektir. Kimse bana bir şey olmaz dememeli. Firmalardan alacaklarımız olabilir, keza benimde var ancak ben bu insanlara üstünlük sağlamamaya çalışıyorum, her şey çözülür. Sektördeki herkes birbirine yardımcı olmalı, birbirimizi eleştirmek dünyanın en basit ve en kolay işi çevremizdeki insanlarda hoş bir seda bırakmamız lazım. Bu şehirde belirli makamlara iş için gidiyorum. O kişilerin, bu işi yaptırdığını biliyorum ancak işi bana yaptırmıyorlar bunun sebebi benim zirveye tırmanıyor olmam, ben o zirveyi aştıktan sonra bu kişilerin bana gelmeleri ve iş yaptırmaları çok kolay ancak o zirveye çıkarken kimse yardımcı olmuyor. Bunun haricinde olgunluk sağlayıp yardımcı olan bir kesim de var. Sakarya güzel bir ilk çocukluğumdan beri burada yetiştim bu şehrin her değerini benimsiyorum ve seviyorum. İstanbul’un bu kadar yakınındayken gelişme konusunda çabalayan ve geride kalan bir il olmamız çok üzücü ve bu durumun sebeplerinin araştırılması gerekiyor. Sakarya’daki bireylerin ve işletmelerin kendilerini geliştirmeleri gerek. Ara ara şehri geziyorum ve şehirde markalaşan ama adına ciddi sorunlar var. İnsanlar sürekli birbirlerinin yaptığı işleri taklit etmeye çalışıyor.

Y.B- Sivil Toplum Kuruluşlarını önemsiyor musunuz?

İ.A- Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası ve MOBİSAD’ın da Yönetim Kurulu üyeliklerinde yer aldım. Ticaret ve Sanayi Odası Başkanımız Akgün Altuğ’un, beni oraya seçmesinin sebebi ailemin bu şehirdeki duruşu olduğuna kanaat ediyorum. İbrahim Arabul’dan ziyade Arabul tabelasının bir değer olduğunu, İbrahim’in de bunu orada yansıtacak kişi olduğunu düşünüyorum. Akgün Başkan’a çok derin saygı duyuyorum ve bir sadakat penceresi içerisinden bakıyorum. Ticaret ve Sanayi Odası’nın bir parçası olurum veya olmam ancak o kuruma her zaman saygı duyacağım çünkü Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası bu şehirdeki tüm irili ufaklı derneklerin yol göstericisidir.

Y.B- Bir gününüz nasıl geçiyor? Kitap okumaya, film izlemeye ayıracak vaktiniz var mı?

İ.A- Her sabah 06.00’da kalkıyorum, erken kalkmanın bereket getirdiğine inananlardanım ve gece geç saate kadar da çalışıyorum. Şu anda kurmaya ve götürmeye çalıştığım yapının çok dinamik olması lazım. Günü günle bağlamam gereken bir organizasyonun içerisindeyim. Günün bir maliyeti var, işimiz kolay değil. Kitap okuyorum, kitap okumakla ilgili kendimi geliştiriyorum. Bir insanın hayatı kırk yaşından sonra değişiyor, dünyanın önde gelen liderlerine bakıldığında ve peygamber efendimizin de hayatına baktığımızda onunda hayatı kırk yaşından sonra ciddi anlamda şekillenmiş. Kırk yaşının insan hayatında önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Kişi 40 yaşına gelene kadar belli başlı dengeleri oturttuysa bundan sonraki hayatı da bu doğrultuda devam edecektir. 37 yaşındayım, Etiketten adında bir firma kurdum. Bu firma bana atadan, dededen kalmadı. Bu firmayı oluşturup olgunlaştırmak ve bir yerlere getirmek için mücadele ediyorum. Bence bu bile kendi başına çok kıymetli, bu şehrin bir evladıyım, bu şehirde nefes alan biriyim. Şehir olarak markalar oluşturmalı, yenilik peşinde koşmalıyız, üretmeyen toplumlar kendilerini tüketmeye mahkumlar. Türkiye’nin ilk beş yüzüne girmekle ilgili bir hedefim var. Ben ne kadar ileri gidebilirsem ve ne kadar çok başarılı elde edebilirsem şehir de benimle birlikte gelecek ve başarılı olacak. Yaparım ya da yapamam ancak yapabilme gayreti ve mücadelesi içerisindeyim.

Y.B- Teşekkür ederiz.

İ.A- Ben teşekkür ederim.

Editör: Haber Merkezi