Babacan adamdı.

Hayırsever adamdı.

Zarif adamdı.

Adapazarı’mızın yetiştirdiği az sayıdaki babacan hayırsever zarif adamdı. Bu üç güzel vasfın bir kişide olması çok rastlanır bir durum değil çünkü.

Eski dosttuk kendisiyle. Eski’mez dosttuk.

Ne zaman hangi vesileyle tanıştığımızı hatırlamıyorum. Ama şöyle böyle otuz yıllık bir geçmişi var dostluğumuzun.

Otuz yaş vardı aramızda. O 1929 doğumluydu ben 1959. Ama konuşurken sanki aynı yaştaymışız edasıyla konuşur rahatlatırdı karşısındakini. Son yıllarında kandil vesileyle ‘ben büyüğüm onlar arasınlar’ demez, o arar tebrik ederdi. Mahcup ederdi bizleri. Zarif adamdı, hoşgörülü adamdı, babacan adamdı zira.

‘Üsküplüler’ denen, Makedonya’nın başkenti Üsküp’ten geçen yüzyılın ilk çeyreğine Adapazarı’na göçen bir ailenin çocuğuydu. Muhacirdi vesselâm. Muhacir karakterinin bütün özellikleri vardı üzerinde: Sağlamcı, ihtiyatlı, güvenilir. Vatanperver, hayırsever, vefalı. Her dostu şahittir buna.

“Ben de artık senin gibi Manav’ım Fahri Bey” derdi zaman zaman. Mâlum Adapazarı’nın (Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Balıkesir, Çanakkale, Yalova, Kocaeli ve Sakarya’nın) yerli ve yerleşik Türkmenlerine Manav denir asırlardır. Manavlığın iki temel unsuru vardır, biri Türkmen kökenli olmak, ikincisi o şehirde doğmuş büyümüş olmak: İki özelliği de üzerinde taşıyordu merhum Kenan Ağabey.

Ama bana böyle takılmasının bir nedeni daha vardı: Manav damadıydı o! Eş durumundan da Manav’dı yani. Kandıranın köklü ve asil ailelerinden Yelkencioğullarının zarif kızı Elmas Abla’mız ile evliydi yarım asırdan fazla bir süredir. (‘Elmas Otel’ adının, nasıl bir vefa ve jest içerdiğinin altını çizmek isterim.) Ben de bazen ona ‘Kenan Enişte’ diye hitap ederdim, ikimizin de hoşuna giderdi bu hitap. Dartılı keşkek, kulak, kabak kıvırması sevmesi ‘eş durumundan’dı biraz da merhumun.

Adapazarı’nın meşhur atasözünü biliyordu: ‘Muhacire evlat Manav’a damat olacaksın!’ O ikisini de üzerinde taşıyordu. Keyifli zamanlarında (olmayan) bıyıklarının altından güler neşelendirirdi bizleri.

Adapazarı Ortaokulu’ndan mezundu. En yakın arkadaşı ise merhum Prof. Dr. Fikri Alican’dı. Ülkemizin meşhur cerrahlarından. Bazen bizi de alır Fikri Ağabey’in İkizce’deki evine (konağına mı desek) götürürdü. Aralarındaki muhteşem muhabbete, saygıya sevgiye, anılara takılmalara şahit etmek için belki de. ‘Koca Meşe’nin Gölgesi’nin kitabının yazarı olan Fikri Alican ve hiperaktif eşi Ihlamır Hanımla zaman nasıl geçerdi anlamazdık.

Sakallıoğlu-Alican dostluğundan geriye kalan bir de güzel anekdot. Merhum Prof. Dr. Fikri Alican kitabında şöyle anlatıyor arkadaşını ve olayı: “Kenan Sakallıoğlu da ortaokul arkadaşım. Kafasını çalıştırdı, kendisi de çalışkan olunca; başarılı bir iş adamı olarak karşımızda duruyor. Kenan’la bir anımız: Ortaokulun son sınıfındayız. Ben de Kenan da Matematikte çok iyi gitmiyoruz. Babalarımız bize özel öğretmen tuttu; ama, herhalde maliyeti azaltmak için, öğretmen bizim eve gelecek, Kenan da ondan önce gelmiş olacak; ders bizim evin misafir odasında ikimize aynı anda verilecek. Özel öğretmenimiz Süreyya Bey. İri yarı, yakışıklı ve tavırlarıyla bizi olumlu etkileyen, hatta kendisine hayran bir insan. Misafir odasında yuvarlak masanın çevresinde çalışmakta olduğumuz günlerden birinde şiddetli bir deprem başladı. Kenan’la ben henüz ne yapacağımıza karar vermeye çalışırken bir de baktık Süreyya Bey kendisini sokak kapısından dışarı atmış, kaldırımın orta yerinde dikilip duruyor. Bu olayı Kenan’la zaman zaman anımsar, gülüşürüz”. (Kenan Bey bunun meşhur 1943 depremi olduğunu söylemekteydi.)

Uzunçarşı Ticaret Üniversitesi mezunu bir işadamıydı Kenan Sakallıoğlu. Uygulamalı üniversite eğitimi üstelik. Hiçbir üniversiteden öğrenemeyeceğiniz şeyler. Hocalarından birisi Adapazarı Emniyet Bankası sahibi ünlü işadamı Cevat Adapazarlı’ymış mesela. Çok sever sayarmış Cevat Bey’i Kenan Bey. ‘Çok şey öğrendim ben ondan’ derdi konu açıldığında.

‘İdolüm Vehbi Koç’tur’ sözünü her dostu hatırlar Kenan Sakallıoğlu’nun. Yakın dost arkadaştılar, ailece geliş gidiş yaptıklarını söylerdi sağlığında. Koç Ailesi’yle dostluklarının sürdüğünü de eklerdi.

‘Resim koleksiyonu alışkanlığı bana Vehbi Koç Bey’den mirastır’ derdi, o nadide resimlerini misafirlerine gösterirken.

SAMTAŞ’ı armağan etmişti şehrine.

Ben asıl onu Dr.Kazım Ertürk Müzesi çalışmamız sırasında yakinen tanıma fırsatı buldum. Ve asıl dostluğumuz ondan sonra başladı.

2005 yılıydı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanıydım o sıralarda. Bir gün Büyükşehir Belediye Başkanımız Aziz Duran Bey çağırdı beni makamına, Kenan Bey’le kahve içiyorlardı. ‘Kenan Bey, bir şehir müzesinden söz ediyor. O müzeyi yapalım. Çalışmayı başlat hemen’ talimatını verdi bana.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Adapazarı Dr.Kazım Ertürk Şehir Müzesi çalışmasıydı bu. Genel Sekreter Yardımcımız Dr. Ömer Kahveci (ki kadim dostum, mert yiğit akil adamdır), Kazım Bey’in yeğeni, Adapazarlı bir başka zarif ve kibar dost Hamit Kolunsağ, Kenan Sakallıoğlu ve benden oluşan dört kişilik bir heyet defalarca bir araya geldik. Kenan Bey ekibin (ve işin) lokomotifiydi. Başta İstanbul Kadıköy’de o günlerde doksan yaşını kutlayan hayırsever ve sanatsever insan çocuk doktoru Dr. Kazım Ertürk’ü evinde ziyaret olmak üzere, ekipçe Kağıthane’deki Rahmi Koç Sanayi Müzesi’nden Bursa Kent Müzesi’ne… incelemeler yaptık. Söz konusu müzenin TZDK Müessese Müdürlüğü binasına (şimdi Kentpark içinde İmar Dairesi Başkanlığı Binası) yapılması için encümen kararı da çıktı. Merhum Kazım Bey müzede sergilenecek eserleri de teslim etti. Aziz Başkan da çok istekli ve takipçiydi. Bayağı da ilerlemiştik. Ama söz konusu bina hakkında SAÜ’nün ‘az hasarlı, yenilenmesinde fayda var’ raporu gerekçesiyle bu güzel girişim sürüncemede kaldı, kadük oldu, gerçekleşemedi vesselâm.

Bu çalışmanın yapıldığı üç yıllık süreçte işin öncüsü, toparlayıcı, sürükleyicisi, ilerleticisi, o hayran olduğum nazik takipçiliği ile hep Kenan Sakallıoğlu ağabeyimizdi. Hamit ve Ömer Beylerin katkıları da büyüktü. Ama bürokrasiyi aşamamıştık maalesef.

Kenan Sakallıoğlu - terör şehidi - kızı Figen Sakallıoğlu adına bir Anadolu lisesi bina etmişti Hızırtepe’de. Başarılı bir okuldur. Şehrin en popüler, en rağbet gören dört okulundan birisidir elan. Yine sağlık ocağı bina etmişti aynı semtte Kenan Bey.

Emirdağ’a ilaveten Emirsultan Mezarlığı’nı hazırlamıştı Aziz Duran Başkan. Oraya bir gasilhane gerekiyordu elbette. Kenan Sakallıoğlu oraya cami-gasilhane-külliyeye dönüştürerek şehrinin hizmetine sundu. Açılıştaki mutluluğu görülmeye değerdi Kenan Ağabeyin. Mutlu, huzurlu, gururlu. ‘Külliye’ vurgusunu özellikle yapardı, ne zaman söz edilse o tesisten. 

Evet; Adapazarı bir ticaret şehriydi. Adı üzerinde; ada pazarı. Yüzlerce sanayici binlerce işadamı ve tüccar yetiştirmişti. Yetiştirecek de daha. Ama içlerinde hem okul hem sağlık ocağı hem de cami-gasilhane yaptıran insan yoktu başta. Belki Hakkı Demir ve Akkoç Ailesi istisna edilebilir bu hükümden.

Hayat (eğitim ve sağlık) ve ölüm; üçünü birden kuşatan eserlerdi Kenan Sakallıoğlu’nun hizmetleri.

Örnek işadamı örnek dost örnek ağabeydi o.

Örnek eş örnek baba örnek akraba olduğu gibi.

Zarif kibar babacan bir dost olarak yaşadı Adapazarı’nın son asrında.

Örnek kibar sevecen.

Gerçek bir hayırsever.

Gerçek bir işadamı.

Gerçek bir Adapazarlı olarak.