Adı Yusuf’tu. ‘Misafirlikte unutulmuş çocuk’lardan birisiydi. Yani Balkan çocuğuydu. Yani Evlâd-ı Fatihan’dı.

En öğündüğü iki şey şu sözlerinden belliydi: İlki ‘Atatürk’ün babasıyla hemşeriyim ben. Aynı köydeniz’di. Diğeri ise Noko’yum ben, öz be öz Türk’üm, Yörüğüm’dü.

Doğruydu söyledikleri. Beş yüz yıl bizim olan bizden olan bizimle olan bugünkü Makedonya’da, Debre ili Novak Köyünden bir baba ile Debre İli Kocacık Köyünden bir annenin çocuğu olarak 1954 yılında Novak’ta doğmuştu. Sık sık söylediği ‘Nokoyum ben’ deyişinin sebebi de bendim. ‘Novaklı bir baba ile Kocacıklı bir annenin çocuğuyum’ deyince bir gün yine, iki köyün ilk hecelerinden ben üretmiştim kelimeyi, ‘Noko Yusuf, Noko Hüseyin’ diye. Hatta otuz yıldır Yusuf Ağbi de kardeşi Hüseyin de beni her gördüklerinde o güne gönderme yaparlar, ‘Noko nasılsın?’ derlerdi.

Minik Yusuf daha iki yaşındayken Baba Hakkı Mahmutoğlu eşini çoluk çocuğunu alıp Türkiye’ye Adapazarı’na göçmek zorunda kalacaktı yüzlerce binlerce Novaklı ve Kocacıklı gibi. Komünist rejimin arazilerine el koyması, can ve mal güvenliğinin yitirilmesi, Türklüğün ve Müslümanlığın yok edilmeye çalışılması üzerine göçmüştü Türkiye’ye, ana vatana Hakkı Baba elbette. Beş yüz haneli Kocacık’tan, beş yüz haneli Novak’tan, beş yüz haneli Manastır Kınalı’dan yüzlerce aile Adapazarı’na göçecekti.

1912 Balkan Bozgunu’ndanbu yana süren bu göçlerin Adapazarı’mıza birçok olumlu katkıları olacaktı elbette. Ama göçtü işte sonuçta. Hüzündü hicrandı neticede. 

Altmış yıl sonra, bugünün Adapazarı’nda Kocacık Novak ve Kınalı kökenli önemli ve değerli isimleri yazalım: Özdemir Çakacak (Eskişehir Valisi), Zeki Toçoğlu (Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı), Enver Toçoğlu (Türk-İş Eski Genel Mali Sekreteri), Yusuf Mahmutoğlu (Sakarya Mali Müşavir ve Muhasebeciler Odası Kurucu Başkanı, merhum), Naim Çelikel (Sakarya Büyükşehir Belediyesi Eski Genel Sekreteri), Halil Kocacık (Sakarya Mali Müşavirler Odası Eski Başkanı, merhum), Tuncay Şanlı (Eski Milli futbolcu, teknik direktör), Cemal Yaman (Türk-İş Sakarya Temsilcisi), Çetin Öztürk (Serbest mimar / Ada Fikir Kulübü Başkanı), Fatih Çelikel (Sakarya Gençlik Spor İl Müdürü).

İslâm’ı yaşamak, Türklüğünü, hürriyeti iliklerine kadar hissetmek için bırakmışlardı beş asırlık yurtlarını mezarlarını anılarını.

İşte küçük Yusuf’la kardeşi Hüseyin bu duygularla büyüyeceklerdi.

Baba Hakkı gelir gelmez muhasebeciliğe başlamıştı. İki oğlu da gözlerini açar açmaz rakamlarla tanışmışlardı bile. Gidecekleri okul da belliydi doğal olarak: Adapazarı Ticaret Lisesi.

Ticaret Lisesi’ni başarıyla bitiren genç Yusuf, gün gelecek ATMED’i yani Adapazarı Ticaret Lisesi Mezunları Derneği’ni de Feridun Ayyıldız ve İmdat Akgünler ile birlikte kuracak, bu okuldan mezun yüzlerce mali müşavir, muhasebeci, tüccar gazeteciyi her yıl Mayıs ayında toplayacak, anıları ve öğretmenlerine kavuşturacaktı. Ve bunu yıllarca bıkmadan usanmadan sürdürecekti Yusuf Mahmutoğlu.

Zira o coşku enerji ve vefa adamıydı.

Çekirdekten muhasebeciydi; anadan doğma babadan bilme. Zira baba mesleğiydi muhasebecilik onda. Onda ve kardeşi Noko Hüseyin’de.

Siyasetle de ilgiliydi. Seviyordu siyaseti. İnsanı, iyiliği, tebessümü seviyordu. Zorlukları, sorunları yok etmeyi seviyordu. Zira Rumeli’den göçenlerin ilk yıllarında çektikleri zorlukları bizzat, bihakkın görmüş, yaşamıştı. Siyaseti hep bu tarafa, hep bu tarafını harekete geçirmeye çırpındı bir ömür.

Sevgi adamıydı da o, coşku adamı olduğu kadar.

Ay yıldızlı bayrağına sevdalıydı. Hem de karasevdalıydı.

Gün geldi ‘Barbaros’ oldu, kötülüklere karşı. ‘Bahadır’ oldu iyilikleri yaymak için. Çünkü Türk devleti Anadolu’da, bu topraklarda ‘bin yıl daha’ ‘Baki’ kalsın istiyordu. Bundan olmalı, üç oğlunun adlarını Baki, Barbaros, Bahadır koymuştu.

Mali müşavirler ve muhasebeciler dernekti önce. Bildiğiniz dernek. Etkisiz, güçsüz, yasasız. Kanaryasevenler gibi bir dernek. 1975’ler, 1980’ler, 1985’lerden söz ediyorum. Tüm Türkiye’de ‘Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Yasası’nın çıkması, ‘dernek’ten ‘odaya’ dönüşülmesi için en çok mücadele edenlerden başında o geliyordu. Defalarca başbakan Turgut Özal’la, Maliye Bakanları ile görüşmüş, yasa taslağı metinleri sunmuş, sorunları, başıbozukluğu, düzensizliği ‘mesleğin içinden birisi’ olarak anlatmış, çağdaş dünyadan örnekler göstermişti.

Ve… 1988 Aralık ayında tarihi gün gelmişti: Maliye Bakanı Ahmet Kurtçebe Alptemoçin’e ‘Türkiye Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Odaları Yasası’nın taslağını vereceklerdi. Nitekim 13 Haziran 1989 tarihinde yasa çıkacak, birçok ilde olduğu gibi, ilimizde de SMMMO kurulacaktı. Odanın kurucu başkanı Yusuf Mahmutoğlu’ydu. İkinci Başkanı Halil Kocacık, Genel sekreteri Mustafa Koç, Muhasip üyesi İmdat Akgünler, üye Zeki Çelebi’ydi. Bu başvurunun fotoğrafını yanda göreceksiniz zaten.

Evet; Sakarya mali müşavirler ve muhasebeciler camiası 175 kişiydi ve odaydı artık. Aradan geçen yaklaşık otuz yıl sonra ülke de Sakarya da çok büyüyecek, meslek de yaygınlaşacaktı. 2017 yılı itibarıyla odaya kayıtlı üye sayısı 879’du. İlde itibarlı saygın bir odaydı otuz yıl boyunca. Yusuf Mahmutoğlu’nun milletvekili adaylığı için istifası üzerine odanın başkanlığını 1991-2004 arası, teyzesinin oğlu, ilin sporcu olarak da yiğitlik ve mertlik olarak da sevilen simalarından merhum Halil Kocacık yürütecekti. Onun vefatından sonra üç dönem de SelahattinÇakırsoy yürütecekti odanın başkanlığını başarıyla. Şimdilerde de tebessümü ağırbaşlılığı efendiliği ve çözümcülüğüyle Ertuğrul Kocacık’tı camianın itibarlı başkanı.

Mali müşavirler ve muhasebeciler camiası toplumun orta kesimini temsil ediyorlardı büyük oranda. Köy ilçe kenar mahalle kökenli ailelerin çocuklarıydı birçoğu. Ticaret ve sanayi de ‘hizmet görevi’ görüyorlardı bir nevi. Orta halli, vatanperver, toprağına, mahallesine, şehrine, ülkesine, bayrağına, örfüne geleneğine bağlı bir kesimdi ekseriya. Saygı sevgisi yoğun, vefalı insanlardan oluşan bir meslek grubuydular, yıllardır gözlemlediğimize göre. Buna Yusuf Mahmutoğlu’nun cenazesinde bir kez daha şahit olduk: Adapazarı Bahçeli Camii’nin içi, bahçesi almamış, caddeye taşmıştı cemaat. Bu Yusuf Ağbi’nin iyi insanlığına, camiaya hizmetine bir teşekkürdü bir bakıma. Ama bunu takdir etmeleri de bir başka güzellikti. ‘Şehirlerin kültürleri ve vefası yok oluyor her geçen gün’ tezine karşı, bir karşı çıkıştı Bahçeli Camii manzarası: ‘Hayır biz buradayız. Gerçek Türkiye, gerçek Adapazarı, gerçek vatandaş burada’ der gibiydiler. Bu toprakların gösterişsiz çocuklarının toplanma yeri gibiydi cenazesi Yusuf Mahmutoğlu’nun. Ülke adına şehir adına da umut vadeden bir cemaatti gördüklerimiz.

Vefayı kaldırsanız lügatimizden ne kalacaktı ki zaten geriye.  

Vefalı adamdı Yusuf Mahmutoğlu. Arar sorardı sık sık. Nerede güzel bir yazı, güzel bir olay görse, hemen telefon eder, tebrik eder, teşvik ederdi.

Yemeyi içmeyi, yedirmeyi içirmeyi severdi.

Sevgi adamıydı o. Ne zaman karşılaşsak, ne zaman telefon açsa, ne zaman sosyal medyada bir yazıma yorum yazsa ‘sevgili Fahri’ diye başlardı söze. Bana değil elbette, her dostuna, arkadaşına, ahbabına.

Hayat doluydu. Hastalığına rağmen bitmez tükenmez bir enerjisi, umudu, neşesi vardı.

Öncüydü, öndeydi, öndendi.

Sabırlı, çalışkan, üretkendi.

Hacıydı. İnançlı adamdı. İnandığı, sevdiği, örnek aldığı peygamberin yaşında altmış üçünde veda etti sevenlerine.

Ardında bin bir güzel hatıralar bırakarak.

Biraz da bu değil miydi yaşamak?

Ardımızda güzellikler umut ve insanlık bırakmak değil miydi.

Yusuf Ağbi, dua helallik ve güzel anılarla uğurlandı.

Şekspir’in dediği gibi, ‘Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler.’

Güzel yaşamıştı. 

Güzellikler bırakmıştı ardında.

Ve biliyorduk biz, ‘dünyayı güzellik kurtaracak’tı ancak. Güzellikler ve iyilikler.

Mekânın cennet olsun Yusuf Ağbi.