77 KİTAP SAHİBİ Şair Hikâye ve Roman Yazarı Çevirmen FAİK BAYSAL;

 

Faik Bey, sohbetimize bir konuya açıklık getirerek başlayalım isterseniz. Biz sizi Adapazarılı biliyoruz ama, siz İstanbullu biliniyorsunuz. Adınız Mustafa ama Faik diye tanındınız. Bu iki konunun aslı nedir acaba?

Anlatayım efendim. 1.12.1922’de Adapazarı’nda, Tığcılar Mahallesi Pamuk Osman Sokağı’nda doğdum. Adapazarı Nüfus Kütüğü’ne kayıtlı olduğum halde, kimliğimde İstanbul yazılıdır. Ben doğar doğmaz annemin vefat etmiş olması, babamın da hemen evlenip İstanbul’a yerleşmesi, buna neden olmuş olabilir. Asıl adım Mustafa’dır. Faik baba adımdır. Sen-Josef Fransız Lisesi’nde hocalarımız baba adımızla çağırırlardı. O zaman soyadı yoktu. Faik adı bana oradan kaldı.

 

İstanbul’a gidişiniz nasıl oldu?

Annemin vefatı ve babamın, büyükbabamdan izinsiz evlenip İstanbul’a yerleşmesi üzerine, beni Haminnem büyüttü. Dünyada en çok sevdiğim insan Haminnemdir; beni yetiştiren insandır. Altı yaşındaydım; büyükbabam, Haminneme, “hanım, bu çocuk it kopuk olmasın, İstanbul’a amcasına yazdım, yatılı bir okula verilim” dedi. Ve İstanbul’da Sen-Josef Fransız Lisesi’ndeki on bir yılım böyle başladı. En çok sevdiğim Haminnemden ayrılmak beni dayanılmaz acılar dünyasına itti.

 

“İLK ŞİİRİM 1936’DA GÜNDÜZ’DE YAYINLANDI”

 

Şiirle, sanatla ilginiz nasıl başladı?

Mayıs ayının en güzel günlerinden birinde, mor salkım menekşe kokuyordu İstanbul, Fransız Hastanesi’nde kanserden yatan Haminnemi görmeye gittim. Kapıdaki Fransız hasta-bakıcı elime küçük bir paket tutuşturdu: “Büyükanneniz bu iki muzu size saklamıştı; sizi çok özlemişti. Ama bir saat önce dayanılmaz acılarından kurtuldu” dedi. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bembeyaz bir pikenin altında yatan Haminneme son bir kez sarıldım. Bu dayanılmaz acının etkisiyle ilk şiirimi yazdım. Haminnem için yazdığım şiirimi bir dergiye

gönderdim. İki ay sonra yayınlandı. Bir liralık telif ücretini hâlâ bekliyorum.

 

İlk yazınız hangi tarihte, nerede yayınlandı?

İlk yazım 1936’da GÜNDÜZ dergisinde yayınlandı.

 

“”SARDUVAN” GÜDÜMSÜZ
İLK KIRSAL BÖLGE ROMANIDIR”

 

Sait Faik’le hemşeriliğiniz ve tanışıklığınız biliniyor. Sanata yönelmeniz ve gelişiminizde Sait Faik’in etkisi oldu mu?

Sait Faik’le aramızda büyük bir yaş farkı vardı. Onun bende hiçbir etkisi olmadı. Yalnız onun değil; hiçbir yazarın etkisi altında kalmadım. Sait Faik kendine özgü bir öykücüdür; Türk Öyküsüne yeni bir soluk, bambaşka bir renk, hoş bir canlılık getirmiştir.

 

İlk kitabınız bir roman: “Sarduvan” Sizin nezdinizde Sarduvan’ın özelliği nedir?

Bu sorunuzun yanıtını edebiyat eleştirmenlerine bırakıyorum: Tahir Alangu, “Faik Baysal, bizde en fazla tutulan gerçekçi sanat anlayışının ilk basamağını temsil eden gözlemci ve tasvirci – gerçeklilik yolundadır.

(1)” Selahattin Tuncer, “Sarduvan, Faik Baysal’ın ilk romanı olduğu halde karşımıza usta bir romancı hüviyeti ile çıkıyor. (2) “Fahir Önger, “Faik Baysal’ı daha ilk romanında büyük başarılara ulaştıran nedeni, tiplerin iyi realize edilmiş olmasında aramalıdır. (3)” Celalettin Ezine “Faik Baysal, ...Türk Edebiyatı’nda bir gelenek haline gelen Fransız etkisine hiç kapılmamış. Sarduvan romanı, kendine özgü bir başkalık ve ayrılık belirtmekle birlikte, anlatım, tipler ve tahlilleriyle Rus romanının izlerini taşımaktadır.” Son bir söz de ben söyleyeyim: “Sarduvan” romanı edebiyatımızın insan platformu üzerine kurulan güdümsüz ilk kırsal bölge romanıdır.

 

“YAŞASIN ŞİİR, ROMAN, ÖYKÜ:
YAŞASIN EDEBİYAT!”

 

Faik Bey, siz çok yönlü bir sanatçısınız; şair, hikâyeci, romancı, senaryo yazarı ve çevirmensiniz. 2000 yılı sonu itibarıyla yayınlanan kaç kitabınız var ve kısmetse sırada neler var?

Bir sanatçı edebiyatın bütün türlerinde kalem oynatabilmelidir. Bizde ilk bilim-kurgu filmi olan “Kavanozdaki Adam”ı bu nedenle yazdım. İlk kitabım olan “Sarduvan” 1944’te Semih Lütfi Kitabevi tarafından yayınlandı ve edebiyat çevrelerinde büyük gürültü kopardı. Unutmadan söyleyeyim; telif ücretini hâlâ bekliyorum. 1944’ten bu yana 33 kitabım yayınlandı, 44 kitabın da çevirmeniyim; toplam 77 kitaba imza atmışım demek... Sırada ne var demiştiniz? Şu sıralar Kazanova’yı çevirdim. Yayına başlıyor.

 

77 kitaptan maddi kazancınız ne oldu? Faik Baysal olmaktan memnun musunuz?

Bir gün İstiklal Caddesi’nde yürürken, bir hanım kolumdan tuttu: “Siz Faik Baysal değil misiniz?” diye sordu, “Olmaz olsaydım hanımefendi” dedim. Bir Fransız yazar, bir romanıyla Paris’te bir villa alabiliyor, biz “Sarduvan”la mütevazı bir dairenin kapısını bile alamadık! Ama ne olursa olsun diyeceğim şudur: Yaşasın şiir, roman, öykü: Yaşasın Edebiyat! 77 kitabı para için yazmadım. Ama geçimimi kitaplardan sağladım.

 

“HİÇ BİR ÇIKAR ÇEVRESİNİN UŞAĞI OLMADIM”

 

Sanat ve hayat anlayışınızı öğrenebilir miyiz?

Ben her zaman haksızlıkların karşısındayım, her zaman da insanın yanındayım. Bir yazar politik bir sistemin borazan başı olmamalı; tuzu kuru, mutlu bir azınlığın, magandaların hizmetine girmemelidir. Kalemim ve düşüncelerimle bu güne kadar hiçbir çıkar çevresinin bastonu ya da uşağı olmadım.

 

12 rakamından hoşlanmadığınızı duymuştuk?

Doğrudur; 18 yaşındayken Ankara Radyosu’na girmek için gittiğimde, 12 gün aç kaldım, sadece su içtim; 12 gece parkta yattım; yedek subay okulundayken bir şiirim yayınlandı: “Karıma Mektup”, 12 gün yargılandım, ceza aldım...

 

“ÇARK’TA OLİMPOS GAZOZU İÇMEYİ ÇOK SEVERDİM”

 

Sayın Baysal, şiirlerinizde “Sakarya akıyordu gözlerinden”, “Hacı Baba Lokantası “, “Cerzizlerin Bostan Kuyusu”, “Tutrakanlı Zehra Sapağı”, “Han Altı”, “Şafak Kıraathanesi”, “Beşköprü altında saat onda” gibi mısralar yer alıyor. Çocukluğunuzun Adapazarı nasıldı?

Ben Adapazarı’na her gelişimde çocukluğumun Adapazarı’na geliyorum zaten. Bütün sokaklar gibi bizim sokağımız da Arnavut kaldırımıydı. Köşe bucakta gaz fenerleri vardı. Bekçiler kalın sopalarıyla gecelerimizi tokmaklarlardı. İstasyonun arkası ceviz kütükleriyle doluydu; bu kütüklerden havaya yayılan kokuyu hâl3a duyarım. İstasyonun bitimindeki koza fabrikasının uzun bacasına bayılırdım. Sonra bir gün sevinçten havalara uçtuk; istasyona giden ağaçlıklı yolun iki yanına aile gazinoları, bahçe sinemaları açıldı. Ünlü Benhur filmini ben o sinemalarda seyrettim. Sık sık Çark’a giderdik. Ben orada ağzı kocaman bir misketle kapalı Olimpos Gazozu içmeyi çok severdim. Adapazarı’nın insanları da bir başkaydı o zaman: Kocaman bir aile gibiydik!

 

(*) Fahri Tuna’nın Irmak’ta 2001/1 sayısında yayımlanan söyleşisinden güncellenerek yayımlanmıştır,

1. Tahir Alangu, Cumhuriyet’ten Sonra Hikaye ve Roman, Sh. 702,

2. Selahattin Tuncer, Yaratış Dergisi,

3. Fahir Önger, Aile Dergisi

 

 

Faik BAYSAL

ANNEM

 

Tanımam, bir kez bile görmedim yüzünü,

                         Ama biliyorum.

                         Bu ağaçlar tüm yemişleriyle onun...

Hala dizlerinde uyuyorum geceleri Tanrıca,

Ben değil, o ağlıyor benim yerime gözlerimde,

O getiriyor her gece yıldızları avuç avuç başucuma,

                         Ama biliyorum,

                         Ellerim, ayaklarım, gözlerim onun.

 

Tanımam, bir kez bile tutamadım sesini masallarda,

                         Ama biliyorum,

                         Bu kuşlar, bu gök, bu türküler onun..

Bir adı topraksa, bir adı ekmek sofralarımızda,

Tarlalarda başak, bütün bahçelerde çiçek,

Sütlerin beyazlığında sıcacık kokusu dövü dövü,

Onun sesi, gözleri, elleri, ayakları tüm kadınlarda,

Tanımam, bir kez bile sarılamadım mutluluğuna oğulca,

                         Ama biliyorum,

                         Buram buram tüten sıcaklığım onun.

 

Tanımam, bir kez bile saklanamadım avuçlarına,

                         Ama biliyorum,

                         Tüm sevgiler, iyilikler onun.

Yumuk yumuk sıcaklığıyla üstümü örtüyor geceleri hala,

Bir kulübede, bir apartmanda da o çıkıyor karşıma hep,

Afrika’da kara, Çin’de sarı, içimde apak,

Tümünün sütü ak, tümünün elleri harman harman sıcak,