1982 Anayasasının 2’nci maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti... sosyal... bir hukuk devlettir. ”Sosyal devlet anlayışı, Ergun Özbudun tarafından “devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayış” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle sosyal devlet, herkese insan onuruna yaraşır asgarî bir hayat seviyesi  sağlamayı amaçlayan bir devlet anlayışı olarak tanımlanabilir. Sosyal devlet deyince, çalışma hakkı, adil ücret hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut, sağlık, eğitim, vergi adaleti vs diye geniş bir çerçeve sayabiliriz.
Devletler mi zengin, halk mı zengin sorusu daima gündemini korumaktadır. Devletler çeşitli şeylerden gelir elde etmektedir. Bu gelirleri de halkı için harcaması elzemdir. Bu gelirlerin içinde bağış, yardım ve benzeri faaliyetler de bulunmaktadır. 
Sözü uzatmadan bir hatırayı arz edeyim. Memurlarıyla toplantı yapan bir amir, resmi hizmetlerle ilgili bir konuda çalışan memurlardan yardım talep eder. Bu yardım yaklaşık bir yıla dağılan zaman içinde devam eder. Amir talebini ifade ettiğinde iki hususu öne çıkarır. Birincisi yardım yapmak istemeyenler toplantı da söz almasın odama gelsin ismini yazdırsın, ikincisi ise yardımda bulunmayanları bende bazı konu ve haklarda tercih etmem diyerek adeta tehdit etmiştir. Hiç kimse bir şey diyemeden tıpış, tıpış yardım yapılmıştır. Hatta spor kulüplerine dahi aynı tarzda yardım istenmiştir. Yöneticilerin yardım talebi onlarla iş görenlere bir anlamıyla farz telakki etmektedir. “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” denir ya işte öyle bir şey.
Dinimiz İslam ise zekatı sadece bir yardım değil aynı zamanda mecburi bir vergi şeklinde emretmiştir. Ve sekiz sınıfa harcama yapılabileceğini ifade etmiştir. Bunun dışında farklı yardımlaşma türlerini de ayet ve hadislerde görmekteyiz. Bireysel yardımlaşma konumuz dışıdır. Kamusal gücü elinde bulunduranların yardım talebi sosyal devlet anlayışı içinde mobing/baskı aracı olur mu olmaz mı düşünmek gerekir.
Özellikle Ramazan ayı geldiğinde peygamberimizin yağmur yüklü bulutlardan daha çok yardım severliği anlatılarak herkes yardım talep etmektedir. İnsanlara mahcubiyet ve mecburiyet yükleyerek yapılan yardımlar İmama Gazali’ye göre helal de değildir. 
Şu bir gerçek ki dünyanın bölüşmeye ihtiyacı vardır. Ve infak iman ve namazdan sonra yerini almaktadır. Ölüm anında dahi insanın önce infak izni isteyeceği ayetler de ifade edilmiştir. Yapılan yardımlalar insana sekinet, moral ve değer kazandırmadan çok, dijital olarak sms veya kart yoluyla, oltayla kuş avlarcasına yapılmaktadır.
Yardımlaşma gönüllülük esasından çıkarılarak mecburiyet sandalyesine oturtulmuştur. Burada cami ve Kur’an kurslar hariç iri ve büyük onlarca reklamı bile olan kurum sayabiliriz ki dine saygısı olmayan kurumlar dahi zekat, fitre ve kurban isteyecek kadar iş çığırından çıkmıştır. Adı vakıf olan kurumlar, fiilen yardım toplama mekanizmasına dönmüştür.
 Ülkemizin fakirlik haritası çıkarılmalıdır. Ciddi anlamda takip sistemi ve güvene dayalı bir yapılanma inşa edilmelidir. Gerektiğinde yardım yapan, muhtacı da bildirmelidir.
 Devlet sosyalliğine çok vurgu yapınca yardımlaşma azalmıştır. Madem vergi alınıyor, dağıtım da hakkaniyetle yapılsın denmektedir. 
TÜSEV’İN “TÜRKİYE’DE BIREYSEL BAĞIŞÇILIK VE HAYIRSEVERLİK 2019” Raporuna lütfen bakınız: 
Türkiye’de kişi başı ortalama yıllık yardım ve bağış miktarı yaklaşık 303 TL olarak hesaplanmıştır. 2015 yılındaki kişi başı ortalama yıllık yardım ve bağış miktarını 228 TL olarak tahmin etmiştik. Bu rakam enflasyon etkisini göz önüne alındığında 2015’e göre reel olarak azalmıştır. Benzer şekilde gayrisafi yurtiçi hasılanın içerisinde bu yardımların payında da bir daralma vardır.
Dini vecibelerle ilgili yardımlar toplam yardımlar içinde önemini korumaktadır. Ancak 2004’ten bu yana bu tür yardımlarda sürekli bir düşüş de gözlüyoruz. Ramazan Bayramı’nda fitre verenlerin oranı 2004’te %79’dan 2019’da %58’e gerilemiştir. Yine geçen yıl içerisinde zekât verenlerin oranı aynı dönemde %40’tan %23’e gerilemiştir. Kurban kesenlerin oranı da %57’den %39’a inmiştir. Bu tür yardımların ekonomik zorluklar sonucu gerilemiş olduklarını düşünülebilir.