Valilik Yıllığında Buluyorum Kendimi
Bin dokuz yüz doksan dört kışıydı, aylardan Şubat; Vilayetin hazırlayacağı 1994 İl Yıllığının (ki bir önceki 1973 yıllığıdır) düzenleme kuruluna davet edildim. Sakarya Ansiklopedisi üzerine çalıştığım nereden duyulmuşsa… İçime sinmedi; tereddüt ettim. Ünal Ozan’ın belediye başkanlığı dönemi, ben de belediyede mühendisim ya. Sevdiğim dostlarımdan Hasan Kurtiç Ağbi de onun kültür-sanat danışmanı. Onun kahvesini içmeye indin iki kat aşağıya. Daveti, endişelerimi anlattım. Hasan Ağbinin de benzer organizasyonlardan şüpheleri, tereddütleri vardı. Ama gönlü % 51 gitmemden yanaydı; ‘Bir seferlik git, faydalı olabileceğini göremezsen bir daha gitmezsin’ dedi. Gümrükönü’nden Yenicamii’ye çıkarken sol tarafta, birkaç yıl önce dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel Hocamın açılışını yaptığı dört katlı Öğretmenevi’nin salonundaki toplantıya katıldım. Ortalama altmışlı yaşlarında bulunan ve sayıları yirmiye yakın bir gruptu kurul. Seksenlerindeki Avukat-gazeteci Hüseyin Vahdettin Er’den, yetmişin üzerindeki gazeteci Cezmi Hakman’a ve karı-koca öğretmen yazarlar Talia-Hasan Balcıoğlu’na, altmışlarındaki Abdullah Çelik’ten Zekai Erdal’a… En gençleri otuz dört yaşında olan bendim; benim bir büyüğüm de Avukat-Felsefe öğretmeni Yahya Razi Tunalı. Yirmiye yakın kalem sahibiyiz. ‘Sakarya’dan Yetişenler’ adlı yaklaşık yirmi sayfalık ansiklopedik bir dosyayla gitmiştim; bir iki de fikir serdedince bendeniz, Vilayet Yıllığı’nın ortasında buluverdim kendimi.

O da Nesi: Yazım Kurulu Başkanıyım

Çalışmamı kurula sundum. Vali Erdinç Büyükakalın başkanlığındaydı toplantı. Çalışmam çok beğenildi. İltifatlar edildi. Masanın üzerine - hilafsız söylüyorum – bir karış yüksekliğinde üç koliden oluşan hazırlık yazılarının birinin üzerine benim dosyamı da koydular. Meğer hazırlık kurulunun son toplanışıymış. Vali Erdinç Bey pratik yönetici; ‘Bu kuruldan beş kişilik bir de yazım kurulu çıkartmalıyız arkadaşlar, önerileri alayım’ dedi. Kimsede ses seda yok. Biri beni önerdi, ‘uygundur, iyi olur’ sesleri arasında adımı yazdı Vali Bey. Mithatpaşa Lisesi Müdürü/Edebiyat Öğretmeni Hayati Kerget önerildi, onu da yazdı Vali Bey. Abdullah Çelik, Hasan Kurtiç’i de önerdi yazım kuruluna, onu da yazdı. Ve Vali Erdinç Büyükakalın kurula dönerek ‘Arkadaşlar hazırlık kurulu olarak çok değerli çalışmalarınız için hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum. Şimdi sıra kitabın hazırlanmasında, üç kocaman klasörden üç yüz sayfalık güzel bir kitap oluşturulmasında. Bu işi de Fahri Tuna’nın başkanlığında kurduğumuz yazım kurulu yapacak. Hayati Bey ve Hasan beyi de kurula aldım. Fahri Bey iki kişi daha bulsun kurula; altı ay müsaade onlara, Hüsnü Gürsel hocamız da fotoğrafları çeksin.1994 Eylül-Ekiminde de yayınlamış olalım kitabı. Yirmi bir yıl sonra şehrin yeni bir kitabı olsun istiyorum’ dedi. Kısacası; mütereddit gittiğim toplantıda, yazım kurulu başkanlığına atanmış olarak buldum kendimi.

‘O Zamanın Adapazarı’nda Hiç Namuslu İnsan Yok muydu?’ Çıkışı

O gün kurulda, daha önceleri Adapazarı tarihi üzerine iki kitabı yayımlanmış, Ankara’da ikamet eden Emekli Tümgeneral Muzaffer Erendil Paşamızı da ilk (ve son) kez tanıdım. Orta boylu, ak benizli, hafif kilolu, bıyıksız, seyrek saçlı altmışlı yıllarının sonunda biriydi. Kibar ve ölçülüydü. Toplantı sonunda iftarlar açıldı, dinlenme salonuna geçildi, çaylar kahveler eşliğinde eski Adapazarı günlerinden söz açıldı; Erendil Paşamız 1930’ların 40’ların Adapazarı’ndan, çocukluk anılarından bahsetmeye başladı. Sohbet gitgide koyulaşıyordu. 1921 Dar sokak doğumlu Paşa ‘Adapazarı çok geriye gitti; bizim gençliğimizde daha aydın ,daha yaşanır bir şehirdi. Çark’ta her akşam dans eden Muganniye (dansöz) Gülten vardı, Kömürpazarı’nda meşhur Benli Belkıs vardı’ deyip bir Ramazan akşamında, eğlence alemlerini detaylarıyla anlatmaya başlayınca, çoğumuz rahatsız olduk. Yiğitliği, mertliği ve dik duruşuyla o günden sonra hep sevdiğim ve seveceğim Avukat Yahya Razi Tunalı ile yan yanaydık grubun gençleri olarak. O gür sesiyle söze girdi Tunalı, ‘Beyefendi’ deyince gözler, sesin geldiği yöne, Tunalı’ya çevrildi, ‘O zamanın Adapazarı’nda hiç namuslu insan yok muydu? Akşamdan beri hep aşüftelerden bahsediyorsunuz da...’ Buz gibi bir hava esti. Tümgeneral Erendil konuyu bir ay sonraki seçimlere getirdi, Hürriyet Gazetesinde yakın zamanda okuduğu Adapazarı analizinden söz etti, ‘Aziz Duran diye biri Ünal Beyi zorlayacakmış, gazetede hanımını da gördüm, çarşaflıydı. Aman ha Adapazarı’nı çarşaflılara, irticacılara kaptırmayın’ diye Vali Beye tembihlerken, Vali Büyükakalın da ‘Siz müsterih olun beyefendi. Adapazarı çağdaş bir şehirdir, Ünal bey zorlansa da kazanır gibi görünüyor’ dedi.
Bir ay kadar sonraki seçimlerde ne mi oldu? Refah Partisi adayı Aziz Duran 32.000 civarında oyla, 25.000 kadar oy alan mevcut belediye başkanı CHP adayı Ünal Ozan’ı geçerek 44.Adapazarı Belediye Başkanı seçildi.

Haftada Üç Gün Sakarya Yıllığı Çalışıyoruz
Düzenleme kurulu başkanlığıma itiraz ettim öncelikle. ‘Vali Bey, dedim, buradaki her arkadaş şu kadar dosyayla bir odaya kapansa, bir ay sonra birbirinden farklı yirmi kitapla çıkar ve kimse de diğerinin kitabını beğenmez. Bu işin ortası yok; siz beni bu görevden affedin’
Vali Büyükakalın, ‘Hayır hayır, bu görevi bir kurul yapacak, en uygun kişiler de sizlersiniz, siz hem başkanlık edin, hem de her Cuma 16.00’da bana gelerek gelişmelerden bilgi verin, sorunlar olursa da çözelim’ dedi. Kabul etmek zorunda kaldım zahir.
Ricamızı ve ısrarlarımızı kırmayan Zafer Dergisi’nden Ömer Sevinçgül’ü de ekibimize katarak Sakarya Valiliği 1994 Yıllığı Yazım Kurulu üyeleri olarak Mart ayının başlarında görevimize başladık. Atatürk İlkokulu arkasındaki İl Halk Kütüphanesi’nde her Pazartesi, Çarşamba, Cuma 14.00’te toplanıyorduk. Haftanın üçüncü toplantısı sonrasında (Cuma 16.00’da) ben (o zaman Gümrükönü’nün sağ yanında, şimdi Vilayet Meydanı dediğimiz yerdeki beş katlı binadaki) Valilik Makamına gidiyorum, özel kalem müdürü Belma Oruzlar geldiğimi Vali Beye haber veriyor; Vali Erdinç Büyükakalın’la Atatürk Parkına doğru bakan pencerelerin birinin önündeki –bir tür fiskos masası ve müştemilatı türünden-koltuklarda yaklaşık bir saat kadar, o hafta ilerlediğimiz bilgileri/bölümleri aktarıyordum, lezzetli kahveler ve muhabbetler eşliğinde.

Hüsnü Gürsel Hocamızdan Titizlik, Disiplin ve Efendilik Dersi

Yazım Kurulu olarak; geçmişte ‘Yılın Öğretmeni’ de seçilen Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Hayati Kerget, Gazeteci Hasan Kurtiç, Yazar Ömer Sevinçgül’ün katılımıyla büyük bir titizlikle ve gayretle çalışmalarımızı sürdürüyorduk. 1967 ve 1973 yıllıklarının da fotoğraflarını çekmiş olan değerli fotoğraf sanatçısı büyüğümüz Hüsnü Gürsel de haftada bir gün kurula gelerek bilgi alış verişinde bulunuyor; tasnifi/yazımı tamamlanmış yerleri/yerleşimleri tespit ederek çekimlerini gerçekleştiriyordu. 1341 (1925) doğumlu, Cumhuriyetin ilk kuşağının tipik temsilcisi olarak inanılmaz titiz ve disiplinli çalışıyordu merhum Hüsnü hocamız. Çelebiydi, beyefendiydi, saygılıydı. Şöhretine ve birçok başarısına karşın, mütevazıydı, candandı, dosttu. Çok şey öğreniyorduk ondan. Bizi de eğitiyor, bizlere de ‘hocalık’ ediyordu adeta, altı ay süresince.

Kurtiç’e ‘Elbette ki Görüş Ayrılığımız Var; Senin Çocukların Ekin Ürün, Benimkiler Ahmet Ayşenur!..’

Yazım Kurulunda her şey güllük gülistanlık gitmiyordu elbet; yirminin üzerinde dosyanın birleşmesiyle oluşacak kitapta, dil ve üslup bütünlüğü/benzerliği gerekiyordu. Yani –bugün yaygın olan terimle- editörlük. Bu görev de bana düşmüştü, kurul başkanı olarak. Ben ise ‘Yaşayan Türkçeden’ yanaydım (hâlâ ve her zaman olacağım gibi); sokakta, işyerinde, maçta, kahvede, valilikte konuşulanın ortalamasından. Bazı dosyalarda çok ama çok yoğun, gerekli-gereksiz (o dönemin yapısına uygun olarak) ‘olasılık, olanak, yanıt’ terimleri geçiyor, ben de onları kitabın her sayfasında ‘ihtimal, imkan, cevap’ yapıyordum. Hasan Kurtiç’in başlattığı ‘kavram / terim tartışması’ büyüdü bir gün. İnsan, vatan ve Adapazarı sevgisine her zaman hayran olduğum, takdir ettiğim Hasan Kurtiç, ‘Fahri, bu böyle gitmez, galiba senle benim aramda dünya görüşü farklılığı var?’ deyince ben de cevabı (yanıtı değil) patlattım: ‘Çok haklısın Hasan Ağbi; görüş ayrılığımız olmaz mı? Zira, senin çocuklarının adı Ekin, Ürün, benimkiler Ahmet Arif, Ayşenur Gülsüm! Bu bile her şeyi göstermiyor mu?’ Bu tür tatlı tartışma ve görüş ayrılıkları, Ömer Sevinçgül’ün –o hayran olduğum- uzlaştırıcı ve birleştirici çözüm önerileriyle son buluyordu daima. Gene öyle oldu; uzlaştık…

Vali Büyükakalın: ‘Sen Laik misin Değil misin, Söyle Bakalım?’

Vali Erdinç Büyükakalın ile her Cuma 16.00’daki, ‘brife etme/bilgilendirme’ kahve muhabbetlerimiz devam ediyordu. Kitabın büyük bölümü hazırlanmış, dizilmişti. Tarih bölümü hariç. Bilgisiyle, üslubuyla, bakışıyla birbirinden farklı üç tane tarih dosyası vardı; çıkış yolu arıyorduk. Her zamanki gibi Ömer Sevinçgül Ağbi imdadımıza yetişti: ‘Tarih bölümünü, tarih felsefesi üzerine üç kitabı bulunan Adapazarlı yazar Erdinç Şumnu yazsın!’ Hemen yürürlüğe koyduk bu fikri. Böylece dördüncü bir Tarih bölümü hazırlanıyordu.
Sanıyorum Temmuz ayıydı. Vali Bey hemen her Cuma şöyle bir soruyla başlıyordu muhabbete artık; ‘Laik misin, değil misin Fahri, söyle bakalım?’ Anladığım kadarıyla başkanlığını yürüttüğüm kurul ve benle ilgili zihninde tereddütler oluşmuştu Vali Büyükakalın’ın.

Erdinç Şumnu ‘Hain Çerkezler’ Yerine ‘Yanıldılar’ Yazınca Lağvedildik

Ağustos ayından itibaren çağrılmamaya başladım, bilgi almamaya başladılar benden. Öğrendik ki, yazımı yüzde doksan bitmiş kitaba –yeniden- bir yazım kurulu oluşturulmuş Valiliğimizce. Bizim kurulun suçu ‘Yeterince Laik Olmamak’mış dedikodulara göre. Bir ihbar mektubu gidesiymiş kurul hakkında Vali Beye, anlı şanlı –şimdilerde merhum- bir gazeteci büyüğümüzden. Dernek başkanlığını da uzun süre yapan bir meslek büyüğünden.
İhbar mektubu gereği kitap didik didik edilmiş, acaba nerelerinde ‘laikliğe karşı bölümler’ var diye. Sonunda ‘çok böyyük bir suç’ bulunmuş; kurulumuzun başını yiyen de ‘Tarih bölümü’ olmuş, lâiklik tartışmalarının yoğun olduğu, Refah Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (Recep Tayyip Erdoğan), Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni (Melih gökçek) kazandığı o günlerde. Güya Erdinç Şumnu – o inci gibi el yazısıyla -yazıp gönderdiği Adapazarı Tarihi bölümünde, Hendek’teki Çerkez Ayaklanmasını anlatırken, ayaklanmacı Çerkezlere ‘hain’ diye yazmamış da ‘yanıldılar’ yazasıymış. Kurulumuzun lağvedilme sebebi buymuş.

Bir Özrü ve Teşekkürü Bile Çok Gören Vali

Devlet bu; bizimle çalışır çalışmaz… Kimle çalışacağına, ne kadar süreyle çalışacağına elbette o karar verir. Hiç yorum yapmam, yapamam. Kızamam da. Tek üzüntüm şu olmuştu: Beş ay süreyle gece gündüz çalıştığımız bir kitap hakkında her Cuma benden bir saat bilgiler alan devlet büyüğümüz (Vali Erdinç Büyükakalın), nezaketen bir telefon edip de ‘kendimize has bir nedenle kurulunuzu lağvediyoruz, bu kitap için yüze yakın toplantı yapan size ve arkadaşlarınıza teşekkür ediyorum’ dese, bir yeri mi eksilirdi, bir şey mi kaybederdi. Zarafet, nezaket bu kadar da mı eksildi bu memlekette?
Allah büyük, -Gayretullah’a dokunmuş olmalı bazı yaptıkları-; birkaç yıl içinde Vali Büyükakalın’ı merkeze aldılar. Muhtemelen lağvımızdan iki –belki üç- yaz sonrası Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii önünde, iki eski dost olarak, Erdinç Büyükakalın’la karşılaştık, yüz yüze geldik. Sevgiyle ve mahcubiyetle bakıyordu, laf atmamı bekledi. Elimde olmadan öfkeyle bakmıştım; öfkeyle ateşlenmiş lav parçalarıydı sanki bakışlarım; bakışlarım karşısında daha da üzüldüğüne, suratını ekşittiğine, bakışlarını çarçabuk başka tarafa çevirdiğine (galiba birisini bekliyordu) yürüyüp gittiğine şahit oldum. Allah daha bu dünyada göstermişti, haklılığımızı; şükürler olsun!