Aşağıda okuyacağımız ayetler de helak olan bir toplumun üç dönemi anlatılmıştır. Evvelen insanlara peygamber gönderilmesi, saniyen çeşitli bela ve musibetlerle sınanmaları, ahiren ise her şeyin kapısının açılması ve hatime olarak zalim kavmin kökünün kesilmesidir. Şimdi ayetleri okuyalım.

“Andolsun ki senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından, belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa kendilerine tarafımızdan bir sıkıntı geldiğinde içten bir niyazda bulunsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi. ﴿ Onlar, kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birden bire bütün ümitlerini yitirdiler. Sonunda zulmeden kavmin kökü kesildi. Her türlü övgü, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.” En’âm: 42, 45

Elmalı’lı tefsirinden özet bir alıntıyla devam edelim: “Sen emîn ol ki, senden evvel birçok ümmetlere biz Resuller gönderdik, böyle tanımadılar, küfrettiler de biz de onları şiddetli fakr: me'ışet darlığı ve darrâ, ya'ni emraz ve âfât ile sıktık, fakr-u zaruretle tuttuk tazyık eyledik ki, tazarru' etsinler, zilletlerini anlayıb ısyanlarına tevbekâr olsunlar, gufranımıza dehalet eylesinler.

Hiç olmazsa böyle tazyikımız geldiği vakıt bâri yalvarsaydılar ve lâkin kalbleri katılaşmış, Şeytan da her ne yapıyorlar ise kendilerine süslü göstermişti. Bunun için böyle bir tazyikı İlâhîye ma'ruz olanlar onu evvel emirde ni'met bilmeli ve seri' bir surette intibah hasıl ederek nefsin tuğyanını kırmalı ve aczi ubudiyyeti derhal anlayıb tevbe ve tazarru' ile Allah’a iltica ve tarikı salâha rücu' eylemelidir. Bu intibah ne kadar seri' olursa Dünya ve Âhıret faidesi de o kadar mühim olur. Bunu idrâk edib tevbekâr olanlar Dünyada olmazsa her halde ukbâda istifade ederler.

O şiddet ve müzayakadan sonra onlara öyle bir hurriyyet ve refah verdik ki, maddî ma'nevî bütün ma'niaları kaldırdık, her taraftan üzerlerine ni'metler saldırdık, iyi kötü her şey kendilerine bol bol açık bulunuyordu, her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, muvaffakıyyetler, zevkler, safalar önlerinde âmade idi, ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek bir hale geldiler, kendilerine kendi iradelerinden başka men'u takyid edecek hiç bir şey görünmüyordu. Tuttukları yolun iyi olduğuna ve bütün bunlar kendi istihkakları bulunduğuna ve her mes'uliyyetten âzede olduklarına hukmettiler. Hiç bir kayd, hiç bir kaygu duymaz oldular, her şey kendilerininmiş, Allah ve Âhıret yokmuş gibi zevk-ü sefaya daldılar, keyflerini çattılar, tam böyle ferahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada kendilerini birdenbire bastırıb yakalayıverdik o saat iblis gibi bütün ümidleri kesildi:

Artık o zulmeden -şükür yerine küfreyleyen- kavmın ardı alındı, kökü kesildi, arkalarından hiç kimse bırakılmadı, hepsi ihlâk edildi ve bu suretle zulümlerine nihayet verildi. Her ni'met gibi bunun da hamd-ü şükranı, rabbül'âlemîn olan Allah’adır, onun hakkıdır.”