Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu, Sakarya için önemi hayli büyük olan insanlardan…

Hatta bana kalırsa en önemlisi…

Böyle olunca haliyle birçok yazıya konu oluyor…

Bilhassa benim yazdığım yazılar sıkça tartışma konusu yapılıyor…

Yakın çevremden bu konuda çok sayıda yorum ve değerlendirme alıyorum…

Genelde olumsuz oluyor bu tepkiler…

En sık gelen itiraz sürekli övücü yazılar yazdığım, hiç eleştiri yapmadığım yönünde…

Bir kere hiç eleştiri yapmadığım hususu doğru değil…

Örneğin Büyükşehir’in ulaşım politikasından en fazla mağdur olmuş adam benim…

Sırf belediye Korucuk’a ek otobüs seferi vermediği için evini değiştirmiş bir insanım…

Ve bu konuda onlarca yazı kaleme almış biriyim…

Daha geçenlerde kaldırımların sürekli sökülüp takıldığından ve bu meyanda israf yapıldığından bahsettim…

Geçmişte şehirdeki otopark eksikliği, Uzunçarşı’nın etrafını çevreleyen direklerin neden olduğu çirkin görüntü, afet koordinasyon merkezi olmayışı, deprem gerçeğinin gözardı edilişi gibi konularda da eleştirilerim olmuştu…

Peki, ne oldu sonra: Afet koordinasyon merkezi binası tamamlanmak üzere… Orhan Camii’yi çevreleyen çirkin elektrik direkleri söküldü… Yakın zamanda Uzunçarşı’da restorasyon çalışması başlayacak… Müftülük binasının hemen yanı başında iki katlı otopark inşa ediliyor, yer bulunduğunda yenileri de yapılacak… Bunun yanında Korucuk’ta deprem konutları inşa edildi, hak sahipleri yüksek katlı evlerini terk edip güvenli bölgelere yerleşsin istendi lakin kimse oralı bile olmadı…

Bütün bunlar gösteriyor ki Zeki başkan en ufak eksikliklerin dahi farkında ve gereğini yapıyor…

Eksikler deyince de bir elin parmaklarını geçmiyor bunlar…

Hatta bazıları incir çekirdeğini bile doldurmuyor…

Zeki Toçoğlu, bir kere 22 senelik belediye tecrübesi olan bir isim…

Fevkalade başarılı bir ekip ve saat nizamıyla işleyen bir sistem kurmuş…

Şehrin sivil toplum kuruluşları ile sürekli istişare halinde…

Altyapı yatırımları başta olmak üzere bütün ilçelere hizmet götürüyor…

Şehrin ihtiyaçlarına öncelik veriyor…

Sıra dışı projelere ve kültür sanat yatırımlarına da büyük önem veriyor…

Durum böyleyken nesini eleştireyim ben Zeki başkanın?

Fahiş hatalar yapıyor olsa hunharca eleştiririm…

Ama yapmıyor… Ne yapayım ben şimdi, hataya mı zorlayayım başkanı?

Kaldı ki benim eleştirilerimin ve övgülerimin kıymet-i harbiyesi ne, etkisi ne kadar?

Zeki başkan ben onu eleştirmediğim veya sürekli övdüğüm için mi üst üste iki seçim kazandı?

Hadi beni geçtik, kim eleştiriyor Zeki başkanı bu şehirde?

CHP eleştiriyor mu?

Mecliste grubu bulunan MHP eleştiriyor mu?

Diğer gazeteler ve gazeteciler eleştiriyor mu?

Eleştirenlerin eleştirileri ne kadar yerinde?

Ne kadar lüzumlu, ne kadar haklı eleştiriler bunlar?

Sözün özü Zeki başkan her işini kuyumcu titizliğiyle yapınca bize de eleştiri adına birkaç kırık kaldırım, birkaç çirkin elektrik direği ve benzeri argümanlar kalıyor…

Bunlar da tükenince yok AVM’de çay içti, çorba içti, yok falancayla gezdi dolaştı türünden magazinel haberlerden medet umar hale geliyoruz…

İşte Toçoğlu’nun tek kusuru bu: Her işini düzgün yapıp basına yeterince malzeme vermemesi…

Bir Melih Gökçek değil mesela kendisi…

MARİFET İLTİFATA TABİDİR

Sürekli övücü nitelikle yazılar yazdığımdan dolayı topa tutuluyorum…

Hakaret ve tenkitlere maruz kalıyorum…

Kardeşim… Doğruları söyleyemeyen yanlışları söyleyemez…

Hep olumsuz taraflarını mı göreceğiz insanların?

Güzellikleri, iyi yapılan işleri hiç mi görmeyeceğiz?

Bir hatası, kusuru olduğunda yerin dibine geçireceğiz de doğru yaptığı işlerde hakkını vermeyecek miyiz insanların?

“Marifet iltifata tabidir” sözü boşa söylenmiş bir söz müdür?

Hakarete varan eleştirilere ses çıkarmayanlar ne hakla övgü dolu yazılara itiraz ediyor?

Sen yeri geldiğinde adamın izzetiyle, şerefiyle oynayacaksın ama bir işi başardığında görmezden geleceksin öyle mi?

Herkesin bir ailesi var… Çoluğu çocuğu var… Yanında çalışan insanlar var… Yazılanları okuyup da etkilenen bir çevreleri var…

O yüzden bu işte dengeyi iyi sağlamak gerekiyor…

İfrattan da tefritten de uzak olmak icap ediyor…

En azından ben böyle düşünüyorum…

Şimdi birileri çıkıp boğaz patlatarak diyecek ki, “Ama gazetecilerin görevi olaylara eleştirel bir gözle bakmaktır” falan filan…

Geçin kardeşim siz o işleri…

Mesleğe yeni başlayan insanlara yutturun bu masalları siz…

Kendi egolarınızı tatmin ettiğinizden, kendi siyasi düşünce ve ideolojinizi insanlara dikte ettirmeye çalıştığınızdan falan hiç bahsetmeyin…

Belki inanan çıkar söylediklerinize lakin bana sökmez…

Hiç gaza falan da gelmem ayrıca…

ADAM EKSEN ADAM YETİŞİRDİ

Sakarya’nın bereketli toprakları bir ara efsane gibi dolaşırdı insanların dilinde…

Bilhassa dışardan gelip uçsuz bucaksız tarım arazilerimizi görenler, “Yahu buraya adam eksen adam yetişir” derlerdi…

Sadece kabağımız değil patatesimiz de meşhurdu bir zamanlar…

Kaldı mı şimdi patates yetiştiren?

Hadi onu da geçtik kaç kişi şeker pancarı yetiştiriyor?

Ayçiçeği, mısır, buğday…

Eskisi gibi ekiliyor mu bu ürünler şimdilerde?

Ve Sakarya’nın tarım arazilerine yeterince sahip çıkılıyor mu?

Bu konuda ne kadar hassasiyet gösteriliyor?

Neden hep verimli araziler üzerine fabrikalar kurulmak, evler yapılmak isteniyor?

Neden hep çimento fabrikaları, kâğıt fabrikaları, taş ocakları, maden ocakları gündeme geliyor?

Neden tarımsal projelere yeterince destek verilmiyor, bu yönde çalışmalar yapılmıyor?

Havadan, sudan, gıdadan daha önemli bir şey var mı?

Bence asıl meselemiz bu olmalı hepimizin…

Bu şehri yönetenlerin de, biz gazetecilerin de…

ÇOK YORGUNUM ÇOK!

Savaş ihtimalleri, Ortadoğu üzerine denklemler, Peygamberi devreden çıkartma ve kendi heveslerine uygun bir din inşa etme çabaları, ölçüsüz iktidar partisi, çapsız muhalefet partileri, yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları, sahte kahramanlıklar, ucuz polemikler, basit ve sığ düşünceler, içi boş cümleler, Sakarya'nın meseleleri, Türkiye'nin meseleleri, Dünya'nın meseleleri, sonsuz uzay ve yıldızlar, hatta kara deliklerin gizemi...
Kafam kaldırmıyor artık bunca şeyi!

Gidip mağarada yaşayanları, dergâhına kapanıp çile dolduranları, dünyadan el etek çekenleri, kendini her şeyden tecrit edip köşesine çekilenleri selamlıyorum...

Yüz yıllardır 724 inşaatta harç karıp, taş kırıp, demir büküyormuşçasına yorgun hissediyorum kendimi…

Yok mu acep kurtaracak bahtı kara Engin’imi?