Her şehir bir renktir benim zihnimde. Tiran turuncudur, yani kiremit rengidir nedense. 
Yeşil olabilirdi mesela ama değildir. Neden değildir bilmem, bilemem. Sarp dağların, yalçın kayalıkların bitiminden ta Adriyatik’e kadar yemyeşil verimli bereketli ovalar şehridir Tiran, aslına bakarsanız. Belki Enver Hoca yönetiminin soldurduğu, sararttığı bir bordodur da ondan. Canı cini çekilmiş bir bordo. Asilliğini, asaletini yitirmiş bir bordo. Turuncu dedik ya… Onda anlaşalım! 
Tiran meydandır en çok. Agoradır. İskender Bey Meydanıdır. Ve tabii her devletin ve milletin bir kahramana ihtiyacı vardır: Arnavutluk’un hazırdır: İskender Bey. Onların dilince İskender Beg. Ve tabii ki Tiran, İskender Bey Heykeli’dir. Bu İskender Bey’e döneceğiz ileride. İşimiz var onunla. Daha doğrusu onun bizimle işi var. Göreceğiz işini. Hesabını. Gördük de zaten. Yeri gelince anlatırım.
Bir harita hayal edin. Bir şehir haritası. Bir caninin eline de makası verin. Yahut kırmızı boyayı. ‘Bu haritada dilediğini kes biç yak yık yok et’ deyin. ‘Kalmasın bu haritada bir kutsal!’ Ne yapar sizce o cani? Tarih adına, medeniyet adına, insanlık adına ne varsa yok eder değil mi? Cami dergâh tekke, han hamam arasta, çeşme sebil şadırvan… yok etmiştir. Bu ayniyle vakidir. Doğrudur. Gerçektir. Hakikattir. Tiran’da yaşanmıştır: Tarih biraz da tezatlar komedyasıdır zaten. Adamın adı Enver. Nur’un çoğulu enver. Çok nurlu adam manasına. Soyadı da Hoca. Bildiğiniz Hoca. Âlim, fazıl, bilgili, bilgin manasına. Öğreten, öğretecek bir şeyi olan, öğretmen manasına. İşte Arnavutluk’un bu inançsız - ateist Enver Hocası, kırk yıl içinde Tiran’da Osmanlı adına, tarih adına, insanlık adına, din iman İslâm adına ne varsa yerle yeksan, yerle bir etmiştir. Haritanın başındaki asi, cani, vahşi odur işte.
Meydana da Osmanlı’nın başına uzun süre bela olan asinin, İskender Bey’in adını vermiştir. Bir köşesine de büyük bir heykelini dikerek elbette.
Kim midir İskender Bey? O Büyük İskender değil elbette. Küçüğü bu. Arnavut olan. Arnavutluk doğumlu olan. Tiran ile İşkodra arasında, sırtını sarp ve çetin kayalıklara vermiş Kruya’da doğmuş büyümüş olan. Sonra devşirilip İstanbul’da başkentte/payitahtta askeri eğitim görmüş olan. Osmanlı ordusunda başarılı karizmatik bir asker olarak yükselmiş olan. Osmanlı yönetimince Debre’ye vali atanmış olan. Sonra Hıristiyanlığa dönüp Arnavutluk bölgesinden asker toplayan, İtalyanlarla işbirliği yaparak Osmanlı’ya isyan bayrağı açmış olan. Sonra payitahtı çeyrek asır uğraştırmış olan. Sultan İkinci Murad’a 1448’de Debre Kocacık’taki büyük çenkte yenilmiş olan. Ki bu olaydan sonra savaşın geçtiği alana Kocacenk - Kocacık denilecek, buraya Konya Karaman’dan beş yüz kadar hane yörük yerleştirilecektir. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, dedesi Kırmızı Sakallı Ahmet Hafızla kardeşi Kırmızı Sakallı Mehmet Hafız bu köyün Taşlı Mahallesindendirler. Osmanlı’nın defalarca kovaladığı yendiği ama usta savaşçılığı ve dağlık arazi yapısı nedeniyle 1468’de zatürreden ölümüne kadar bir türlü kellesini alamadığı İskender Bey. Şimdi adına futbol takımı bile olan İskender Bey.
Şimdi bu İskender, Enver Hoca Komünizmi / Tito Sosyalizmi sonrası Arnavutluk, Makedonya ve Kosova’da Arnavut millî birliğinin - uyanışının - direnişinin sembolü yapılmış. O nedenle Üsküp’ün Müslüman bölgesinde, o nedenle Arnavutluk’un her bir şehrinde köşe başlarını tutmuş bu İskender’in heykelleri. Bize ne, kıskandığımız yokta; bu zatın bize isyan eden, baş belası olan, sonra da Sultan İkinci Murat ve ordusunca sık sık tepelediğimiz mürtet asi eşkiya İskender olduğunu bilin yeter istedik. 
Fatih özellikle II. Beyazıd döneminde cami cami medrese medrese tekke tekke han han hamam hamam bayındır bir bölge hâline getirilen dört buçuk asırlık Osmanlı asırlarından geriye ne mi bırakılmış Tiran’da? Diyeyim size: İskender Bey Meydanı bitişiğindeki boynu bükük bir Gazi Ethem Bey Camii ile bitişiğindeki Sultan II. Abdülhamit eseri saat kulesi, meydana iki yüz metre mesafedeki parkın içerisinde bir de Halveti tekkesi. Galiba bir de on beş metrelik bir Osmanlı köprüsü kalmış. Uzaktan hayal meyal görebildik. İzlerimizi söküp atmaları, yakıp yıkmaları hınzırlıktan elbette. Planlı programlı ideolojik.  
Nasılsa Gazi Ethem Bey Camii yakasını kurtarabilmiş bu yıkımdan. Gidip görülmeli mutlaka. Kalkandelen’deki Alaca Camii’nin amcaoğlu adeta; öylesine rengârenk, öylesine süslü, öylesine resimli içi dışı. Ama buradaki daha incelikli ve estetik. Huzur huşu ve asalet armağan ediyor uğrayanlarına. Girişindeki namaz saatleri de Arnavutçaymış güya: Ezan-ı sabah, ezan-ı öğle, ezan-ı ikindi, ezan-ı akşam, ezan-ı yatsı. Sevsinler…
Tiran meydanında şahit olduğum bir diyaloğu nakletmek isterim sizlere: Gazi Ethem Bey Camii’ne çölde bir vaha bulmuşçasına yaklaşmaktadır kafilemiz. Sağda bir ahşap duvarın önünde, beş altı yaşlarındaki kızıyla beraber otuz beşlerinde bir hanım oturmakta, bakışlarıyla hâlini gelip geçenlere arz etmektedir. Belli ki yiyeceği içeceği yoktur akşama.
Kafiledeki yazarlardan birisinin, çıkarıp birkaç kuruş verdiği görülür bayana. Görenlerin gözünde bir kat daha büyümüştür yazar amca. Orta yaşlı yazar yanındaki genç şairle konuşmaktadır: “- Bu hanımefendiye ben para verdim, değil mi az önce? Gördün değil mi?” “- Gördüm ağbi görmem mi, hem de kaç gündür aynı sahnelere şahidim ben. Sen ne harika adamsın öyle güzel ağbim.” “- Hayır Atilla hayır. Sen hep yanlış görmüşsün. Yanılsama senin gördüğün. Ben hiç kimseye bir şey vermedim.” “- Nasıl yani?” der genç şair. Şaşkındır şimdi. Devam eder “Gözümle gördüklerim yalan mıydı?” “- İşin aslı başka Atilla’cığım. Anlatayım izninle: Cömertler cömerti Yüce Calap bu hanımefendiye dedi ki bu sabah, ‘güzel kızım, sen çocuğunu da al, Ethem Bey Camii’nin karşısına git otur, ben oraya göndereceğim rızkını, alırsın.” O bayan oydu işte. Bana da dedi ki “Evlâdım senin aracılığınla Adapazarı’ndan Tiran Meydanı’nda bir bayana bir şey gönderiyorum. Gittiğinde emaneti o bayana iletmeyi ihmal etme sakın.” İşte sizin gördüğünüz işin tiyatro kısmıydı. Ben kimseye bir şey bahşetmedim, vermedim. Cebimde bayanın hakkı olarak duran ‘emaneti’ sahibine ilettim o kadar. O para benim değildi ki ben vereyim. Bayan alacağını aldı Yüce Mevla’dan, ben aracısıydım sadece. Kimim ben ki ‘vereyim’; ‘veren O, alan O.’ Verdiren O, aldıran O. İyiliklerin sahibi de O. Sakın ha biz ‘iyilikler yapıyoruz” vehmiyle gurura kibre hatta hatta şirke kulaç atmayalım!”  “- Eyvallah mirim” diyebildi genç şair sadece.” Evet evet, şahidim, geçti bu konuşma aynıyla o gün. Kulaklarıyla duyan gözleriyle görenlerden biri de benim. O orta yaşlı yazar benim zira.
“Birr” iyilik demek, “Bir” ise O.  Birr, Bir’dendir, Bir’ledir, Bir’edir aslında. Tiran birr şehriydi işte eskiden. Bir’in şehriydi. Her şey aslına dönecektir bir gün. Göreceksiniz.
Unutmadan; Tiran Rumeli Bektaşiliğinin başkentidir de. Balkanlardaki Bektaşi tekkeleri asırlardır buradan yönetilmiştir. Halen de öyledir. Muhteşem de bir Bektaşi müzesi / merkezi yapılmış şehir merkezinde, ufakça bir tepenin üstüne. Gittim gördüm. Zengin, süslü püslü bir müze. Mescidi de var içinde. Pir Sultan Abdal’dan Fuzuli’ye Hacı Bayram’dan Yunus Emre’ye herkesi Bektaşi yapıp asmışlar duvarlara. Helal hoş olsun…  
Yeni bir cami inşaatı yükseliyor Tiran’da. Kubbesi koyulmuş, gördük. Anadolu camilerini andırıyor. Tiran şehir efsanesine göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cebinden kendi parasıyla yaptırıyormuş. Bilemeyiz aslını, ancak Allah bilir. Ama hoş bir söylenti. Türkiye’nin desteğiyle yapıldığı, Türkiye’nin mimarisi kesin de detaylarını bilemiyoruz. Hoş ve güzel bir sürpriz Tiran için de bizim için de.
Tiran sokaklarından geriye üç şey kaldı zihnimde benim: Leylek heykelleri, rengârenk duvarlar ve Arnavut asiliğden mülhem, devletçe meydandaki tiyatro binasının duvarına yapılmış eli silahlı dağlı adamları ve kadınları resmeden dev kabartmalar, gravürler. Bir de bol bol İskender heykelleri.
İskender, eli silahlı insanlar, leylekler, rengârenk sokaklar.
Bir de şehrin yüzünde yapıştırma bıyık gibi duran Bektaşi Müzesi.
Sarp dağların eteklerindeki bir İskender şehri Tiran.
Ti, tir, tira, tiran. Viran, giryan, yan, an.
Turuncu renkli şehir.
İskender’in turuncu şehri. Yok, daha çok Enver Hoca’nın.
Nursuz şehir.
Bordodan turuncuya dönmesi bundanmış demek.