Din eğitimi aynı zamanda dünya eğitimidir. Eğitimin dini ve dünyevisi olmaz. Bu söylem ”bozuk” dünyanın icadıdır. Eğer dininiz doğru ise, dünyanızda doğru olmalıdır. Maalesef biz Müslümanlar dünya imtihanını kaybederken dinimizi de kaybettik. Gel gör ki “Din” deyince kimin ne anladığı belli değil. Din deyince sadece ahiret akla gelmemelidir. Önce dünya sonra ahiret gelir.
Bütün problemlerin başı eğitimin modeli ve biçimindedir. Kim eğitecek, kim öğretecek, neyi ve nasıl öğretecek gibi binlerce soru vardır. Yarım milyonluk eğitim camiası öncelikle kendilerine saygı gösterecek nesli kaybetmenin hüznünü yaşanmaktadırlar. Mevcut şartlar içinde “ehsen” yerine “ehven” aranır olmuştur.
Cumhuriyet döneminde din eğitimi daima sorunlu olmuştur. Osmanlıdan alınan mirasın üzerinde daha tefsir, meal ve hadis kitabı henüz yazılamamıştır. Bu eserler her ne kadar Cumhuriyet döneminde yazılsa da, eserlerin yazarları Osmanlı eğitiminin sonuçlarıdır. Demek ki Osmanlının yıkılış döneminin kalitesini daha yakalayamamışız demektir.
Bu hercümerç içinde İmam Hatip Okulu/Lisesi ismiyle eğitime katılan program ve öğrenciler daima her kesimin ilgi odağı olmuştur. İmam Hatipli olmak onurunu kimi gizlice yaşamış, kimi açıkça yaşamış velhasıl sırlar içinde bir hayata mazhar olmuşlardır.
İmam Hatipli bir Başbakan ve İl Vali’sinin yanında, bir de Büyük Şehir Belediye başkanları bu aziz listeye eklenince kaçınılmaz olarak şehrimize gecikmiş bir borcun ödenme zamanı çoktan gelmiştir. Yarım milyonluk şehirde yarım asrı aşan tek bir binada eğitim gören İmam Hatipli Öğrencilere yani bina gereği gün gibi aşikârdır. Şimdilik bu binanın en güzel yeri maddi ve manevi önemi bakımından “Eski Valilik Konağının” olduğu yerdir.
Temel atma töreni çok muhteşem oldu. Vakur ve mütevazi olan törenin ardından temelin atılışına şahit olduk. Katılım fevkaladeydi. Eski müdürlerimiz ve dostlar, hocalarımız ve yeni öğrenciler. Bu değerli okulun inşasına şehrimizden katkıda bulunan sayı Valimizden, Büyük Şehir Başkanına kadar emeği geçenlere dua ve sevgilerimizi arz ederiz. Kısa zamanda eğitime açılması dileğiyle.
“Rabbimiz bize dünyada güzellik ver, ahrette güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru” Âmin
SAÇAK ALTINDA DUMAN VAR
Yaklaşık kırk yıl evvel Rahmetli babacığım merhum Mehmet AYDIN (Şerefiye Camii imam hatibi v. 1978) ile babaanneme Ramazan bayramı münasebetiyle bayram namazı sonrası yola çıktık. Bir Caminin önünden geçerken cami çıkışında (Ramazan bayramı) bazı insanların sigara içtiklerini gören babam şöyle buyurdu; Her burnun altında bir fakir bacası tütmektedir.
Ah babam şimdi ise her saçak altında duman tütmektedir. Kadınları da bu belaya biz erkekler alıştırdık. Kapalı yerde “cigara” içmek suç olunca, bir kısım bay/bayanlar çatı ve saçak altlarında tüttürmektedirler.
Son derece mesture bir bayan, lokantanın dış avlu kısmına oturmuş gözünde gözlük, bir elinde telefon ve diğerinde ise sigarası adeta poz vermektedir. Unutmadan söyleyeyim geçenlerde bir bey sordu; Hanım sigara içiyor ben içmiyorum bu dert beni sıkıntıya sokuyor ne yapmalıyım. Kadınlar bu dertten yıllardır muzdaripti erkeklerin aldırdığı yoktu, şimdi etme bulma dünyası olduğunda sonuç biz yakmaktadır.
Sigara erkeğe yakışmıyor, kadınaysa hiç yakışmıyor, ya da tersini söyleyebilirsiniz. Birçok kurumların yan duvarları yıllar sonra izmarit küllüğüne dönüşecektir. Peygamberimiz sav “Kur’anın yolu olan ağzınızı temizleyiniz” buyurmaktadır. Sigara soğan ve sarımsaktan daha mı masumdur. Onları yiyen mescidimize gelmesin diyen peygamberin ümmetine sigara yakışır mı ya da normal sayılır mı? Aziz cemaat. Sigara kokusunun safların sıkıştırılmasına mani olduğunu bilmeyen var mı?
Ya bizim caminin bahçesinde sigara içen bay/bayanlar ve izmaritlerini dumanlarını ve kokularını saygısızca etrafa saçanlar, mukaddesata hürmette hangi mertebededirler.
“Lütfen sigaranızı iman ve insanlık için söndürünüz.”

“HADÎD 16”
“İman edenlerin kalplerinin Allah’ı ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.”
Âyette bir azarlama vardır, fakat bu azarlama, âyetin inişine sebep olan sahabîler için dinî neş’ede bir tahkir azarlaması değil, imanda kemal izlerini göstermek sûretiyle, İslâm’ın faaliyete geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini uyandırmak, istikbalde neş’enin sönmemesi için şart olan ruhî bir kanuna işaret etmekle, heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır. Burada siyakta bir tahkir olmayıp “Henüz vakti gelmedi mi?” diye hitap edilerek bir olgunlaşmanın meydana gelmesine sevk ve teşvik etme bulunmaktadır.” Yukarıda ki meal ve izah Suat Yıldırım hocamızın mealinden alınmıştır.
Abdullah b.´Mes´ud diyor ki:
"Bizim muslüman oluşumuzla, Allah tealanın bize bu âyetle sitem etmesi arasında sadece dört yıl geçmiştir.
Âyet-i kerimede, müminlerin kalblerinin, Allahin anılmasına ve Kur´an-i Kerim´e karşı huşu içimle olması isteniyor, müminlerin, peygamberleriyle aralarında uzun bir zaman geçtiği için kalbleri katılanın Yahudi ve Hristiyanlar gibi olmamaları emrediliyor.
Katade diyor ki: "Şeddad b. Evs şöyle derdi: "İnsanlardan ilk anılacak şey huşudur.
Abdullah b. Mes´ud eliyor ki: "İsrailoğullan ile peygamberleri Hz. Musa arasında uzun bir zaman geçince onların kalbler katılaştı. Onlar, nefislerinin hoş gördüğü, dillerinin tatlı karşıladığı bir kitap uydurdular. "Biz bunu İsrailoğulianna teklif edelim, kim buna iman ederse onu serbest bırakırız. Kim de inkar ederse onu öldürürüz." dediler ve elediklerini yapmaya başladılar.
Hz. Aişe'den rivayete göre bir gün Hz. Peygamber (sav) Mescid-i Nebevî'ye çıktığında orada gülüşen bir grup sahabiyi görmüş. Yüzü Kızarmış halde ridasını çekiştirerek onlara:
"Allah'ın sizi bağışladığına dair Rabbinizden bir eman gelmemişken mi gülüyorsunuz? Sizin gülmeniz hakkında bana Allah ayet indirdi" buyurmuş ve bu ayeti okumuş. Onlar:
"Ey Allah'ın elçisi, bunun keffâreti nedir?" diye sormuşlar;
"Güldüğünüz kadar ağlamanızdır" buyurmuştur.
İbn Mesud’dan gelen bir rivayette, “Bu ayet inince, birbirimize dönerek, biz ne ettik, ne yaptık” demiştir.
“ABD” VE abd ARASINDA İNSAN
ABD Sözlükte "kul" demek olan "abd" kavramı Kur'ân'da; "kul" ve "kullar" şeklinde yalın olarak veya "kullarım", "kullarımız" ve "Allah'ın kulları" şeklinde Allah'a izâfet ile genel olarak bütün insanları ifade etmek için; bazen de "mü'min kullar", "ihlaslı kullar", "muttakî kullar", "bilgin kullar", "sâlih kullar" ve "şükreden kullar" şeklinde sıfat ve övgü ifadesi olarak kullanılmıştır. Çoğulu¸ "abîd" ve "ibâd"dır (Bakara, 2/23, 178; İsrâ, 17/3; Meryem, 19/63; Enbiya, 21/26; Neml, 27/15,19; Fâtır, 35/28, 31; Sâd, 38/83; Zümer, 39/53; İnsan, 76/6) (İ.K.)
İnsanlardan kimi vardır Allahın kulu olmanın itirafı ve şuurundadır, kimi de azgın olan, tağut denilen kişi sistem, rejim ve devletlerin kuludur. Ülkemizde genellikle sağcı ve muhafazakâr dendi mi abd yanlısı insan akla gelir, böyleyse bu durum yanlış ve günahtır. Gerçek ABD olanlar, batıl abd yanlısı olması ve ondan izzet beklemesi asla mümkün değildir. “abd’nin” başında ki insanın adının Hüseyin olması gerçeği değiştirmez. Zira Allah Resulünün yanında ki münafıkların reisinin adı da Abdullah idi. Müslüman tüm dünyayla barış içinde olabilir fakat abd veya rus yanlısı olmak mecburiyetinde değildir. (küçük harflerle yazılan “abd” kelimesi Amerika birleşik devletleri anlamındadır)
İnsan için önemli olan kimin abd’i olduğudur. abd’ye düşman olup İslama dost olamayanlar da başka batılların abdi olduklarının farkında olamamışlardır. Bu günün rusyası bazen dünün amerikasın’dan daha dindar görünmektedir. Biz mecbur muyuz bu iki devletten birine uydu olmaya. Fatihanın manasında ki abd, gazab ve dalalet kavramlarını yeniden öğrenmeye mecburuz. Değilse âminlerimiz boşa gidecektir