İnsan hayatı çok değerlidir. Bu değeri ona verecek olan en önemli şey hakikat bilgisidir. Bu hakikat ister din adına, ister tarih adına, ister yüceltilen liderler adına olsun fark etmez. Maalesef insanlık bazen zorla, bazen bilerek, bazense haset ve menfaat saikıyla gerçeklerden mahrum edilmişlerdir.  Yüce kitabın bir ayetinde kadınlardan biat alınırken şöyle buyrulur: “Elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyecekleri” adına biat alınırken nesebin sıhhatine önem vermektedir. İnsanın soy bilgisi aynı zamanda tarih bilgisini de içermektedir.

Âdemin ve eşinin cennette ki yaşamında ki vesvese ve hubutu Âdemden itibaren geçmiş ile ilgili tarihi bilgiler verilmektedir. İki konuda ki bilgisizlik insanoğlunu ihtilaf ve düşmanlıklara düşürmüştür. Din ve tarih diye özetleyebiliriz. Peygamberimizin içinde doğduğu cahiliye ile özellikle bizim içinde doğduğumuz cahiliyeyi bilmemek dostları düşman, düşmanları dost bilmeye sevk etmiştir. İnsanlar din ve tarih konusunda zan ve kuruntularına tabi olmayı yeğlemişlerdir. Gerçekler yüreklerine saplanan oktan daha çok acı verdiğinden hakikatleri inkâr etmektedirler. Biz ne Firavunu, ne Ebu Cehil’ine de ve ne de onların mirasçılarını hakkıyla tanıyamadık ve tanımamıza da engel olundu.

Ülkemizde özellikle yakın tarihi tam bir gizem ve sır dolu olarak varlığını sürdürmektedir. Doğru ile yanlışın, iman ile nifakın, kısacası hak ile batılın gizlendiği ve hakkın engellendiği bir oluşum içinde devam etmektedir. Ülkemizde YÖK tarafından yapılmasına izin verilen Cumhuriyet döneminde din, kıyafet, şapka, ezan, din eğitimi, aile, kadın, yazı ve benzeri birçok konuya bakıldığında insan hayretler içinde kalıyor. Özellikle İran’da ( ne inancını ve ne de siyasetini benimsemediğim) meydana gelen başı açık kadını öldürülmesi olayı üzerine Müslümanlığa, İslam’a laf söyleyenler kendi tarihimizi zırnık kadar bilmiyorlar. Mısır elçisinin fesini çıkarmak isteyen lider sebebiyle mısırla aramızda diplomatik gerginlik ve sürtüşmeye varan olaylar yaşanmıştır Bir yüksek lisans tezinin adresini vereceğim isteyenler orada neler var, ne vahşetler işlenmiş göreceklerdir. https://earsiv.anadolu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11421/2806/415818.pdf?sequence=1

Şapka için asılanlar, ezan için eza görenler, sarık sardığı için tahkir olanların varlığı sebebiyle çağdaş denen güruhun bizi kınayacak hiçbir argümanı yoktur. Savundukları değerlerin temelleri zulüm ve gözyaşı doludur.

Çetin Altan, adalete inanmayanlardan biri olarak tavsif ettiği dedesi Tatar Hasan Paşa’nın, şapka isyanını bastırmak üzere gittiği bir şehirde hızını alamayıp bir kadını da idam ettirdiğini anlatır. (Kahrolsun Komünizm Diye Diye, Bilgi Yayınevi, Ankara 1976, s. 422.)

"Şapka inkılâbı aleyhinde 1925-1926 yılları arasında çıkan olaylarda, İstiklal Mahkemelerinde yaklaşık 808 kişi sanık olarak yargılanmış ve 57 kişi hakkında idam kararı verilmiştir"

Hatta tarihi bir kayıtta: “Adapazarı’nda da kahvecilik, aktarlık, tütüncülük, bakkallık gibi işlerde bulunan ve sarık sarma hakkına sahip olanların işlerinin başında iken sarıklarıyla çalıştıkları görüldü. Bu kişilere de iş yerlerinde sarıklarını çıkararak şapkalarını giymeleri zorunlu tutuldu.”

Yeni düzenin ilk yıllarında ki uygulamalar kınadıklarımızdan daha ağır olmuş ve devrime karşı çıkıyorlar diye darağacında canlar alınmıştır.

Mete Tuncay, İstiklal Mahkemeleri tarafından şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalıya mal olduğu halde, hiç kimse de şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmadığını çünkü artık sorunun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmek olduğunu vurguladı

YL'SIN SON CÜMLESİ "İnsanın giyimi düşüncesini ve yaşam şeklini ele vermektedir. Hâlâ Cumhuriyetin kazanımlarından rahatsız olanların varlığı giyiniş biçimleriyle göze çarpmaktadır."

Not: Orhan Koloğlu’nun İslam’da başlık kitabını okumanızı öneririm.